Açgözlülük ve Rekabet, değişmez insan mizacının sonucu değildir.” Açgözlülük ve kıtlık korkusu aslında yaratılmakta ve bunun doğrudan sonucu olarak birbirimizle savaşmak zorunda kalmamızdır. – Jack Fresco
Parasal sistemi anlamanın 3. Bölümümüzde bu yozlaşmanın neden olduğu konusundan bahsedeceğiz. Acaba her şeyi Küreselci takımına yüklemek çözümü bize sunacak mıdır? Tabii ki sunmayacaktır.
Endüstri tasarımcısı ve toplum mühendisi Jack Fresco bakın nelere dikkat çekiyor bir de onu dinleyelim… Tabii ki görüşlerine katılır ya da katılmazsınız ama değişik bir bakış açısı sunduğu bir gerçek.
Adım Jack Fresco, endüstri tasarımcısı ve toplum mühendisiyim. Tolum ve tüm insanlar için sürdürülebilir bir sitem geliştirmek hep ilgimi çekmiştir. Öncelikle yolsuzluk kelimesi parasal bir tabirdir. Sapkın bir davranıştır. İnsanların REFAHINA zarar veren bir davranış.
Söz konusu insan davranışları ve bu davranışlar Genelde çevresel faktörlerce belirlenir. Yani Kızılderililer arasında yetişmişseniz, başak bir şey görmemişseniz onların değerlerini benimsersiniz. Bu uluslar, bireyler ve aileler içinde geçerlidir.
Çocuklarına kendi inançlarını ve toplumlarıyla ilgili düşünceleri aşılıyorlar ve bunun bir parçasıymış gibi hissettiriyorlar. Sabit diye nitelendirdikleri bir toplum yaratıyorlar. Elverişli bir bakış açısı oluşturup kalıcı hale getirmeye çalışıyorlar.
Oysaki toplumlar sabit değildir. Sürekli gelişirler. Bu yüzden sabitliğe engel olacak yeni fikirlere karşı savaşırlar. Hükümetlerde bunu ister. Çünkü güçlerini bu şekilde korurlar. Siyasi güce sahip olan insanlar bir şeyleri değiştirsinler diye seçilmezler. Onlardan beklenen işlerin aynı şekilde yürütülmesini sağlamaktır. Yani yozlaşmanın kaynağı toplumumuzdur.
Şunu açıklığa kavuşturalım: Tüm uluslar temel olarak yozlaşmıştır. Çünkü mevcut kurumlarını koruma eğilimindedirler. Ulusların hepsini itibarsızlaştırmak istemem. Ama kominizim, sosyalizm, faşizm, serbest girişimcilik sistemi ve diğer alt kültürler aynıdır. Hepsi esasında yozlaşmıştır.
Toplumsal kurumlarımızın en temel özelliği KENDİNİ KORUMAYA DUYULAN İHTİYAÇTIR. Söz konusu ister yozlaşma ister din isterse de bir hükümet olsun en büyük amaç kurumun kendini korumaktır. Örneğin bir petrol şirketinin en son isteyeceği şey, kendi kontrol dışındaki bir enerji kaynağın kullanılmasıdır. O zaman varlığını sürdüremeyecektir. Toplumla kendi arasındaki bağı zayıflayacaktır. Aynı savaş, soğuk savaş, Sovyetler birliğinin çöküşü de aslında Amerika’nın sabit ekonomik ve küresel egemenliğini koruyup kalıcı hale getirmek içindir.
Yine dinlerde insanları doğal eğilimlerinden ötürü SUÇLU HİSSETMEYE ŞARTLANDIRIR. Ve herbiri kurtuluşa giden yolun kendinden geçtiğini öne sürer. Bu kurumsal kendini koruma durumunun kalbinde para sistemi yatar.
Çünkü güç ve hayatta kalmak için yeterlidir. Bu yüzden fakir bir insan hayatta kalmak için nasıl bir hırsızlık yapıyorsa, bir kurumun kazanmaya devam etmesi için ne gerekiyor yapması da doğal bir eğilimdir (Katılırsınız bilemem). Bu karlı bazlı şirketlerin değişmesini zorlaştırır. Bu sebeple toplumsal uygunluğuna bakılmaksızın bir kurumu koruma gerekliliği büyük oranda para ve kâr amacından kaynaklanmaktadır.
İnsanlar, bu işten çıkarım ne diye düşünür. Yani bir insan belirli bir ürünü satıp para kazanıyorsa doğal olarak kendi işine zarar verecek başka bir ürünü ortadan kaldırmaya çabalar. Bu yüzden insanlar adil olamazlar. Ve birbirine güvenmezler. Adamın biri gelip size der ki: “Elimde tam aradığınız gibi bir ev var.” Kendisi bir satıcıdır. Bir doktor, “Sanırım böbreğinizi almamız gerekecek” dediğinde gerçekten gerekli mi yoksa satıp kendine yat mı alacak bilemem. Parasal sistemde insanlara güvenmek zordur.
