İnançlar, Bizim Gerçekliğimizi Yaratır
İster inanın ister inanmayın, inandığımız her şey bu dünyada yaratılmak zorunda. İnancın buradaki anlamı dini anlamından ziyade, dünyaya karşı oluşturduğumuz değerlerimizden bahsediyorum. Hayatımızda bir şeye bir kere inanmamız bizi ya yerimizde tutacak ya da ileriye götürecektir.
Çocukluğumda hatırlıyorum da ekmeğin üzerine yanlışlıkla bastığımda, arkadaşlarım “Günah, üç kere öp başına koy. Yoksa Allah taş yapar” derlerdi. Yapmazsam da benim yanlış şey yaptığıma inandırırlardı. İnanç, bizim bir şeye tutunma kapasitemizi gösterir. O şeye bazen öyle tutunuruz ki, doğru sandığımız şeyin, aslında yanlış olduğunu bilmediğimizin farkında değilizdir.
Bu durumu şuna benzetebiliriz: Elinde bozuk bir oyuncağı olan bir çocuk olduğunu düşünelim. Çocuk sürekli oyuncağına sarılmış ve ağlıyor. Babası çocuğa yaklaşıp şöyle diyor: “Oğlum sanırım oyuncağın bozulmuş ver onu da tamir edeyim.” Çocuk ısrarla vermemede kararlı çıkıyor, babası yine aynı davranışla yaklaşıyor ama çocuk bir türlü oyuncağını vermek istemiyor. Çocuk oyuncağını babasına verse tamir edip tekrar oyuncağına kavuşacak ama korkuyor. Bizim hayatımızdaki sorunlarda buna benziyor. Sorunlarımızı çok düşünüyor, kafamızda büyütüyor, ama yardım almak hiç aklımıza gelmiyor.
Kendimizi biraz serbest bırakmayı öğrendiğimizde hayat çorap söküğü gibi açılmaya başlayacak ve her şey tekrar yolunda girmeye devam edecek. İnandığımız şeylerin, bir başka değişle değerlerimizin bile farkında olmadan önemli gördüğüm birkaç inancı sizinle paylaşmak istiyorum.
İnanç 1
Yalnız Olma: Değer verdiğim insanların sevgisini kaybetmekten korkarım.
Bu bir inançtır ve altında korku yatar.
Daha önce çalıştığım bir iş yerinde çok sevdiğim bir dostumdan bahsetmek istiyorum. Onunla güzel bir günde yemek yerken korkularla ilgili sohbet etmeye başlamıştık. Arkadaşıma, “En çok korkutan şey nedir?” diye sormuştum. Kendisi şöyle bir cevap verdi: Değer verdiğim insanların sevgisini alamazsam bu beni çok üzer.” demişti.
Öncelikle bu kişinin özel yaşamıyla ilgili birkaç ayrıntı vermek istiyorum. Kendisi Türk Vatandaşı değil, ebeveynleri yok, çocuk sahibi olamıyor ve evli. Hatta kedileri çok sevdiğinden evinde birkaç tane de kedileri var.
Kendisine şöyle bir soru sordum:” Değer verdiğiniz insanların sevgisini kaybederseniz ne olur?” dedim.
Başta kendisini “kötü hissederim, huzursuz olurum, sevilmediğimi hissederim” dese de ego bir güzel kendisini kandırmanın bazı yollarını kendisine kavramsal olarak söylettirmeyi iyi becermişti. Yani egosu bayağı havaya sıçramış gibiydi.
Başka bir soru sordum: “Sevdiğiniz bir insan sizi görmezlikten gelseydi NE HİSSEDERDİNİZ DÜŞÜNÜRDÜNÜZ?” “DEĞERSİZ hissederdim” demişti.
Bakın bu konuyu anlamak için kişinin geçmişini de iyi bilmemiz gerekiyor zaten kısa bir özet vermemin nedeni de budur.
