“Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez.” – Sokrates –
Korkularımızdan Kaçabiliriz, AMA Saklanamayız; Bu dünya sıradan insanların- evden işe, işten eve gidenlerden- otomatik yaşama eğilimi gösteren, bir aktiviteden diğer aktiviteye hoplayan, kendi hakkında neredeyse çok düşünmeyen ve içinde yüce bir gücün var olduğunu hissetme eğilimi göstermeyenlerle doludur.
Uyanış, gelişim ve yaşamda risk almayı ve iniş çıkışlarla bile olsa zevk alabilmeyi, kendimizi ve bizi en çok canlı ve heyecanlı hissettiren şeyi bilmenin ilk ve en önemli adımıdır.
Bu süreç yolunda en önemli görev, kabul edilmeyen içimizde sıkışmış veya tıkanmış duyguların bedenimizde ya da duygularımızda görebilmektir. Çocukluğumuzdan beri, hayatta kalma içgüdüsünden dolayı bazı zor duyguları saklamayı öğrendik. Yapmak zorundayız. Evde bir vazo kırdığımızda annemiz bizi suçlayacağı korkusundan yalan söylemek zorunda hissederiz kendimizi.
Çünkü suçluluk duygusu bir enerjidir ve bu enerji bize ağır gelir bazen. Canımız bir şeye sıkıldığında sinirlenir ve bağırırız. Ama bu duygumuzu göstermenin bize yanlış olduğu mesajlarıyla karşılaşır ve bunun gibi birçok olumsuz dediğimiz duyguları maskelemeyi öğreniriz. Meydan okumayı ve rahatsız hisleri atmaya çalışırız. Ama bunların yanlış olduğu varsayımı, bizi kendi içimize hapseder.
Bu üzüntü enerjileri, bedenimiz içinde sıkışmış ve bastırılan bu duygular, endişeye, depresyona ve boyun tutulmalarına veya daha kötü hastalıklara ev sahipliği yapar.
Aslında bastırılmış duygular hiçbir zaman kaybolmazlar. Bir şey hissetmemek için ne kadar çok çalışırsak, hayatta bir o kadar istemediğimiz duyguları tetikleyen olaylarla bize geri döner. Yani siz kaçtığınızı sanırsınız ama saklanamazsınız. Bu evren, bizim bastırılmış duygularla yüzleştirmek için karşımıza istenmeyen olayları getirir, sırf içsel bilgeliğimizi fark edebilelim diye.
Eğer öfkenizle rahat değilseniz veya onunla baş edemiyorsanız, hayat size “Kızgın Olmak İçin” önünüze istenmeyen olayları getirecektir. Hayat sizin özgür olmanızı ister ama mesajları farklı yorumlarız maalesef. Kendimize ne kadar “Üstesinden gel sorun değil” deseniz de, olaylar bize bir şey yapmanın sizin için ne kadar zor olduğunu göstermeye devam edecektir.
Bizim içimizde olan şeyleri fark edene kadar, onu değiştirmek için bazen yetersiz olabiliriz. Yakın bir arkadaşım kızgınlığını ne kadar çok sakladıysa, hayat ona hep ihanet ve haksızlık eden insanları hayatına getirmişti. O ne kadar kızmamayı seçse de, halen içi öfke ve kinle doluydu. Halen özgür değildi. Açık söylemem gerekirse, arkadaşımın haklı olabileceği ve kızgın olmak için sebebi olduğunu göz önünde pek bulundurmamıştı. Hatta öfkelenmeyi de.
Arkadaşımın çocukluğunu dinlediğimde, ailesine karşı geldiği durumlarda, o hep azarlanan birisiydi. Ailesi, “Yaptıklarından utanmalısın. İyi kızlar sinirlenmezler. Ayna da kendine bak: Kızgınken bu kadar çirkin bir kızın yanın da kimse bulunmaz” demeleri, onun bu hislerini hissetmemek için susma ve gülme maskelerini takmaya zorlamıştı. Problem tabii ki kızgın olmasıydı. Ve iyi bir sebep için…
Size şunu söyleyebilirim: haklı olduğumuz, sınırlarımızın çiğnendiğini hissettiğimiz zamanlar da kızgınlığımızı ifade etmediğimiz zaman kanser olma riski taşıyoruz. Ve bu arkadaşıma da kanser teşhisi koyulmuştu.