Mağazama geldiğinizde “Bu lamba gerçekten çok güzel ama yan dükkandaki lambalar çok daha iyi” dersem bu işte fazla tutunamam. Etik davranmam işe yaramaz. Yani endüstri insanları önemser dersen yalan söylersiniz. Etik davranma lüksleri yoktur. Yani sisteminiz insanların iyiliği için tasarlanmamıştır. Bunu halen anlamıyorsanız şöyle deyim: İnsanları gerçekten önemseselerdi işlerde dış kaynak kullanımı olmazdı. Endüstri önemsemez. Sadece insan çalıştırır ki bu henüz otomatikleştirilmemiştir. Yani dürüstlük ve etikten bahsetmeyin.
Şurası çok önemli, Toplumsal sistem ister faşist olsun ister sosyalist kapitalist ya da komünist olsun temel mekanizma hep para, işgücü ve rekabete dayalıdır.
Kominist Çin, Amerika’dan daha az kapitalist değildir. Tek fark, devletin işletmelere müdahale etme derecesidir. İşin aslı dünya üzerindeki tüm ülkelerin çıkarlarına rehberlik eden mekanizma tabiri cazise paralelizmdir. Bu parasilzmin en ağır ve baskın çeşidi serbest girişimcilik sistemidir.
Adam Smith gibi eski serbest piyasa ekonomistlerinin öne sürdüğü gibi temel bakış açısı kar ve rekabetin SOSYAL REFAH sağladığı yönündedir. Çünkü rekabet, insanlara hazmedecek motivasyonu sağlayan teşvikler oluşturur. Fakat bahsedilmeyen şey rekabet bazlı bir ekonominin sürekli olarak stratejik yozlaşmaya güç ve varlık artımına, toplumsal ayrışmaya, teknolojik aksaklıklara, işgücü suiistimaline ve nihai olarak da zengin elitlerin yürüttüğü gizli hükümet diktatörlüğüne sebep olduğudur.
Yozlaşma kelimesi çoğu zaman ahlakı sapkınlık şeklinde tanımlanır. Bir şirket paradan tasarruf etmek için atıklarını okyanusa boşaltıyorsa çoğu kişi bunu yozlaşmış bir hareket olarak görür. Daha gizli seviyelere inildiğinde Wal-Mart’ın (Walmart Inc. Sam Walton tarafından kurulmuş dünya çapında şubeleri olan bir Amerikan perakende satış yapan mağazalar zinciridir.) ufak kasabalara girip ufak işletmelerin kepenk indirmek zorunda bıraktığı görülür. Çünkü rekabet edemezler. Ve gelecekleri belirsizleşir. Ama Walmart’ın yanlış yaptığı şey ne? Yok ettikleri bu küçük kuruluşlar…
Biraz daha gizliye inersek görürüz ki işi daha az maliyetle yapan yeni bir makine çıktığı için biri işten atılıyor. İnsanlar bu durumları yapacak bir şey yok deyip kabullenir. Ve bunun altındaki yozlaşmayı görmezler. Çünkü aslında ister zehirli atık dökmek ister tekel bir kuruluş olmak isterse işgücünü azaltmak olsun ortak nokta aynı: KAR. Bunlar sadece para kazanmayı, insan refahını önüne koyan aynı kendini koruma mekanizmasının farklı dereceleri. Bu yüzden yozlaşma parasalizmanın bir yan ürünü değil, ta kendisidir. Trajik ama gerçek.
Çoğu insan bu durumun az çok farkında olsa da yine birçoğu bu bencil mekanizma her geçen gün toplum zihniyetine köklerini salarken buna sessiz kalıyor. İçerden alınan belgeler gösteriyor ki, şirket ellerindeki ilaçlarda aids virüsü olmasına bilmesine rağmen bu ilaçları Amerika pazarından çekip, Fransa, Avrupa, Asya ve Latin Amerika’da satışa sundu.
Amerikan hükümeti buna izin verdi. Binlerce masum hemofil hastası aids virüsünden öldü. Şirket, ilaçlarda AIDS virüsü olduğunu biliyordu. Yine de piyasaya sürdüler. Çünkü bu felaketten KAR elde etmek istediler. “Biliyorum bunu bir insan nasıl yapar?” diye soruyorsunuzdur. Peki bu bir insan doğasının bir parçası desem…
Şöyle söyleyeyim. Her şeyin temelinde yozlaşma var. İnsanın özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle (para, statü, hırs, mevki) zamanla yitirmesine, özünden uzaklaşmasına, manevi anlamda bozulmasına neden oluyor. Herkes birbirini boğazlıyor. Ve bu durumda ahlaktan bahsedilemez.
Esasında kimi seçeceklerini bilmiyorlar. Demokrasiden bahsediyorlar ama parasal temelli bir ekonomide bu mümkün değil. Kendini ve istediğin pozisyonu tanıtmak için daha fazla paranın olması demokrasi değildir. Bu ancak avantajlı statüdeki insanlara hizmet eder. Yani her zaman ekonomik yönden zengin insanların DİKTATÖRLÜĞÜ söz konusudur.
