Çalışmamak İçin Deli Gibi Çalışmak Niye?
Hepimiz, bir gün çalışmamak için deli gibi çalışıyoruz.
Bugüne kadar içinde bulunduğumuz hayatı, bu dünyayı gereğinden fazla ciddiye alıyoruz. Oysa, Google Earth’ten dünyayı zoomlayınca, o kadar küçük görünüyor ki her şey!
Bu dünyada sorunlarımızı o kadar gündem maddesi yapıyoruz ki, bu kocaman düşündüğüm rahatsızlıklarımız, aslında dünyayı, yok yok güneşimizle ölçüldüğünde, bir toplu iğne ucu kadar bile olamıyor. Yani kafaya taktığımız şeyler büyük resme bakınca, küçücük ve çok anlamsız.
Anlamsız gelen ne varsa çıkardım hayatımdan. Eskiden sen benden daha iyi olamazsın mücadelem, şimdi; yargılamıyor, kıyaslamıyor ve kibirli olmuyorum.
Bu aralar şu modern hayat dediğim şeylere kafayı taktım. “Sen daha iyi şeyleri hak ediyorsun” diyen bu modern hayatı her yerde görmemek elde değil. Televizyonda, mobil telefonlarda, bilgisayarlarda, billboardlarda ve daha birçok yerde…
Yetinmememizi, hep daha fazla almamızı, her şeyin bir ihtiyaç olduğunu göstermesi, sürekli bir hedef beşinde gitmemizi, plan yapmamızı, “Sen güçlüsün devam etmelisin” veren mesajlarla daha rahat ve/veya konforlu bir dünya sunduğunu söyleyenler, aslında bizi daha da farkında olmadan köleleştiriyor.
Hiçbir şeye sahip olmasak bile, bu modern hayatta nefes almamız bile artık para oldu. Sadece bir evde oturmak; evin kirası, elektriği, suyu, gazı, Tivibu’su, D-smart’ı, TTnet’i Superonline’ı, sayamadığımız birçok şey için çalışıyoruz. Peki bunları kim için yapıyoruz?
Kazandığımız paraya ortak olan devletimiz için, daha kendimizi bile doğru tanımadan, doğrudan suya atılan bir balık gibi, işverenlerin amaçlarını gerçekleştirmek için, çok ihtiyaçmış gibi bir araba ve ev sahibi olmak için her an, sokakta bile kredi vermeye hazır güzel bankalarımız için çalışıyoruz. Peki, bize kazandığımız paradan ne kalıyor: Ayda bir lüks dediğim dışarıda yemek yemek mi, yoksa arabama biraz benzin atıp piknik yapmaya gidecek parayla mı yaşayabilecem.
Modern şehirlerde yaşamak açık söylemeliyim depresyonun taa kendisidir. Etrafınıza bakın bi! Herkesin artık ihtiyaç dediği bir arabası var. Hastanelerde artık, hasta kavramının yerini müşteriler aldı. Özel sağlık sigortaları cirit atıyor.
Çocuklarımızı sanki çok daha iyi olacakmış gibi kolej denen okullara vermeye başladık. Buraları, öğrencilerden çok, harika öğretmenlerle, velilerin ortak kafe merkez yeri gibi olmaya başladı. Çocuklarımızı okula gitme biçimi servisle giderken, çoğu kez lüks arabalarını göstermeleri için kolej denen okulların önünden geçilmemeye başlandı.
Eskiden tek bir odada, sobamızın başında bir arada bir televizyon izlerken, şimdi herkesin elinde bir İpad veya telefonla kendi odalarımıza çekilip yalnız yaşamaya başladık. Modern dünya bize, şunu al bak o zaman mutlu olacaksın; yolun sonunu gösterirken, aslında mutluluğun yoldan ibaret olduğunu yani bir süreç olduğunu unutturuverdi.
