Steve Jobs Gibi Olmak
Steve jobs’ın otobiyografisini okudunuz mu bilmiyorum. Eğer okumadıysanız kesinlikle öneririm. Cumhuriyet Pazar’dan alınmış, işte Steve jobs’un kısa bir hayat hikayesi:
Steve jobs beş yıl önce Stanford Üniversitesi’nde öğrencilere verdiği konferanstaki hayat dersiyle de hafızalara kazındı. Dünyanın en zengin adamlarından biri kendisi için hep’aç kal, budala kal’ dileğinde bulunmuştu ve öğrenciler için de aynı dilekte bulunuyordu. Şu sıralar sağlık sorunları nedeniyle işinden uzaklaşan Jobs’un hayatı da sözleri gibi çok renkli. Jobs, 1955 yılında dünyaya geldi.
Üniversite yaşına geldiğinde oldukça pahalı bir sanat okulu Reed College’a gitmeye karar verdi. Kısa sürede, evlatlık verildiği ailenin tüm birikimlerini okula harcadığını fark edince okulu bıraktı. Artık sadece ilgisini çeken derslere girecekti. Ama yurtta odası yoktu, o da arkadaşlarının odalarında yerde yattı, kola şişelerinin 5 sentlik depozitolarıyla yemek aldı. Hafta sonları yedi mil yürüyerek kilisenin güzel yemekleriyle karnını doyurdu. Ve yıllar sonra bu dönemi ‘çok güzel günlerdi’ diye andı.
Jobs, Hewlett Packard’daki bilim insanlarının akşam sohbetlerine katılıyordu. Sohbetlerde elektronikteki son ilerlemelerle ilgiliydi ve jobs kişiliğinin ayırt edici bir özelliği olan bir tarz ortaya koyarak HP mühendislerin yakasında yapışıyor ve onlardan ek bilgiler sağlıyordu.
Bir keresinde yedek parça istemek için şirketin kurucularından Bill Hewlett’i bile aradı. Jobs sadece istediği parçaları edinmekle kalmadı yaz için bir iş koparmayı da başardı. Bilgisayar üretilen bir montaj hattında çalıştı ve öylesine büyülendi ki kendi bilgisayarını tasarlamaya çalıştı…
Steve Jobs, ilk kişisel bilgisayarı arkadaşı Steve Wozniak’la birlikte 1976 yılında evinin garajında tasarladı. Ailesinden kalan eski Volkswagen minibüsü ve hesap makinesi koleksiyonunu satarak elde ettiği sermaye ile Apple Computer kurulmuş oldu. Daha sonraki yıllarda Apple hızla büyüdü.
Pepsi’nin CEO’su Scully’ye Apple’da iş teklif ederken ‘ömrünün sonuna kadar çocuklara şekerli su satmak mı yoksa dünyayı değiştirmek mi istersin?’ diye sordu. Scully geldiğinde Apple 4000 çalışanı olan 2 milyar dolarlık bir şirketti. Jobs, o çok övündügü Macintosh’u piyasaya sürdüğünde daha 30 yaşına yeni basmıştı. Ancak başarısının bile tadını tam olarak çıkaramadan görüş ayrılığına düştüğü Scully nedeniyle Apple’dan kovuldu.
Hayatımdaki beş yıl süren ikinci dönem de böyle başladı. Kaybettiği, sevgiyi buldugu ve yeniden başladığı bir dönem. Sevdiği kadınla evlendi. NeXT adlı bir yazılım şirketi ile şu anda dünyanın en başarılı animasyon filmlerine imza atan Pixar’ı kurdu. Halinden oldukça memnundu, hatta kovulmasının başına gelebilecek en iyi şey olduğunu düşünüyordu. Ama Apple’da işler iyi gitmiyordu ve onu geri çağırıyorlardı. NeXT’i satın alması şartıyla Apple’a döndü. Şirketin yükselişi de yeniden başladı. Apple’ın yenilenmesinin kalbinde NeXT’te geliştirdiğimiz teknoloji yatıyor. Apple’dan kovulmamış olsaydım, bunların hiçbirinin olmayacağından eminim. ‘Tadı çok kötü bir ilaçtı ama sanırım hastanın da buna ihtiyacı vardı.’ diyor. Jobs.