Pek bilinmedik insanların ekranlarda birdenbire başkan adayı olarak çıkmaları oldukça ilginç bir durum. Sonra bir bakıyorsunuz ki, muhtemelen aynı sosyal bakışa sahip ufak bir grup son derece zengin insan arasında bir seçim yapmanız gerekiyor.
Bunun ciddi alınır tarafı yok. Seçimlere aday olacak kişiler önceden belirleniyor ve bunları belirleyenler gösterinin asıl sahipleri olan sabit finansal güçler. Ama bu demokrasi illüzyonunun farkında olan çoğu kişi sıklıkla ahlaklı dürüst siyasilerini güç sahibi yaparlarsa sorun olmayacağını düşünüyor. Bu fikir sabit ve yönlendirilmiş dünya görüşümüze mantıklı gelse de ne yazık ki başka bir yanıltmacadan ibarettir. Çünkü söz konusu gerçekten neyin önemli olduğuna geldiği zaman siyaset kurumun ve bundan ötürü de siyasilerin kendilerinin, dünyamızın ve toplumumuzun işleyişiyle gerçek anlamada bir alakaları yoktur.
Sorunları çözecek kişiler siyasiler değildir. Bu konuda teknik bir kabiliyetleri yoktur. Sorunların nasıl çözüleceğini bilmezler. Samimi olsalar da sorunların nasıl çözeceğini bilmezler. Bunu bilenler tuz çıkarma fabrikaların çalışan teknisyenlerdir. Size elektrik sağlayan teknisyenlerdir. Size motorlu taşıt satarlar, evinizi yazın sıcak, kışın soğuk tutanlardır. Sorunları çözen teknolojidir, siyasiler değil. Siyasiler çözüm çözemez, çünkü bu yönde bir eğitim almamışlardır.
Günümüzde az sayıda insan durup yaşamlarını iyileştiren şeyin ne olduğunu sorgular. Para mı? Kesinlikle hayır. Parayı yiyemezsiniz. Siyaset mi? Siyasilerin yapacağı tek şey, YASA ÇIKARMAK, BÜTÇE BELİRLEMEK ve SAVAŞ AÇMAKTIR. Din mi? Elbette hayır. Din, ihtiyacı olanlara duygusal bir manevi destek vererek işe yaramaz. Biz insanların sahip olduğu gerçek hediye, yaşamlarımızı geliştiren her şeyin tek sorumlusu olan TEKNOLOJİDİR.
Teknoloji nedir? İnsanların fikirlerini SOMUT HALE GETİRMEK için kâğıda dökmelerini sağlayan KALEMDİR. Teknoloji, insanların yürüyebileceğinden çok daha hızlı gitmesini sağlayan OTOMOBİLDİR. Teknoloji, ihtiyaç duyan daha iyi görmesini sağlayan GÖZLÜKTÜR.
Uygulamalı teknoloji, aslında sadece insanları GÜÇLÜK VE SORUNLARDAN KURTARIP HARCANAN GÜCÜ AZALTAN İNSANİ VASIFLARIN bir uzantısıdır. Günümüzde telefon, fırın, bilgisayar ya da uçak olmadan NASIL BİR HAYATIMIZIN OLMAYACAĞINI bir düşünün! Evinizdeki kapı zilinden, masa ve bulaşık makinesine kadar ARTIK ALIŞIK OLDUĞUMUZ HER ŞEY, İŞİNİ BİLEN TEKNİSYENLERİN YARATICI ve BİLİMESEL AKILLARININ BİR ÜRÜNÜDÜR. Paranın, siyasilerin ya da dinin değil. Bunlar, SAHTE KURUMLARDIR. Ortaya somut bir şeyler koymaktan acizdirler.
Bir de kongre oylaması var ki, aman aman… Bir şeyler hal olsun istiyorsan bir kongre üyesine oy vermeni istiyorlar. Washington’daki adamların teknolojiden sorumlu olmasını, eğitimden sorumlu olmasını, suçtan sorumlu olmasını yani insan davranışlarını şekillendiren tüm bu etkenlerden, kongre üyesine oy vermezseniz de bu işi yapmak zorunda.
Bu işleri yürütmeleri için ne tür insanları yönlendiriyorlar. Zor günler bizleri bekliyor. Siyasiler hep şu soruyu sorar: Bir proje ne kadara mal olur; sordukları soru ne kadara mal olur ya da yeterli kaynağımız var mı değildir.
Günümüzdeki herkesi barındırmaya, dünyanın her yerine hastaneler ve okullar yapmaya, eğitim ve tıbbi araştırmalar için tüm laboratuvarları en iyi ekipmanla donatmaya yetecek kaynağa sahibiz. Yani bunlara sahibiz ama parasal bir sistemde yaşıyoruz. Ve bu sistemde mühim olan tek şey; KARDIR.
