Bizleri Ne Motive Eder?
Kendi hayatımızı sürdürmek için paraya ihtiyacımız vardır. O olmadan hayatımızı rahat sürdürmemiz bu modern dünyada zordur. Para, herkes için farklı anlamlar taşıyabilir; birilerine göre sadece harcamakken, -benim gibi- birilerine göre bir tasarruf aracı, birilerine göre de sermaye amaçlı bir yatırımdır.
Peki iş hayatında para bir motive aracı mıdır? Elbette birçoğumuz için bu böyledir. Bir araştırmaya göre, üç dönemlik bir araştırma yapılıp insanların en önem verdiği değerler belirtilmişti. Bugünün aşırı rekabetçi dünyasında ilk sıra paradır. Ama bugünün inovasyon açısından bakıldığında, para mı yoksa özerklik mi önce bu konuyu biraz irdelememiz gerekiyor.
Siz bir Ferrari’siniz. Ama arabanıza votkadan bozma bir yakıt koyarsanız etkili çalışmayacaktır. Bu muazzam yakıtını kalitesini birçok şey etkiler ve gelin bunlardan en önemli olanları hangileri beraber inceleyelim.
Dünyada bulunan tarayıcılara baktığımızda, internet Explorer ı yaratan Microsoft’la, Firefox’u yaratan Mozilla da çalışan gönüllere yakından bakalım. Bugün dünyada en çok kullanılan tarayıcı değişiklik göstermesine rağmen, bu tarayıcıların kullanım oranları her ay değişime uğruyor ve bu değişimler o kadar yüksek oranlarda ki, en çok kullanılan tarayıcı bile sadece birkaç yıl içerisinde en az kullanılan tarayıcı haline gelebiliyor.
Eski tarayıcılarda dikkat ettiniz mi bilmiyorum, sekmelerle gezinerek eski internet explorer da olduğu gibi pencere pencere açılan sayfalarla açarken, Firefox’ta tek bir pencerede birden çok sekme oluşturuluyor. Ayrıca en önemli özelliği ise eklentiler (plug-in) kullanarak tarayıcıyı kendi istediğimize göre özelleştirebiliyoruz ve diğer tarayıcılardan da daha hızlı çalışıyor. Şu an yeni Explorer sadece takipçi konumunda devam ediyor. Gönüllü çalışanlarla, sadece para için çalışanlar aralarında farkı kılan ne? Ya aşağıdaki örneğe ne demelisiniz?
Microsoft’un mühendislerine o kadar çok paralar dökerek 1993’te faaliyete geçen MSN Encarta dijital ansiklopedisini 2009 da kapatmak zorunda kaldı, buna karşın dünyanın en geniş ve en popüler ansiklopedisi olan Wikipedia ise tamamıyla gönüllüler tarafından hazırlanmış olup ve halen tüm dünya dillerine çevrilmiş etkin bir şekilde kullanılmaktadır. Madem bizi para motive ediyordu, yukarıdaki örneklerimize bakarsak neden bizler gönüllü olarak çalışmayı istiyorduk?
Çünkü içsel güdümüz, bir başka deyişle “Belli bir konuda sorunu çözmekte ustalaşmanın verdiği keyif ve yaratılan bu işi topluma Miras Bırakma ARZUSU” olduğunu araştırmacılar tarafından keşfedilmesine rağmen, neden halen birçok şirket bu içsel motivasyonu keşfedemiyor ya da keşfetmek istemiyorlar? İşlerine gelmiyor sanırım. Evet gönüllü çalışanlar için de para önemliydi, ama kendileri başta bu gibi projelerde çalışıp ustalaşana kadar kendilerinin daha iyi bir isim yapıp başka şirketlerde istedikleri parayı almaları için kendilerine fırsat yaratıyorlardı. Motivasyonlarımızın arkasında bizleri en çok hayatta güdüleyen şeyler vardır. Ve bu içgüdülerimiz modern çağımızda büyük değişimler geçirmiştir. Bu değişimler neler birlikte inceleyelim:
Güdülerimiz:
Susadığımız ve acıktığımız zaman bu ihtiyacımız hemen karşılanması için bir davranışta bulunuruz. Bu davranışımızın altında bizi iten bir şey var: enerji. Enerjimiz olmadığı zaman içimizden hiçbir şey yapma isteğimizde olmuyor maalesef. Davranışlarımız, yarattıklarımızın bir sonucu olduğuna göre, davranışı sağlayan enerji nereden geliyor?
Biraz daha hatta daha eskilere gidelim. İlk Çağlar’da daha ilkel dönemdeki insanlar avlanarak geçimlerini sağlıyorlardı. Onları harekete geçiren ilkel güdüleri sadece hayatta kalmaları o zamanlar için yeterliydi. Buna ilkel güdü diyelim, yani hayatta kalma arzumuz. Erkekler avcı, kadınlar toplayıcı konumundaydı. Daha sonra yerleşik bir hayata geçince Sanayi Devrimi çağı başladı; buharlı makineler, elektriğin ve daha birçok gelişimim icadıyla artık bizim ilk ilkel güdümüzün de yetmemeye başladığı zamana geçtik.
