Her çocuk annesinden babasından bütün olarak doğuyor.
İlk önce anne sonra baba çocuğu olduğu gibi kabul ediyor. Yani sen, sen olduğun için değerlisin mesajı veriyor. Çocukta ben değerliğim mesajını alıyor. Her anne-baba çocuğunu seviyorsa özgüvensiz çocuklar nereden geliyor.
Her anne baba çocuğunu sevmiyor, ya da her anne-baba çocuğunu seviyor ama sevgi ilişkisi kurmuyor. Neden sevgi ilişkisi kurmuyor? Anne-baba ne yaparsa çocuğun bütünlüğünü bozuyor?
Bir çocuğun kendisini olduğu gibi gördüğünü nerelerden anlıyoruz?
Mesela 3 yaşındaki bir çocuğun ormanda kaybolduğunu düşünün; “3 yaşımda çocuğum kayboldu” diye polisi arıyorsunuz. Emniyet müdürü şunu demez; “Bir sürü işimiz var. 3 yaşındaki bir çocuğun kime ne faydası var, kime ne yarar sağlıyor? Topluma ne faydası var ne üretiyor?” demez. 3 yaşındaki bir çocuk çocuk olduğu için değerlidir.
Ne oluyor da bu değer kayboluyor?
Araştırmalarda gösteriyor ki, anne-babalar ne yaparsa çocuğun bütünlüğü bozuluyor. Türkiye’den bahsedersek birinci sırada “Küsme” görüyoruz.
Küsmek
Küsme, çocuğun bilinçaltına “Sen benim istediğimi yapmazsan; daha da kötüsü, sen benim istediğim gibi olmazsan ben sana sevgimi vermem.” mesajını söylemeye gerek kalmadan verir. Anne-baba çocuğunun kendi sevgilerine ihtiyacı olduğunu biliyor.
Sevgiyi kullanarak, manipüle ederek çocuğu yalnız bırakabiliyorlar. Çocuğa verilen mesaj ise; “Annemin-babamın istediği gibi bir insan olmazsam sevgi görmeyeceğim.” Küsme, “Asla benim istediğimin dışına çıkamazsın” demek.
Çocuğun bütünlüğünün bozan ikinci faktör de kıyaslamadır.
Kıyaslamak
“Bak ablan ne güzel yemeğini yedi, bak abin ne güzel ödevini yaptı!” Kıyaslamayı 2 ye ayırabiliriz. Olumlu – Olumsuz kıyaslama şeklinde.
Olumsuz kıyaslama;
“Kaç aldın? 80 aldın. Ahmet kaç aldı? Ya da Kaç aldın 100 aldın. Başka kim 100 aldı.”
Olumlu kıyaslama; “Oğlum çok teşekkür ederim sen kardeşin gibi bizi üzmüyorsun.”
Arkadan ne mesajı veriyoruz?
“Aslında ben seni karşılaştırıyorum.” Okullarda sürekli çocuklar birbirleriyle karşılaştırılıyor. “Bak! Hasancım herkes yemeğini yedi sen yemedin! Bak herkes ödevini yapmış sen yapmadın. Bak arkadaşına ne güzel yapmış!” diye diye çocuğun özgüveni yerlerde geziyor.
Kıyaslamalarda çocuğa şu mesaj verilir: “Sen başkası gibi olursan, ben seni severim. Çocuğun kıyaslama mesajını bu şekilde yorumlama olasılığı çok yüksek. Mesela Türkiye’de en çok kullanılan söz: “Oğlum-Kızım yemeğini yemiyorsun çok üzülüyorum.”
Mesela “Öğretmenler derste öğrenciler çok gürültü yapığınız için ben çok üzülüyorum” dediklerini duymuşsunuzdur. Bu ne demek? “Burada önemli olan benim duygum, senin duygun önemli değil.” Sonra da şöyle bir durum çıkıyor: Annemin-babamın-öğretmenimin duygusundan ben sorumluysam, benim duygumdan kim sorumlu? Ve kendi duygularının sorumluluğunu almıyor. Ve bizim ülkemizde bu çok fazla var.