Peki kişisel çıkar haricinde kar sisteminin yürümesini sağlayan temel mekanizma nedir? Bu rekabet üstünlüğünün süre gelmesini sağlayan asıl şey nedir? Yüksek randıman(verim) ya da sürdürülebilirlik mi? Hayır. Bu, tasarımlarının bir parçası değil. Kar bazlı toplumumuzda üretilen hiçbir şey belki de sürdürülebilir ya da randımanlı değildir. Öyle olsaydı ortada ne yıllık kazancı milyonlarca otomobil hizmeti endüstrisi olurdu ne de çok sayıda elektronik eşyanın ortalama kullanım ömrünün 3 ay olurdu.
Bolluk mu? Kesinlikle hayır. Arz talep kanuna bakıldığı zaman bolluk aslında olumsuz bir şeydir. Bir elmas şirketi kazılar sırasında bir elmasın 10 katını bulursa, bu elmas tedarikinin artmasına bundan ötürü de elmas başına elde edilen paranın düşmesine neden olur. Aslında randıman, sürdürülebilirlik ve bolluk KARIN düşmanlarıdır. Tek kelimeyle anlatmak gerekirse KARI ARTTIRAN ŞEY, KITLIK MEKANIZMASIDIR.
Kıtlık nedir? Ürünleri değerli tutma esasına dayalı bir şeydir. Petrol üretimini yavaşlatmak fiyatları arttırır. Elmastaki bir kıtlık, fiyatları taban yaptırır. Karbondan oluştuğundan yanabilen elmasları bir madende yakılıyor ki fiyatları yüksek olsun. Öyleyse ister doğal, isterse de manipülasyon aracılığıyla çıksın, endüstri için faydalı olan kıtlık kar ise, toplum için ne demek oluyor?
Bir kar sisteminde sürdürülebilirlik ve bolluğun asla söz konusu olmayacağı demek oluyor. Çünkü bunlar, bu yapının doğasına aykırı. Bu sebeple, SAVAŞ VE SEFALETİN OLMADIĞI bir dünyaya sahip olmak, teknolojiyi sürekli olarak en verimli ve üretken seviyede geliştirmek ve en acısı da insanların gerçek anlamda ahlaki ve doğru şeklinde davranmasını beklemek imkânsız.
İnsan doğası ya da insan davranışı
İnsanlar içgüdü lafını çok kullanır. Çünkü davranışlarına açıklama getiremezler. Şöyle bir durup kısıtlı bilgileriyle bir değerlendirme yaparlar ve insanların belirli bir doğası vardır; açgözlülük doğal bir şeydir gibi şeyler söylerler. Sanki bu konuda yıllarca bir şeyler çalışmışlarda açgözlülük nefes almak kadar doğal bir şeymiş gibi.
Yapmak istediğimiz şey sorunların sebeplerini ortadan kaldırmak. Açgözlülüğe, bağnazlığa, önyargılara insanların birbirinden istifade etmesine… Hapishane ve sosyal yardım ihtiyacına son vermek. Bu sorunlar hep vardı. Çünkü hep kıtlık içinde yaşadık ve kıtlığa sebep olan da takasa dayalı parasal sistemlerdir.
Toplumsal yönden kötü dediğiniz davranışlara yol açan durumları yok ederseniz öyle bir şey kalmaz. “Bu doğal bir şey değil mi?” diye sorarlar. Hayır değil, doğal değil. İnsan doğası yoktur, insan davranışları vardır. Ve bu da tarih boyunca değişiklik göstermiştir.
Bağnazlık, açgözlülük, yozlaşma ve nefretle doğmazsınız. Bunları toplumdan alırsınız. Savaş, yoksulluk, yozlaşma, açlık sefalet ve çekilen acılar parasal bir sistemde değişime uğramayacak. Yani yaşanılan değişiklikle çok az olacak. Bunun için kültürümüz ve değerlerimiz yeniden tasarlanacak ve bu, dünyanın buna ne kadar izin verdiğiyle alakalı olacak. İnsanların ya da siyasi görüşleriyle veya insan ilişkilerini tanımlayan bazı dini düşüncelerle değil. İşte Venüs projesi de bununla alakalı…
Venüs Projesi
Birazdan bahsedeceğimiz toplum eski batıl inançlara, kalıplara hapishanelere, polislere, zalimliğe ve yasalara sahip olmayan bir toplum. Hiçbir kanun olmayacak ve simsarlık, bankerlik ve reklamcılık gibi artık geçerli olmayan tüm meslekler sonsuza kadar ortadan kalkacak. Çünkü artık gereksiz olacaklar. İnsanlığı özgür kılan ve yaşam kalitemizi arttıran şeyin insan aklından çıkmış teknoloji olduğunu anladığımız zaman odaklanmamız gereken en önemli şeyin dünya kaynaklarının akıllıca yönetilmesi olduğunu da anlarız.