Eğer geçmiş yaşantısını iyi bilmeseydim, değersiz hissettiği günlerini bulmasını isterdim, bundan dolayı bu konu üzerinde fazla durmadan bir soru daha sordum: “Değerli olabilmeniz için hayatınızda ne olması gerekir?” dedim. Cevap geldi: “Yalnız olmamak”. Evet sevgili dostum, yalnız olmamak için ona en yakın insanlara çok candan yaklaşıyor ve sevdiği yakınlarına hediyeler alıyordu.
Sizce bunu neden yapıyordu? Neden başka bir insan bu sevgili dostum gibi arkadaşlarına bu kadar çok hediye almazken, bunu o yapıyordu? Neyi garantiye almaya çalışıyordu? (Öncelikle kendisinin çok içten davrandığını söylemek isterim, bana bir hediye alıyorsa gerçekten beni sevdiği için OLDUĞUNU biliyorum. Buna hiç şüphem yok.) size şöyle bir soru sormak isterim: Neden yalnız kalmaktan korkarız? Yalnız kalınca n’olur? Bazılarınız için yalnızlık (ortam, yaş ve koşullara bağlı olarak) özgürlük diyebilirsiniz. Bir başkası için ise can sıkıntısı. Bir başkası için de yaşandığımız zaman kendine yetememe anlamına gelir.
İşte konumuzun başında da bahsettiğim gibi olay ALGILARIMIZDAN, Yani olaylara yaptığımız yorumlarımızdan kaynaklanıyor. Burada sevgili dostumun hayatı yaşlanmaya doğru gittiği ve bir gün ölüm döşeğinde kalma korkusu veya kendine yetememe korkusundan dolayı o kadar candan ki, ona ne yapsam azdır. Çünkü hayatımda bu kişi kadar eli açık, dürüst bir insan -birkaç dostumda hariç – neredeyse hiç görmedim. Şimdi ego şunu diyor, yani içimizdeki fısıltı: bak insanlara yardım etmezsen yalnız kalabilirsin. Korku, egodan gelir ve zehirli bir duygudur. Duygularında duygusu vardır.
İnanç 2
Yetememek: Beceriksiz veya hasta olursam başkaları bana acır.
Bir gün seminere katıldığım bir bayan, herkesin karşısında tüm açıklığıyla kendi hayatını anlattı. Kocasından o kadar çok şikâyet ediyordu ki herkes şaşırmıştı. Şaşırmamızın nedeni eşinin çok da şikâyet edilir bir yanı olmadığıydı, çünkü eşi bayanın kendi ayakları üzerinde durabilmesi için onu; “ehliyet, yemek ve İngilizce kurslarına yazdırmış ve hatta bu seminere gelmesi için ona yardımcı olmuştu.
Semineri sunan bayan şöyle bir soru sordu bayana:” Çok ilginç hanımefendi! Eşiniz hem size yardım etmek istiyor hem de onun hakkında iyi yemek pişiremediğinizden dolayı eşinizin sizden şikâyet ettiğini dile getiriyorsunuz. Semineri sunan bayan bunu dedikten sonra arkasında çok şaşırtıcı bir soru daha sordu bayana:” Peki, her şeyi mükemmel yaptığınızı varsayalım; İngilizceyi üç ayda anadiliniz gibi konuştuğunuzu, araba kullanmayı ve yemek yapmayı bu süreçte çok iyi yaptığınızı düşünelim sonra ne olurdu?” Bayandan hızlı bir cevap: “Eşim beni boşar.”