Beni kızdırdın, beni üzdün, senin yüzünden böyle oldu, senin yüzünden kardeşin ağladı, senin yüzünden eve erken geldik gibi sözler fazla sarf ediliyor.
Çocuk başkalarını üzünce, kendi duygunun bir önemi kalmıyor, sürekli karşı tarafın duygusuna hassaslaşıyor ve davranışını ona göre kontrol ediyor.
Diğer bir durum ise etiketleme;
Etiketlemek
Güzel çocuğum, zeki çocuğum, yetenekli çocuğum, yakışıklı çocuğum.” ne kadar çok deriz değil mi?
Zekâ ve çalışkanlık üzerine bir çalışma yapılıyor. Çocuk zeki olarak etiketliğinde, zekasını ispatlamak için çalışmaya başlıyor. Zekasını ispatlayamayacağı durumlar olduğu zaman onlardan kaçıyor ya da yalan söylüyor. Yani çocuk şöyle düşünüyor: “Annem-babam beni zeki olarak etiketledi, şu anda bu işi yapamazsam olmadığımı zannedecek ve sevgisini alamayacağım” diyerek bu zor işlerden kaçıyor.
Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’deki çocukların %50’sinde özgüven yok. Özgüveni olmayan çocukların %70’inde de imaj kaygısı var. Çocuk diyor ki; “Televizyondaki gibi, o dizlerdeki gibi ben güzel görünmezsem, kabul görmem” diyor. Maalesef medya bu konuda çok fazla negatif etki yapıyor. Diziler öğreticilikten çok cinayet entrika ve birçok saçma sapan şerlerle dolu.
Bir de etiketlemenin şöyle bir sıkıntısı var: Çocuk karpuz yemiyor ve bir misafirliğe gidiyor canı çekiyor ama annesi-babası orda onun adına “Ahmet karpuz yemez” diyor. Çocuk bu tecrübeyi kendi deneyimleyecekken, deneyimlerini de kısıtlanmış oluyoruz. Etiketlemeler, insanların kontrolünde olmadığı için sıkıntı yaratıyor. Yine Türkiye’de çok fazla olan Utandırma duygusunu çok görüyoruz.
Utandırmak
Utandırma ne demek? Bu sana yakıştı mı? Senin gibi güzel bir kıza, zeki bir çocuğa yakıştı mı?
Biliyorsunuz “Utanç” ölüme en yakın duygudur. “Keşke bu olmasaydı yerin dibine girseydim.” gireriz. Maalesef bizler çocuklarımızı sürekli utandırıyoruz.
Utanma ile suçluluk genelde birbirleriyle karşılaştırılır.
Utançta kişilikle ilgili bir şeydir, suçlamada davranışla ilgili bir şeydir.
Davranışı değiştirdiğinizde suçluluğunuzu giderebilirsiniz. Fakat utancın davranış boyuta da vardır. “Çok utandım” denir ve davranış boyutu da vardır. Suçluluğun davranış boyutu olduğu gibi aynı zaman da kimlik boyutu da vardır: Bu ne demek? Çocuk, kendi varlığından dolayı suçlu hissediyor. Davranıştan dolayı suçlu hissettiğimizde özür dileyebiliriz, telafi edebiliriz. Ama kimliğimizden dolayı suçlu hissediyorsak bayağı zordur.
Mesela “Bak oğlum senin için o kadar özel okula para veriyoruz, sen ödevini bile yapmıyorsun!” dediğimizde bu ne demek? “Sana bu kadar emek veriyorum, bana bu emeğimin karşılık vermek zorundasın; vermelisin” anlamına gelir. Maalesef çocuğumuza koşullu sevgi sunuyoruz.
Çocuğun bütünlüğünü bozan başka bir sorun ise ödül-ceza yaklaşımıdır.