Çünkü refaha giden bu yolda devam etmemiz için gereken materyalleri bu doğal kaynaklardan elde edebiliriz. Bunu anlarsak, paranın aslında bu kaynakların önünde bir engel olduğunu görürüz. Çünkü neredeyse her şeyin maddi bir değeri var. Peki bu kaynaklara ulaşmak için neden paraya ihtiyacımız var. Gerçek ya da sözde kıtlık yüzünden. Hava ve çeşme suyu için para ödemiyoruz. Çünkü bunlar o kadar bol ki satmak anlamsız olur. Peki bir düşünürsek, evler, şehirler ve ulaşım araçları gibi toplumdaki her şeyi oluşturmak için kullanılan kaynaklarda ve teknolojilerde de yeterince bolluk olsaydı. Bir şeyler satmak için bir neden olmazdı.
Benzer şekilde otomasyonlar ve makineler insanları işgücünden kurtaracak şekilde gelişmiş olsaydı işe gitmeye gerek kalmazdı. Ve bu toplumsal konuların icabına bakılmasıyla paraya da gerek kalmazdı. Geriye şu soru kalıyor: Biz insanlar böylesi bir bolluğun olduğu ve şimdi sahip olduğumuz her şeyin fiyat etiketi ya da işe girme gerekliliği olmadan mevcut olduğu bir toplum yaratacak kadar bir kaynağa ve teknolojik birikime sahip miyiz? Evet, sahibiz. En az bunları sağlayacak kadar kaynağın ve teknolojinin yanı sıra yaşam standartlarını gelecekteki insanların dönüp şimdiki uygarlığımıza bakarak ne kadar ilkel ve toy olduğumuza şaşırmaya yetecek seviyeye taşıyacak yeteneğe sahibiz.
Venüs projesinin sunduğu şey, günümüz ilmine uydurulmuş tamamen farklı bir sistem. Bilim insanlarımıza hiçbir zaman sıkıcı ve tek düzey işleri, ulaşımdaki kazaları, gıdalarımızdaki zehirleri ortadan kaldıracak, ayrıca insanların yüksek yaşam standartlarına sahip olmasını sağlayacak ve bize temiz ve etkili farklı enerji kaynakları sunacak bir toplum tasarlama imkânı veremedik. İşte burada artık bunu yapabiliriz.
Kaynak bazlı bir ekonomiyle, para bazlı bir ekonomi arasında fark, kaynak bazlı ekonominin insanlarla ve onların refahıyla ilgili olmasıdır. Fakat para bazlı bir sistem o kadar bozulmuştur ki halkla olan bir ilişki varsa bile bu ikinci plandadır. İmal edilen ürünlerde önemli olan tek şey NE KADAR KAZANDIRACAĞIDIR. Toplumda bir sorun varsa ve bu sorun bir para kazandırmayacaksa sorun çözülmez. Kaynak bazlı ekonomi daha önce hiç denenmemiş bir şey. Günümüzde teknolojinin tamamını kullanarak BOLLUK yaratabiliriz. Teknolojimizi kullanırsak ve çevreyi korursak tüm dünyada bolluk olur. Ve bu da herkesin yaşam kalitesini arttırır. Oldukça farklı bir sistem ve bahsetmesi de güç. Çünkü halkın teknolojinin ne seviyede olduğuna dair pek bir bilgisi yok.
Enerji
Günümüzde fosil yakıt kullanmamıza gerek yok. Çevreye zarar verecek herhangi bir şey kullanmamıza gerek yok. Hali hazırda çok sayıda enerji kaynağı var. Düzenin dayattığı hidrojen, biyokütle ve hatta nükleer gibi alternatif enerji çözümleri son derece yetersiz ve tehlikelidir. Ve sadece endüstrinin yarattığı KAR YAPISINI korumak için vardırlar.
Enerji şirketlerinin öne sürdüğü propagandanın ve kendine hizmet eden çözümlerinin kendisine baktığımızda güç üretimi için çok sayıda temiz, bol ve yenilenebilir enerji kaynağı olduğunu görebiliriz. Güneş ve rüzgâr enerjisi toplumda iyi biliniyor. Ancak bu kaynakların gerçek potansiyeli açıklanmıyor.
Güneşten elde edilen enerji o kadar verimlidir ki öğle vakti gelen bir saatlik ışık tüm dünyanın bir yılda tükettiği enerjiden daha fazla enerji barındırır. Bu enerjinin %0,01 ini kullanabilseydik dünyada petrol ya da gaz kullanılmaya gerek olmayacaktı. Yani mesele alternatifsizlik değil. Bunu kullanacak teknoloji; bilgisi ve becerisi gerekir. Günümüzde bu teknolojiye erişecek teknoloji var.
Ancak mevcut enerji gücü yapılarının pazar payındaki rekabet ihtiyacı buna engel oluşturuyor. Bir de rüzgâr enerjisi var. Rüzgâr enerjisi yıllardır konuma bağlı ve pratik olmayışı sebebiyle zayıf olarak nitelendiriliyor. Bu hiç doğru değil.