Bayanın neden korktuğunu ve neden hayatınla ilgili sorumluluk alamadığını görebiliyor musunuz? Hayatında sorumluluk almayan kişiler ÇOK ŞİKAYET EDERLER. SÜREKLİ KURBAN ROLÜNDE OLUP PROBLEMLERE ODAKLANDIKLARINDAN HER ZAMAN KENDİLERİNİ HAKLI GÖRMEYE ÇALIŞIRLAR. Bu bayan hayatında beceriksiz olmayı kendi farkında olmadan yaratmıştı. Çünkü eşi ona acımış (belki de ayrılmak istiyor ve kendini suçluluk duygusundan kurtulmak için yapıyordu) ve onun ayakta durması için elinden geleni yapmıştı da. Bayanın en altında yatan kendine yetememek, yani kendi parasını kazanmak, ev kirası ve faturaları ödemek onun için zor olsa gerekti. İşte korkularımızla yüzleşmediğimizde, onların esiri oluyoruz sevgili dostlarım. Psikolojik olarak da kendimizi özgür hissetmemiz bir elzemdir. Aynı durum benim en yakınlarımdan birinin başından geçti.
Bir yakınım da kendisine yetemeyeceği korkusundan dolayı kendini hasta yaparak, etrafındaki insanlara kendini bağımlı hale getirmeye çalışıyordu. Bu bayanın sigortası yoktu, sadece eşinin emekli geliriyle geçiniyorlardı ve bu da sınırlıydı. Ve sürekli eşinden yakınıyor, suçluyor, eşinin geçmişteki yaptığı tüm şeyleri tekrar tekrar anlatıyordu. Eşi geçmişteki yaptığı şeylerden pişmanlık duyduğundan ve bundan dolayı da suçluluk hissetmemesinden dolayı ona iyi bakıyordu ama bir türlü de “O da ne yapsam yetmiyor ve sürekli beni azarlıyor.” diyordu.
Burada neden hastalığı yarattığını sorarsanız, kendisi boşansa o yaşında çalışma gücü olmadığından dolayı zorunluluktan eşiyle kalma ihtiyacı hissediyordu. Ama hastalığı yaratan kendisi olmamıştı ona göre, eşi yapmıştı bunu ona. Bu örnekte de olduğu gibi kendimize yetemediğimiz zaman (kendi hayatımızın sorumluluğunu alamadığımızda) hayatlarımı kendimiz nasıl yaratıyoruz fark edebildiniz mi? Korkularımızın üzerine gidemediğimizde, korkularımızın esiri olmaya devam edeceğiz. Ve he gün böyle bir yaşam bize acı verecektir.
İnanç 3
Değersizlik: Ben Sevilmeye Layık Değilim
Bu örneğimizi de bir komşumuzdan aldım. Komşum olan bu bayan arkadaşımızın iki kız kardeşi vardı. Ve neredeyse haftanın her günü bir araya gelirler tabiri caizse dedikodu yaparlardı. (Herhalde eşlerinden çok yakınıyorlardır laf aramızda).
Bu komşumuz, eşimle de arası iyi olduğundan sorunlarını paylaşır ve bir çözüm yolu arardı.
Bir gün onlar konuşurken kulak misafir oldum. (Merak işte ne yapalım). Bayan ev temizliği yapılması için kız kardeşlerinden yardım istemiş fakat ikisi de işlerim var bahanesiyle reddetmişler. Ve bayan, kız kardeşlerinin bu tutumlarından çok üzüldüğünü ve bundan dolayı da evde üç gün hasta yattığını ve ondan sonra kız kardeşleri ona yardıma geldiğini söylemişti. Anladığım kadarıyla kız kardeşleri illallah etmişti. Burası önemli. Neden bu olaydan sonra hasta oldu?
Hastalığı kendisi yaratmamıştır diyebilirsiniz ama şuna o kadar inanıyorum ki, hayatımızda bir şeye çok direnç gösterdiğimiz zaman, yani olayları kendi isteğimiz yönde gitmesi için zorladığımızda inanın kendimizi hasta etmeyi bilinçsiz bir şekilde de yapıyoruz. Bu bayanda da müthiş bir şekilde beni sevmiyorlar inancı vardı ve bunu kendisine kanıtlamanın yolunu da kız kardeşlerinden sürekli bir şeyler istemek olmuştu.