Ödül-Ceza
Ödül ve ceza aynı şey zaten. “Ödevini yaparsan bilgisayarla oynarsın.” deriz. Bu ne demek? “Ödevini yapmazsan bilgisayarla oynayamazsın” demek. Ödülle ilgili bir durum daha var: Ödül verilen kişi kendisinin sevilmediğini hissediyor.
Şöyle düşünün; Çocuk geliyor ve diyor ki:” Baba, benim tablete ihtiyacım var.” Baba da diyor ki “Tamam taktir alırsan tablet alırız.” Çocukta şöyle düşünme ihtimali oluyor: “Babam, benim ihtiyacım duyduğum şeyi neden beni sadece sevdiği için yapmıyor da karşılığında sevilmem kabul görmem için benden bir şey yapmamı istiyor?”
Aslında çocuğu, hatalarınla da olduğu gibi bir mesaj vermesi gerekirken ödülle bu durum yıkılıyor. “Beni önemseseydi zaten ihtiyacımı karşılardı.” diyor çocuk. Yapay sevgi olarak çocuk bunu algılıyor.
Hatta ödül veya ceza istediğimiz davranışı yapmaları konusunda pek de etkili olmuyor. Mesela şartlı olarak çocuğumuzun kitap okumasını istiyorsak ve bunun için ipadinde 1 saat zaman geçirmesine izin verdiğimizde o çocuğun odağı kitapta mı olur yoksa ipatinde mi? Çocuğun gelişimine katkı olmuyor.
Trafik cezaları, insanların trafik kurallarına uymaları için caydırıcılığı olduğunu düşünürüz ama parayla değil mi? tüm cezaları ihlal etmek işte bu kadar kolay olabiliyor. Yani ne ceza ne de ödül bu konuda pek başaralı olmadığı açıktır.
Diğer bir durum ise Yargılama;
Yargılama
Olumsuzu eleştiri, olumlusu da övgüdür.
Bu yaklaşım, dıştan onaylanma ihtiyacı yaratıyor.
Bu yaklaşımlar; çocuklarda, ben dışardan onaylanırsam “Değerliyim” algısı oluşturuyor.
Övgünün; onaylama mekanizması olmadan geri bildirim durumu var mıdır? Vardır. Bütün bu anlatılan mekanizmalar; “küsme, kıyaslama, etiketleme, utandırma, ödül-ceza ve yargılama” hepsi dış beklentili mekanizmalardır.
Çocuğunuzun elinden gelen en iyisini yapması iç kaynaklı bir mekanizmadır.
Çocuğun kontrolündedir. Sınavdan 100 alması dış kaynaklıdır. Çünkü kontrolü dışındadır.
Dış kaynaklı beklentiler çocuğun bütünlüğünü bozuyor. Çocuk diyor ki; “Ben, ben olduğum için değerliyken, ama ben şu anda ben değerli olabilmem için annemin ve babamın sevgisini hak etmek için, kazanmak için annemin-babamın olduğu kişiye dönüşmem ya da benzemem gerekiyor” diyor.
Anne-baba çocuğunu çok seviyorsa, çocuğun bütünlüğünü neden bozuyor?
Peki soru şu?
Bütünlüğü bozulan çocukta ne tür davranışlar görürüz? Çocuk, tekrar bütünlüğünü nasıl kazanmaya çalışır?
Baş Etme ve Kaçma Mekanizması
Bir insanın bütünlüğü bozulduğunda gösterebileceği birçok davranış biçimi vardır. Hangi davranışı, hangi ortamda, hangi ailede, hangi çevrede, nasıl oluyor? Ortama göre burada çok fazla değişkenlik var.
Özünde bunu seçerken iki temel mekanizma var: Bu duyguyla “BAŞ ETME” mekanizmasını seçiyor. Eğer baş edemeyeceğini düşünüyorsa “KAÇIŞ” mekanizmasını seçiyor.
Şöyle düşünün;
Anne-baba çok fazla koruyucu olursa çocukta yetersizlik duygusu oluşuyor. Yetersizlik duygusu ne zaman oluşuyor çocukta?