Amerika Enerji Bakanlığı, 2007 yılında rüzgârın Amerika’nın 50 eyaletinde sadece 3’ünde tam olarak kullanılması halinde tüm ülkeye güç verebileceğini belirtti. Ayrıca biraz daha az bilenen gelgit ve dalga enerjisi var. Gelgit enerjisi okyanuslardaki gelgitlerden elde ediliyor. Bu hareketi yakalayan tribünler kuruluyor. Ve enerji üretiliyor aşağıdaki resimde olduğu gibi:
Şu an buna uygun Birleşik krallıktaki buna uygun 2 bölge var: Ve tüm birleşik krallığın enerjisinin %34’ü sadece gelgit enerjisinden sağlanabilir. Dalga enerjisi de okyanusların yüzey harekelerinden elde edilir. Ve küresel çapta yılda 80.000 teravayt saat güç üretebilir. Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi.
Yani tüm gezegenin enerjisinin %50 si sadece bu kaynaktan elde edilebilir.
Şurası da önemli ki, gelgit, dalga, güneş ve rüzgâr enerjisinin kullanımı için kömür, petrol, gaz, biyokütle hidrojen ve benzerlerinin aksine neredeyse hiç enerjiye ihtiyaç yoktur. Bu dört kaynak (gelgit, dalga, güneş ve rüzgâr) teknoloji aracılığıyla etkili bir şekilde kullanılabilirse hep birlikte dünyaya sonsuza kadar güç verebilir. Bununla birlikte tüm bu kaynakları gölgede bırakacak başka bir tür temiz ve yenilenebilir enerji de var: Jeotermal enerji.
Jeotermal enerji
Jeotermal enerji ısı işleme adlı su kullanılan basit bir işlemin yardımıyla muazzam miktarda temiz enerji üretilebilir. 2006’da IMT’nin jeotermal enerji raporuna göre dünyada şu anda 13.000 zetajunluk ZJ bir enerji mevcut. Ve bunun 2.000 zetajulu ZJ gelişmiş teknolojiyle kolayca kullanılabilir. Dünya üzerindeki tüm ülkelerin yıllık enerji tüketimleri yaklaşık yarım 0,5 zetajuldur ZJ. Yani sadece bu kaynaktan gezegeni 4.000 yıl besleyecek enerji elde edilebilir. Dünyanın ısı üretiminin sürekli tazelendiğini de göz önüne alırsak, bu enerjinin sınırsız olduğunu ve sonsuza dek kullanılabileceğini görürüz.
Bu enerji kaynakları, mevcut temiz ve yenilenebilir kaynaklardan sadece birkaçı. Ve zaman geçtikçe yenilerini bulacağız (mesela bor gibi) yani işin aslı gereken enerji bolluğuna sahibiz. Ve temiz olan bu kaynakları muhafaza etmeye veya parayla satmaya gerek yok.
Ulaşım
Peki ya ulaşım; toplumumuzda ulaşım demek, otomobil ve uçak anlamına geliyor. Ve 2 side çalışmak için FOSİL yakıta ihtiyaç duyuyor. Otomobillere değinirsek. Saatte 160 km hızla giden elektrikli bir aracın, tek şarjla 360 km yol gitmesini sağlayacak BATARYA TEKNOLOJİSİ yıllardır mevcut.
Ancak batarya patentlerinin Pazar payının korunması için erişilebilirliklerini sınırlayacak şekilde petrol şirketlerince kontrol edilmesi ve enerji endüstrisinin yaptığı siyasi baskı sebebiyle bu teknolojiyi bulabilmek ve satın alabilmek oldukça güç. Dünyadaki tüm otomobillerin benzine ihtiyaç duymaksızın elektrikli ve tamamen temiz olmamasının sebebi yozlaşmış kar politikları. Uçaklar konusunda da seyahatin oldukça verimsiz, külfetli ve yavaş olduğunu ve çevreyi çok kirlettiğini biliyoruz.
Yukarıdaki tren MagLev trenidir. İlerlemek için mıknatıs kullanıyor. Manyetik alan sayesinde havada duruyor ve uçak seyahati için gereken yakıtın %2’sine ihtiyaç duyuyor.
Trende tekerlek yok. Yani eskiyecek bir şey de yok. Bu teknolojiyi kullanan en hızlısı olan Japonya’daki modelinin yaptığı hız, saatte 580 km’dir. Ancak bu versiyon oldukça eski. Venüs projesiyle bağlantılı olan ET3 adlı bir kuruluş karadan ve denizaltından geçebilen hareketsiz ve sürtünmesiz bir tüpün içinde saate 6.440 km yapabilen tüp temelli bir Maglev geliştirdi. Aşağıdaki resim bunu gösteriyor.