Arkadaşım bu duygusunu gelip üzerinden akıp gitmesine izin vermesi gibi bir duyguyu çok uzun süreler unutmuştu. Kendisiyle konuştuğumda şunları söylediğimi hatırlıyorum ve halen hayattadır: “Hayatın, senin üzerine öfkeleneceğin birçok şeyi getirmeye devam ettiğini ve bunca yıldır utandığın hisleri göstermeye başlayana kadar, iş yerinde uğradığın haksızlıklara karşı öfkeni ortaya çıkarana kadar devam edeceğini…” dile getirmiştim.
Sabrını zorlaması gerektiğini ve bir gün artık “YETER! BENİM HAKLARIM SINIRLARIM BUDUR.” Bağırırcasına diyene kadar peşini bırakmayacağını da ekledim. Ve bu öfkeni, kızgınlığını hissi olarak yaşamaya izin verdiğinde artık hayatta senin sabrını zorlamayı bırakacağını söyleyerek; şimdi çok daha bütünsel yaşamayı öğrenmişti. Bana bile bağırarak meydan okuyordu artık. Onun adına çok sevinçliyim ve gurur duyuyorum.
Biz insanoğlu olarak amacımız, hayatın bize sunduğu tüm olaylara karşı bir bütün olmayı-tüm hislerimizin gelmesini kabul edip göstermeyi- ve bunların tümünü sevebilmeyi öğrenmektir. Hatta olumsuz dediğimiz tüm duyguları bile.
Yaşadığım tecrübelerime dayanarak söylemeliyim ki, korktuğumuz ve kaçındığımız duyguları azalttığımızda, yaşam ilginç bir şekilde bize daha az üzüntü veriyor. Üzüntümüzün bir amacı da, “DİKKATİMİZİ ÇEKMEK, SÖYLEMEYE İHTİYAÇ DUYDUĞUMUZ ŞEYLERİ DÜŞÜNDÜRMEK” olduğuna inanıyorum. Bastırdığımız duygulara daha dikkat ve ilgi gösterdiğimizde, güçleri bizim üzerimizde oldukça azalır. Ve daha sonra hayatımızda hiç beklenmeyen sağlıklı tesadüfler olmaya başlar. Ne kadar ilginç değil mi?
Gelin şimdi, size bir egzersiz ikram edeyim. Üzeri bitter çukulatalı, muzlu bir egzersiz
Bütün Duygularımızı Sahiplenme Egzersizi:
Kendimizi rahatsız ve acı veren bir duygu hissettiğimizde kendimize aşağıdaki soruları soralım.
- Çok sessiz bir yerde olsam, içimde bastırılmış bir duygu bulur muydum?
- Bu duyguyu “İLK” ne zaman yaşadım? Çocukken böyle bir duygu yaşadım mı? Hangi olayla bu rahatsızlık veren duygum tetiklendi?
- Bu duygu bana ne söylüyor ne gibi hikayeler anlatıyor?
- Neden bu duyguyu bastırıyorum? Neden Korkuyorum?
- Başkalarına yıkıcı olmadan bu bastırılmış duygularımı açığa çıkaracağım bir yol var mı?
- Bu rahatsız edici duyguyu kendim dahil, başkalarına zarar veremeden nasıl üstesinden gelebilirim?
- Onun sorumluluğunu alıp, gitmesine izin verebilir miyim?
Onları göz ardı etmeniz, sizden uzaklaşacağı anlamına gelmiyor. Bizden nasıl bir duygu kaçabilir ki; zaten içimizde olan şeyden nasıl kurtulmayı bekleyebiliriz. İçimizde olmayan şeye kimse dokunamaz. Daha başka bir değişle, “Yarası olan gocunur” deriz değil mi?
Tekrar görüşmek umuduyla. Hoş-çakalın.
Yaşam paylaştıkça güzelleşir.
Beni izlemeye devam edin…