Ya çok fazla övgü varsa ya çok fazla eleştiri varsa ya çok fazla dış kaynaklı beklentisi varsa; anne-baba çok fazla müdahaleci oluyorsa, çocuk, “Ben yetersiz olduğum için annem-babam bana müdahale ediyor” diyor.
Ya da sürekli eleştirilirse “Ben ne yaparsam yapayım beğenilmiyorum” diyor. Çocukta yetersizlik inancı olduğu zaman düşünmeye başlıyor ve diyor ki:” Ben bununla baş edebilir miyim?” Baş edebilirse ne geliştiriyor? Yetersizlikle baş etme mekanizması olarak “Mükemmeliyetçiliğini” geliştiriyor. Ben her şeyi çok iyi yapayım ki, yetersizliğim ortaya çıkmasın.
Peki yetersizlikle baş edemeyince ne yapıyor çocuk? O zaman da kaçış mekanizması geliştiriyor onun adı da “Tembellik” oluyor. Genelde hem baş etme hem de kaçış mekanizmaları birbirlerin içinde barındırıyor.
Nasıl barındırıyor?
Başaramayacağını düşündüğü yerlerde tembel oluyor, yapabileceğini düşündüğü şeylerde ise mükemmeliyetçi davranabiliyor. Mesela bir çocuk okulda çok tembel, ama kendini bir oyuna adıyor o oyunda çok iyi olabiliyor. Mesela masatenisi oyununda kendini daha iyi hale getirebiliyor. Bütünlüğü bozulan insanlarda “Bu hepsi var” demek değildir. Çünkü birçok dinamik var ve aralarından çocuk seçiyor; neye göre seçiyor birçok faktöre göre değişiyor.
Mesela utangaçlıkta, çocuk, “Annem-babam benim değerimi görmüyor” diyerek kendini saklıyor. Bu ara içe dönüklükle utangaçlık karışmasın. Utangaçlıkta kendini saklama çabası var. İçe dönüklük hem bir mizaç özelliği hem de kişilik özelliğidir.
Farkı nasıl anlarız? Utangaçlıkta kaygı var, içedönüklükte yok. Utangaçlıkta kişi bir ortamda kabul görüyorsa kendini açabiliyor, yani dış kaynaklı bir durum var. Oysa içe dönüklükte, kaynağını içten aldığı için ortam ister kabul etsin etmesin kendi başına vakit geçirebiliyor.
Utangaçlığın baş etme mekanizması nedir? Narsisimdir. Narsisim ne demek? Aşağılık ya da yükseklik kompleksi de denir. Günlük dilde aşırı özgüven dediğimiz şeydir. Ben o kadar kendime güvenmiyorum ki, özgüvensizliğim anlaşılmasın; kendini ispatlama çabasıdır.
Narsistler ne yapar? Sürekli kendini ispatlamaya çalışır. Toplum benden daha fazla değerliyse ve ben de onların aşağısındaysam, o zaman kendimi çok fazla överim ya da diğer insanları sürekli aşağıya çekerim.
Başka bir açıdan baktığımızda ise uslu durum söz konusudur. Çocuğun derdi, anne-babanın dediklerini yaparak ideal, uysal bir çocuk olmaya çalışma çabası; boyun eğen bir çocuk olmalı ki annem-babam beni sevsin derdinde. Ya da bunun zıttı davranış olabilir, “Sen benim kimliğimi kabul etmiyorsan, bende sana kendi kimliğimi kabul ettireceğim” diyerek agresif davranışlar görüyoruz.
Şiddet, hırçınlık, inatçılık gibi davranış gösteriyorsa, kendini kabul ettirmek için yapıyordur bunu çocuk. Etrafınızad görürsünüz böyle insanları…
Bazen de kıskançlık olup, kardeşinden daha iyi olursa “annem-babam beni sever” davranışında bulunabiliyorlar. Bizim Türkiye’de çok var. Mesela büyümek
istemiyorlar.