Kardeşlerinden biri itiraz etse, neredeyse bir ay konuşmadığı zaman olmuş. Onun için sevilmenin kanıtı, onun için bir şeyler yapmaktı. Bu olmadığında, karşı tarafı suçluyor ve karşı tarafta onun kancasına hemen takılıyordu, çünkü kardeşleri SUÇLULUK HİSSEDİYORLARDI ve bunu hissetmemek için de onun isteklerini yapıyorlardı.
İşte ego yine kendini kanıtladı. Eğer sevilebilmem için birilerinin benim için bir şey yapması gerekir. Bu kişi kendisini olduğu gibi sevildiğine de inanmıyordu. İnansaydı, bu kanıtların peşinden zaten gitmezdi. Sevgili okurlar, bugün artık her konuda İNANÇLARIMIZI SORGULAMA ZAMANI GELD İDE GEÇİYOR.
Kendinize sorun bunu neden yapıyorum? Çünkü her şeyin bir nedeni var ve bunların çoğunu bilinçsizce yapıyoruz. Hata çoğunu başkalarına yansıtıyoruz. Yeri gelmişken Yansıtmayla ilgili de size çok güzel bir örnek vermek istiyorum. Fazla örnek veriyorum ki daha iyi anlaşılmasını istiyorum bu konunun.
İnanç 4
Yansıtma:
Çok sevdiğim bir arkadaşım vardı ve kendisi yurt dışına okumaya gitmişti ve orada kirada oturuyordu. Günlerden bir gün ev sahibi, arkadaşımı bir gün akşam yemeğine çağırmış ve yemekte de ev sahibinin arkadaşları olacakmış.
Ev sahibi cana yakın birisi olduğundan, arkadaşımın canı sıkılmasın diye onu yemeğe konuk etmişti. Burada arkadaşım anlatıyor: o gece bayanın evine gitmiştim ve hayatımda böyle güzel ev görmemiştim. Bir zenginin sahip olacağı her şey vardı ve yemekler muhteşemdi. İçki içerken bir an da aklıma, bayanın eşiyle tartıştığı bir gün geldi. Orada ev sahibi kadına aynen şöyle demiştim: “Geçen gün evinizin önünde eşinizle tartışmanıza tanık oldum ve etrafınızdaki insanların toplanmasına rağmen tartışmaya yine de devam etmiştiniz.
Ev sahibi şoke olmuştu ve beni bir odaya çekerek, kızgın bir şekilde şunu demişti: “Neden beni arkadaşlarımın yanında rezil ettin; bunu neden söylemeye gerek duydun?” demişti. Cevabım basitti: “Bir anda aklıma geldi” demiş. Ev sahibi kadın, ısrarcı çıkmış ve bana; “Böyle bir şey bir insanın aklına bir an da gelmez, özellikle böyle bir yemek ortamında” demiş.
Arkadaşım ilk defa savunmaya geçmediğini ve bunu neden yaptığını bir müddet düşündükten sonra aklına şu gelmiş ve kadının bu konuda üzerine gelme cesareti göstermesine de çok şaşırmış. “Bu kadar şeye ben neden sahip değilim?” düşüncesi onda eksiklik veya siz başka bir şey deyin, FAKİR HİSSETİĞİNDEN ve bu duyguyu hissetmemesi içinde egosu saldırıya geçmişti.
Yani YANSITMIŞTI. Bu olaylar o kadar hızlı olur ki, bilinç dışında olur genellikle ve bilince çıkması içinde kendimizi savunma konusunda serbest bırakmamız gerekiyor. Bizi rahatsız eden duygulara teslim olmamız ve bizi daha sağlıklı kılmalarına izin vermeliyiz. İçimizdeki sıkışmış enerjiyi başkalarına yansıtmadan, odamızın kapısını kilitleyip orada ağlamanızı istiyorum. Sonra da neden bu duyguyu hissettiğiniz bulup iyi yanlarına derin derin düşünmenizi istiyorum
İnanç 5
Saygınlık: Saygınlık kazanmak için bir şeye sahip olmalıyım veya farklı görünmeliyim
Özellikle ülkemizde yaşayan biri olarak bizim için en önemli şey ne desem inanırsınız? Tabii ki kimlikler değil mi?