Artık günümüzde yeteri kadar yiyeceğimiz, bizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak bir barınağımız vardı ve ilkel güdümüz, günümüz çağında süresini doldurmuş ve yerine sanayi devrimi döneminde birçok yönetici, işçilerden daha fazla performans alma düşüncesiyle ödül-ceza sistemini getirmişti. Buna da ödül-ceza güdüsü diyelim.
Ödül-ceza güdüsüne göre, yapılan tüm işlerin sıkıcı olduğunu varsayarak; bir işi artık öğrendiğinizde bu iş rutin olmaktan öteye gitmediğini ve her gün aynı şeyi yaptığımızı -ki zaten rutin işlerin geneli sıkıcı olduğundan- düşünürsek, bizi motive edecek pek de bir şey bulamayabiliriz. İşte işçilerin tümünden normalde yaptıkları işten daha fazlasını yapmaları için, Amerikalı bir mühendis olan Frederick Winslow Taylor’un çalışmaları şirketlerin verimsiz, gelişigüzel bir şekilde yönetildiğine inanıyordu.
Ödül-ceza sistemini günümüz dünyasında hem şirket içinde hem de eğitim-öğretimde, hatta aile içindeki çocuklara da bu sistemi hayatımıza getirmiştir. Bu sistemin amacı basit. Sizden beklenileni yaparsanız, size bir ödül verilecektir, yapmazsanız ceza alacaksınız ve nitekim de bu uygulama bugüne kadar geldiğine göre işe yaramış görünüyor. Acaba öyle mi? Varsayın bir çocuğunuz var ve kendisine şöyle bir anlaşma yapıyorsunuz: “İlk dönem taktir getir, sana bir iPad alacam, ama yapmazsan hiçbir şey almayacağım” dediğinizi varsayalım.
Çocuk taktir getirir mi? Tabii ki okuyacaktır sonuçta ucunda bir ödül var. Şimdi tekrar aynı örnekten gidelim, bu sefer okulun ikinci dönemi olduğunu ve tekrar taktir getirmesini istediğimizi ama bu defa ödül vermeyeceğimizi varsayalım. Sizce taktir getirir mi? Kesinlikle getirmez. Hatta Facebook’ta bir site öyle güzel bu olayı görselleştirmiş ki aşağıda da bunun daha iyi görebilirsiniz. İşte yaratıcılık buna derim; taktirini getir, ödülünü al.
“Karneniz iyise iPad almaya hak kazandınız.” diyor. Bu ödül kısmıydı. Sizi iPad de bağlı kıldı. Artık daha fazla çalışmak için ipad den daha fazlası gerekecek. İş hayatında da daha fazla performans almak için ikramiyelerin verilmesiyle aynı yaklaşımı kapsar. Motivasyon kaynağı iPad ve ikramiyeler oldu.
Performansımızın daha iyi hale getireceğini varsayarak verdiğimiz ödüller yaratıcılığımıza zarar verdiği gibi, cezalarda sizden bekleneni yapmamamızı tembihler. Ben satış danışmanlığını yaptığım bir şirkette sabahları en fazla bir ay içinde üç defa gecikme hakkım vardı.” Üç defadan fazla geciktiğimde n’olur?” diye sorduğumda, bana yöneticim şöyle gözlerini kısarak baktı ve bana aynen şu espriyi yaptı: “Sen anladın onu.” Yani işten çıkarılabilirdim.
Sistem işe yarıyordu taki günümüz yirmi birinci yüzyılda, artık bu kadar rekabetçi ve karmaşık bir yapıda globalleşen dünyamızda bu da yetmemeye başlamıştı. Evet birçok iş rutin işler diyebiliriz ama artık bu rutin işleri başka ülkelerden daha ucuza alarak bilgisayarlarla yapılıyor. Çalıştığım çok uluslu bir şirkette, birçok arkadaşımın işten çıkarılma nedeni, Hindistan’daki bir kişinin üç kişinin yaptığı bir işi bir bilgisayarla hızlı bir şekilde yapıyor olmaları da bu durumu destekliyor.
Günümüz dünyası yaratıcılık gerektiren işlere kaymış durumda. İnovasyonumuz konusunda yeterli değilsek bu dünyada aşırı rekabet ortamında hızlı bir şekilde erimemiz içten bile olmayacaktır. Artık biliyoruz ki ödül ve ceza tüm bireyler için bir “KONTROL” aracı olmuştur.
Peki gerçekte sizleri motive eden şey nedir bi düşünmenizi istiyorum?
Öptüm sizleri canlar. Tekrar görüşelim…