Apple’ın kurucusu Steve Jobs bile dört iPhone görmesine rağmen, neredeyse eski bir araba fiyatına satılan son iPhone 7’den kaç tane görecez dur bakalım. Teknolojiyi; 4 Ghz işlemci 16 G bayt RAM, 20 Mega piksel Fotoğraf 155 inc curve TV ve 128 G bayt kapasite Harddisk gibi kavramları daha ne kadar konuşmaya devam edeceğiz onu da bilmiyorum.
Daha dün aldığınız yeni bir şey, aradan 2 ay geçmeye görsün elinizde demode olup çıkıyor ve siz DEĞERLER dediğim, hayır şöyle söylemeliyim, kendimizi maddi şeylerle değer biçtiğimiz bir modern çağın köleleri olmayı başardık ve başarıyoruz da. Derin ilişkiler, bağlar kurmayı; Whatsapp’ın, FaceTime’ın aldığı çağa bıraktık kendi ellerimizle. Artık yüzler ve eller konuşmaya başladı.
Kapitalizmin bize “Bu rahatlığı veririm, ama senin de özgürlüğünü alırım” mesajlarını görmekten bıktım. Hep daha konforlu bir hayat yaratmaya giderken, hep daha fazla kendimizi çalışır buluyoruz. Peki niçin çalışıyoruz?
Hayatımızda en önemli değerlerimizi kaybediyoruz; ailemizle, akrabalarımızla bir araya gelip yemek yem olsun, kendimize ve çocuklarımızla daha fazla vakit geçirmek olsun daha kayda değer bu hayata kendi potansiyellerimizi ortaya çıkarmak yerine, güvenin verdiği monotonluğu, riskin getirdiği gelişime tercih eder olduk. Bunları sırf bu modern hayatın hızına yetişelim diye yapıyoruz.
Kapitalist bakış, büyük bir koşturmaca içinde sadece tüketelim istiyor. Sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi sürekli bir gelecek endişesi yaratarak devamlı biriktirmemizi istiyor. Stoklayalım diye derin dondurucular satıyor bize. Oysa derin dondurucular, açgözlülüğümüzün en büyük göstergesi. Balıkların bile tükenme nedeni. Ucuz balık stoklayacağız diye pahalı derin dondurucular satıyor bize. Okullarda da öğrenci değiliz. Okul yönetimin ilk amacı, müşteri mutluluğu! Ne öğretmen memnun bu durumdan ne öğrenci. Modern hayat, hep en başarılı, en güçlü, en zengin olmamızı istiyor bizden. “İnsan isterse her şeyi başarır!” diyor. Yoruyor bizi.
Birçok şeye sahibim ama özgür olmadığımı görüyorum. Sürdürülebilir başarı, sürdürülebilir üretim, sürdürülebilir mutluluk, her şey sürdürülebilir olmalı. Ama modern hayatta hiçbir şeyin sonu gelmiyor. Başarılı olman yetmiyor, sürekli başarılı olmak zorundasın. Hedefe ulaşınca, yeni hedefler geliyor önüne. Bu ne kadar yorucu değil mi dostlar?
Ben de bu yorucu hayattan nasibi almış biri olarak artık şöyle yapmaya karar verdim: Akışına bıraktım kendimi. Plansız, programsız, randevusuz, zamansız, ikna etmek ve karar vermek zorunda olmadığım, bir hayat yaşamaya çalışıyorum. Yani gelişine yaşıyorum anlayacağınız. Hayatımda, bundan sonra her ne olacaksa rastlantısal olsun. Tesadüfen görüşelim, sürprizli karşılaşmalar yaşayalım.
Peki bu konforlu modern hayatta halen ne olmayı seçiyoruz? Yüzde yüz özgür olabilmek mümkün müdür? Mümkünse biz kim olmak, ne yapmak isteriz halen? Bi beş dakika düşünelim, sadece beş dakika… Öptüm sizleri canlar. Beni izlemeye devam edin…