Neden büyümek istemiyorlar? Çünkü anne-baba çok kaygılı ya da aşırı müdahale ederlerse, çocuk diyor ki “Ben büyürsem hayatımın sorumluluğunu alamam.” diyor kendince. Bunun baş etme mekanizması ne? Çocuğun çabuk büyümek istiyor olması. Çünkü güçsüzlüğünden kurtulmak istiyor.
Yalan söylemek, gerçek bilinirse annem-babam beni sevmeyecek, öfke, hırs, çalma; bunların hepsi KENDİSİNDEKİ DEĞERSİLİĞİ kapatma çabasıdır. O bütünlüğünü(eksisiyle-artısıyla) kapatma çabası. Kendini başkalarına BEN, BENİM DEME çabasından, İSPATINDAN başka hiçbir şey değildir bu çabalar. Her şeyin bir nedeni var değil mi? Nedensiz hiçbir şey ne yapılır ne de düşünülür…
Şimdi bu çocuklar ileride yetişkin oluyorlar. Önce şu soruyu yanıtlamamız gerekir:
Yetişkinlik Dönemi
Anne-baba neden çocuğunun bütünlüğünü bozuyor?
Birinci sebebi, çocuğunu çok sevdiği için yapıyor.
İkinci sebebi de kendindeki bütünlüğü (eksikliği) kapatmak (Çocuğunu CV görüyor) için yapıyor.
Gelin bunu biraz açalım…
Çocuğunu Çok Seven Anne-Babalar
Bir anne-baba düşünün kendisinde bir yara var. Mesela terk edilme korkusu var. Anne diyor ki” Erkekler terk eder” Baba ise” Kadınlar terk eder.” Babadan devam edelim. Kafasında bir düşünce yapısı var: Kadınlar terk eder. Şimdi bir erkek çocuğu oluyor ve diyor ki “Kadınlar terk eder.” Hayatını bu düşüncenin yönettiğinin farkında olabilir ya da olmayabilir baba. Baba diyor ki; benim çocuğum büyüyecek, büyüyünce ne olacak? Kadınlar çocuğumu terk edecek.
“O zaman ben ne yapayım?” diyor baba. İleride çocuğum üzülmesin diye; (çünkü kendini gerçekleştiren kehanetle bunları gerçek varsayıyor) çocuğu ileride terk edilme yaşarsa ya da yaşamadan ben çocuğumun adına şimdiden önlem alayım ki çocuğuna terk edilmeye karşı bağışıklık kazandırmak için “Kadınlar aldatır veya terk eder” sözünü aşılıyor. Bunu neden yapıyor, çocuğunu sevdiği için yapıyor. Onu hayata karşı korumak için yapıyor.
Yine düşünün baba şöyle diyor: “Bu hayatta mevkin, statün, paran yoksa değer görmeyeceksin” diye çocuğuna bu düşünceyi aşılıyor. O zaman baba veya anne “Çocuğumu ÇOK BAŞARILI yetiştireyim” diyor. Yani çocuğunu CV olarak görüyor. Birey olarak göremiyor. Eğer kendimizde bir yara varsa ve o yarayı iyileştirmediğinde, çocuğumuza bu yansımış oluyor. Bunların hepsi, çocuğunu anne-baba çok sevdiği için yapıyor.
Kendini Değersiz Gören Anne-Babalar
İkinci sebep ise mesela düşünün sizde değersizlik inancı var. Çocukken bütünlüğünüz bozuldu şimdi yetişkin oldunuz. Ondan sonra şöyle düşünüyorsunuz: “Ben, içimdeki bu boşluğu nasıl dolduracağım?” Boşluğu doldurma mekanizmalarımız vardır ve bunlardan birisi de çocuktur. Yani, diyelimki siz kendinizi değersiz hissediyorsunuz.
Değersiz hissertmek ne demek? “Ben kimsenin umrunda değilim, kimse beni sevmiyor” diye düşünüyorsunuzdur. Sonra ben de geliyorum size diyorum ki; (bir ilişki yaşıyoruz) sonra diyorum ki size “Ben seni çok seviyorum.” Siz bana inanır mısınız? Siz bana inanmazsınız. Neden inanmazsınız? Çünkü sevgiyi hak etmediğinizi düşünüyorsunuz.