En düşük maaşlı CEO olarak Guinness Rekorlar kitabın da ismi var Jobs’un; yıllık 1 dolar. Tabii jet ve hisseler nedeniyle maaşa ihtiyacı da yok. Bu risk almayı seven, yeniden başlamaktan korkmayan ve KALBİNİN SESİNİ DİNLEYEN adam, ikinci Steve Jobs döneminde iMac, iPod, iPhone ve iPad’i de yaratan ve Apple’dan vazgeçmeyen bir hayran kitlesi yarattı.
“Bir insanı bu kadar tutkulu yapan şey nedir?” diye düşünüyorum bazen. Bazılarınız doğuştan diyebilir. Bazılarınızda hayır bence bu beceridir diyebilir, yani sonradan da öğrenilebilir. Tutkuyu belirleyen sadece istek olmuyor, gerçekten istemeliyiz. Hangi düşünürdü bilmiyorum ama bu konuyla ilgili kısa bir hikayesini paylaşmak istiyorum.
Hikaye şöyle:
Bir gün nehrin kenarında yürüyen bir adam, bir filozofla tanışır. Adam, hayatında hiçbir şeyin istediği gibi gitmediğinden yakınır. Filozofta buna karşılık şunu sorar: “Gerçekten istiyor musun?” Adam şaşkınlıkla bakarak, filozof, “Şimdi şu nehri görüyor musun? İzin verirsen seni bir dakika süreyle kafanı suyun içinde tutacağım.” der. Adam yine şaşırır ve “Beni boğmaya çalışmayacaksın herhalde” diye cevap verir. Filozof, nefes alamayacak kadar adamın kafasını suda tutmaya devam eder ve sonra serbes bırakır. Filozof, nefes nefese kalmış adama şu soruyu sorar: “Suyun içinde en çok ne istiyordun?”. Adam, “Dalgamı geçiyorsun benimle be filozofçum” dedikten sonra, tabii ki “NEFES ALMAYI.” der.
Bak hayatta sadece istemek yetmiyor, nefes alacak kadar istemelisin. Tabii ki bu işin hikayesi ama, tutku en çok, aile ve yaşadığın çevreyle de çok ilgili olduğunu düşünüyorum. Steve Jobs gibi bir insanın otobiyografisini okursanız, küçükken sürekli babasının yanında olurmuş ve evindeki mutfak dolaplarını birinci sınıf kalitede, hatta dolabın görülmeyecek yerlerini bile en iyi kalitede yaparmış. Üvey babası, jobs’a çok iyi davranırmış. Yaşadıkları yerleri, Amerika’daki silikon vadisi; ismini, Kuzey Kaliforniya’daki San Francisco vadisinin bir parçası olan San Jose vadisinden almış.
Bu ismi ise bölgede yoğun olarak üretim ve geliştirme faaliyetinde bulunan chip üretiminden almaktadır. Ve jobs için burası ilham alınacak yerlerdir. Belki bizler jobs gibi olamadık, belki jobs’tan daha iyi şeylere sahip olurken de yine onun gibi olamadık ta diyebilirsiniz. Ama öncelik aile diyorum.
Çünkü ebeveynlerimiz çocuğumuz kendi başına ne yaparsa yapsın yeter ki bize bağlı olmasın düşüncesinde olduğumuzda, kendilerini önemli hissetmeyecekler. Ailede çocuklarımızı belli bir süreliğine kadar merkezimize oturtmazsak, yaşam onları belki istemediği yerlere sürükleyebilir. Demem o ki, merkeze oturmakla çocuğunuzla çok kaliteli saatler geçirebiliriz. İki saat onunla oyun oynuyorsak, yüzde yüz tüm benliğimizle onun yanında olabiliriz.