Los Angels’dan, New York’a bir öğlen gidebildiğinizi düşünün. Ya da Washikton’dan Pekin’e 2 saatte gittiğinizi… İşte bu, kıta içi ve kıtalararası seyahatin geleceğidir. Hızlı, temiz ve aynı amaçlar için kullandığımız enerjinin çok ufak bir kısmına ihtiyaç duyuyor. Aslında MagLev teknolojisini, gelişmiş bataryaları ve jeotermal enerjiyi kullansaydık, fosil yakıtlarına hiç gerek kalmazdı. İlerleme karşıtı kar yapısı olmasaydı bunu hemen yapabilirdik.
Çalışmak
Amerika’da bir faşizme eğilimi var. Faşist bakış açılarını sürdürebilmek için baskın felsefeleri ve dini kullanıyorlar. Amerikan endüstrisi, temelinde faşist bir kurumdur. Bunu anlamazsanız kendinizi bir diktatörlüğe sürüklenirken bulursunuz. Çalışmaya saygı duymamız fikri aşılanıyor. Ama bana kalırsa ben bunu paralı kölelik olarak görüyorum. Geçiminizi alnınızın teriyle sağlamanız gerektiğine inanmanızı istiyorlar. Bu da insanları engelliyor.
İNSANLARIN YAPTIĞI AĞIR VE SIKICI İŞLER, ONLARI CAHİLLEŞTİRİYOR. Resmen soyuluyorlar. Bizim toplumuzda kaynak bazlı, makinelerin insanları özgür bıraktığı bir ekonomi var. Bunu hayal edemiyoruz. Çünkü bu tür bir dünya hiç kafamızda olmadı.
Otomasyon
Tarihe dönüp bakarsak yavaşça insan gücünün yerini alan makine otomasyon örneklerini görüyoruz. Asansör sorumlunun ortadan kalkmasından, otomobil fabrikaların neredeyse tamamen otomatikleşmesine kadar her şey teknoloji geliştikçe insan gücüne duyulan ihtiyacın azalacağını gösteriyor. Bu para bazlı işgücünün yanlışlığını göstererek bir çelişki doğuruyor. Çünkü insanların istihdamı teknolojik gelişmeyle doğrudan rekabet halindedir.
Bu sebeple endüstrinin kar önceliğini göz önüne alırsak insanlar zamanla işten uzaklaştırılacak yerlerine makineler getirilecek. Endüstri iş süresini azaltmak yerine makinelere başvurursa küçülmeye gider ve işinizi kaybedersiniz. O yüzden makinelerden korkmakta haklısınız. Gelişmişi teknolojili ve kaynak bazlı ekonomide mevcut işlerin %90’ının makinelerce halledilebileceğini söylemek yanlış olmaz.
İnsanlar hizmet etmeden özgürce yaşayabilirler. Çünkü teknolojinin amacı aslında budur. Zaman içinde nano teknoloji ve diğer çok gelişmiş bilim formlarıyla en karmaşık tıbbi işlemlerin bile makineler tarafından yapıldığını görmek abartılı bir tahmin etmek olmaz. Ve bunu günümüzün insanların yaptığından çok daha iyi yaptığını söyleyebiliriz. Yol açık ama gelir için iş gücü gerektiren para bazlı yapımız bu işleyişi engelliyor. Çünkü insanların yaşamak için işe ihtiyacı var. Sonuç olarak bu sistem bitmeli. Yoksa asla özgür olamayız. Ve teknoloji sürekli engellenir.
Kanalizasyonlarımızı makinelere temizletirsek, işi bunu yapacak birini özgür bırakırsınız. Yani makineleri insan icratlarının uzantısı olarak düşünmeliyiz. Dahası kaynak bazlı bir ekonomide günümüzdeki birçok işe gerek bile kalmayacak. Örneğin Para yönetimi, reklamcılıkla, hatta yasal sistemle alakalı hiçbir işe gerek olmayacak. Çünkü para olmazsa günümüzde işlenen suçların büyük bir çoğunluğu işlenmez. Neredeyse tüm suçlar, parasal sistemin ya doğrudan doğurduğu ya da ekonomik yetersizliklerden doğduğu sinir halinin açtığı bir sonuçtur. Bu yüzden yasalarda nihayetinde doğrudan kalkacaktır.
Dikkatli sürün! Yağışta kaygan zemin gibi tabelalar koyacağınıza yollara aşındırıcı maddeler uygulayın ki yağışta kaygan olmasın. Biri sarhoşken araba kullanırsa araba sağa sola sallanıyorsa bunu algılayan bir sensör koyun araba kendi kendine kenara çeksin. YASA DEĞİL, ÇÖZÜM ÜRETİN. Araçlara radar ekleyin ki çarpışmasınlar. (Tamircilerin işi biter eyvah eyvah) İnsan elinden çıkan yasalar, çıkan sorunlarla ilgilenme amacı taşır. Ve bu yasalar sorunlar nasıl çözülür; bilinmeden çıkarılır.