Benim 3.20 BMW var. Veya “ben sekreterim” yerine “asistanım” demek daha kabul edilir bir kimlik olarak yorumluyoruz. “Ben pazarlamacıyım” yerine, “danışmanım” diye söyleyebiliyoruz. Birisine sorun ne iş yapıyorsun diye? Ses tonunda vurgu varsa “Ben ITTT ManageRRR” diyorsa, hemen şunu anlayın “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
Koskoca “Ben müdürüm, sen bilmiyorsun taş fırın erkeğini.” söylüyor. Eğer farklı kişi aynı statüye sahip olmasına rağmen ses tonu normal konuşma tonunda söylüyorsa, ben o kişi hakkında onun için kimliğin çok önemli olmadığını söyleyebilirim. Belki de alçak gönüllü olmaya çalışıyor da olabilir. ( Ama bunu hemen söylemek yanıltıcı da olabilir.)
Size kendimize saygınlığımız olmadığı, ama başkaları bunu anlamasın diye kendimizi nasıl değiştirdiğimize dair çalıştığım bir şirkette arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Kendisi, montaj işinde çalışıyor ve günün belli zamanlarında kimi zaman tozlu topraklı yollarda, kimi zaman çamurlu-karlı ortamda çalışmak zorunda kalıyor. Eve, üstü-başı kirlenmiş bir şekilde geliyor doğal olarak. Her zaman diyorum, bir kişi hakkında yorum yapmadan önce o kişi hakkında, özellikle geçmişi konusunda biraz kafa yormamız gerekir. Çünkü yapacağımız çıkarımlar sağlıklı olmayacaktır. Kendisini gözlemlediğimde ilk dikkatimi çeken ayakkabıları olmuştu. O kadar temizdi ki, hatta arabasını bile düzenli temizliyordu.
Bunlar benim dikkatimi çeken şeydi ama o zamana kadar bunu neden yaptığına dair pek anlam verememiştim. Bir gün giyim konusunda konuşurken “Ayakkabıya verdiğim paraya hiç acımıyorum.” demişti. Ama benim için pantolon veya bir tişört olsun “Çok önemli değil.” demişti. Sonra kendime sordum neden TEMİZLİĞE önem veriyordu? Temiz olmayınca ayakkabısı veya arabası ne olurdu? Kendisi bunu şöyle cevaplıyordu gelin buna egosu diyelim: “Ben arabamı çok temiz tutarım, çok titizim, çok önem veririm temizliğe.” ona şüphe yok.
Ama neden cevap yine buna benzerdi: “çünkü seviyorum.” İşte kendimizi bu cümlelerin arkasına saklayarak nasıl da kandırıyoruz başkaları bizim özgüven eksikliğimizi sezmesinler diye. Sevdiği veya yakın kişileri veya oturduğu binadaki komşuları ayakkabılarını veya arabasının Çamurlu OLDUĞUNU görürlerse şu soruyu sormalarından korkuyordu: “ NE İŞ YAPIYORSUN?” “Ben Montajcıyım” demesi kabul edilebilir bir meslek olmadığından (en azından ona göre) insanların gözünde kendini eksik veya kusurlu hissedecekti.
Bu örnek bile bize başkalarının gözünden nasıl hayatımızı değiştirdiğimizin bir kanıtıdır. Neden şimdi başkaları için yaşadığımızı anlayabiliyor muyuz? Korkularımızdan dolayı daha nereye kadar başkalarının hayatını yaşamak istiyoruz? Korkularımızla dost olmadığımız zaman bizim hayatımızı onların yönetmesine izin vermeye devam ettikçe kendimizi kısıtlanmış, sıkışmış hissedeceğiz ve bunun farkına varmak bile bizi ÇOĞU zaman ürkütüyor. Hayat çok kısa dostlar.