Amerika’nın yani en özelleştirilmiş ve kapitalist ülkenin ayrıca her yıl daha da büyümekle beraber en büyük hapishane popülasyonuna sahip ülke olmasına şaşmamak gerek. İstatistiksel olarak bu insanların büyük çoğunluğu eğitimsiz ve fakir bir çevrede yetişmiş kişiler. Onları suç işlemeye iten şey, bu çevresel şartlanmadır. Fakat toplum konuyu görmezden geliyor. Yasa ve hapishane sistemleri, toplumumuzun davranışlarındaki sebepleri araştırmaktan kaçınmasının başka örneklerinden ibaret. Her yıl hapishaneler ve polisler için milyarlar harcanırken suçun ortaya çıkmasındaki en temel sebepler olan fakirlikle ilgili programlara çok az bütçe ayrılıyor. Ve yoksulluğu tercih eden ve hatta yaratan bir sistemimiz olduğu sürece suç, asla bitmeyecek.
İnsanlar gereksinimine, hizmet, borç, takas ya da alışveriş olmadan erişebilseydi farklı davranırdı. İnsanlar, fiyat etiketi olmasın ister. Şöyle diyebilirsiniz. Fiyat etiketi olmalı ki insanlar motive olsun. İnsanlar her istediğini alabilirse sabahtan akşama kadar yatar.
Bu, onların yarattığı bir mittir. Kültürümüzde insanlar parasal sistemin teşvik edici olduğuna, her şeye erişebilirlerse hiçbir şey yapmayacaklarına ve şefiklerini kaybedeceklerine inanacak şekilde eğitiliyor. Amaç, parasal sistemi desteklemenizi sağlamak. Her şey bunun üzerine kurulmuş. Sistemden parayı çıkardığınız zaman teşvik edecek şeyler değişir. Hem de çok… İnsanlar gereksinimlerine erişince TEŞVİK KAYNAKLARI DEĞİŞİR. Ay ve yıldızlar misali yeni teşvik kaynakları bulurlar. Hoşunuza giden bir resim yapmışsanız ve bunu seve seve diğer insanlara verirsiniz satmazsınız.
Eğitim
Bence günümüzdeki eğitim sistemi temelinde insanları iş için hazırlıyor. Çok özelleştirilmiş. Genel kültür yok. İnsanlar farklı konular hakkında pek bilgi sahibi değil. Bence insanlar pek çok konu hakkında pek çok şey bilselerdi asla savaşa gitmezlerdi. Eğitimin çoğunlukla ezber temelli olduğunu ve sorunların çözmeyi öğretmediğini düşünüyorum. Eleştirel düşünmeleri için gereken bilgileri ne duygusal ne de bilimsel olarak alamıyorlar. Kaynak bazlı bir ekonomide eğitim çok farklı olurdu.
Toplumumuzun TEMEL İLGİ ODAĞI zihinsel gelişim ve her insanı gerçek potansiyelini kullanmaya itmek. Çünkü felsefemiz, insanlar ne kadar zekiyse dünya o kadar zenginleşir.
Çünkü herkes katkı sağlar. Çocuklarımız ne kadar zeki olursa, hayatım o kadar iyi olur. Çünkü çevreye ve yaşantıma daha yapıcı katkılarda bulunurlar diye düşünürüz. Çünkü kaynak bazlı ekonomide bulduğumuz her şey topluma uyarlanabilir. Sakınacak herhangi bir şeyimiz olmaz.
Uygarlık
Vatanseverler, silahlar, ordular, donanmalar, tüm bunlar henüz medenileşmediğimizin göstergesidir. Çocuklar, ebeveynlerine soracaklar, makinelerin gerekliliğini anlamadınız mı? Baba, kıtlık yaratılırken, savaşın kaçınılmaz olduğunu anlayamadın mı? Çocuklar ne kadar kuş beyinli olduğumuzu anlayacak.
Kurulu enstitülere hizmet etmek için yetiştirildiğiniz de… Öyle berbat ve hastalıklı toplumuz ki tarih kitaplarında yer almayacağız. Sadece büyük ulusların güç ve şiddet yoluyla, küçük ulusların topraklarını aldığını söyleyecekler. Sürekli bu tür yozlaşmış şeylerden bahsedecek.
Taa ki medeni dünya kurulana kadar. İş tüm uluslar birlikte çalışacak. Birleşmiş dünya. Tüm insanların iyiliği için çalışan, kimsenin bir diğerinden üstün olmadığı bir dünya. Toplumsal sınıflaşma da olmayacak. Teknik ya da diğer her türlü erotizm dünya üzerinden silinecek. Devlet bir şey yapmayacak. Çünkü devlet olmayacak. Desteklediğim sistem, yani kaynak bazlı küresel ekonomi mükemmel değil. Sadece şu an ki sistemden çok daha iyi. Mükemmele asla ulaşamayız.
Artık buraya kadar gelmişsen seni kutlarım. Son 4.Bölümümüze buradan ulaşarak farkındalığını daha da zenginleştirebilirsin.