Sonra dersiniz ki, ben sevgiyi hak etmiyorum. Bu kişide geldi “Seni seviyorum” dedi. Birinci bakışı” Beni seviyor olamaz. O zaman bana neden seni seviyorum dedi bu kişi” diye düşünür; O zaman benden çıkarı var diye düşünür, hatta yapılan araştırmada insanların 10 kişiden 8’i birbirine güvenmiyor. Güvensizlik ortaya çıkıyor. Çünkü bizde çok fazla koşullu sevgi var.
Çocuk yetiştirmede değil sadece toplumumuzda genel anlamda yaygın. Sevgiyi hak ettiğine inanmayan kişinin İkinci bakış açısı ise “Bana neden seni seviyorum “değil de bana acıdı mı diye yorumlar.
Bu daha kötü. Eğer benim sana acıdığım için sana sevgimi söylediğimi düşünüyorsan ne olur? Benden soğursunuz.
Bir de şöyle bir şey olur: Eğer değersizlik inancı varsa kendinizi defolu görürsünüz yani eksik; “sana seviyorum dersem” siz de dersiniz ki ”Benim gibi defolu birini seviyorsa bu adam, bu da defoludur.” Ne olur? Bana olan saygınız düşer.
Mesela Woody Allen’a sormuşlar “Bizim kulübümüze üye olur musunuz?” Woody Allen da” Beni kulübüne üye yapmak isteyen herhangi birinin kulübe üye olmak istemem. Yani sizin kulüp bana kadar düştüğüyse bu iyi bir kulüp değildir” ifadesi güzel bir örnektir. Çünkü kendisini değersiz gören kişiye sen ne yapsan yap, seni de kendisi gibi göreceğinden şansın olmaz. O zaman siz dışarıdan sevgi alamıyorsunuz demektir.
Değerler Nereden Gelir?
Birey çocuklar, kendi kararını kendi verir, anne-babada çocuklarını koşullu severek, kendilerine bağımlı yetiştiriyor. Bu ara yetişkin olduğumuzda o bütünlüğe ulaşmak mümkün. Bütünlüğümüz bozuluyor bozulunca, belli davranışlar geliştiriyoruz ve yetişkinliğe adım atıyoruz.
Yetişkinlikte insanlar bu boşlukları nasıl tamamlıyor? O çocukluktan gelen inançlarla devam ediyorlar. Ve ondan sonra da şöyle bir şey oluyor: diyor ki, “Bu toplum neye değer verir? Başarı, para, mevki statü…” Ve bu insanlar Başarı, para, mevki statü peşinden koşmaya başlıyorlar. Ve bunlar DIŞ KAYNAKTIR.
Yani yetişkin biri kendi kendine diyor ki; “Ben başarılı olursam insanlar beni sever.” Benim param olursa insanlar bana değer verir. Dışardan sürekli değer görme peşinden koşar. Peki başarılı olunca mutlu oluyor mu? Çok mutlu oluyor, ama mutlu olmak için SÜREKLİ BAŞARMAK ZORUNDA. Nasıl bir hayat? İnanılmaz kaygılı bir hayat. Bu insanlar hayatlarını hep kaygı içerisinde geçiriyor. Kendi mutlulukları hep dışarıya bağlı oluyor. Dış kaynaklı anne-baba iç kaynaklı çocuk yetiştiriyor mu? Maalesef yetiştiremiyor. Kendinin farkında değilse yetiştiremiyor.
Dış kaynaklı bir anne-baba iç kaynaklı bir çocuk yetiştirmek istiyor mu? Hayır. O yüzden anne-baba kendi yolculuğuna çıkmalıdır. Mesela ben size diyorum ki “Çocuğunuzla oyun oynayın” Ama siz oyun oynamak istemiyorsunuz. İnsan neden oyun oynamak istemez? Kendi içindeki çocuğunu o kadar bastırmıştır ki, ortaya çıkmasını istemez. Oyun oynamak o kişi için çok risklidir. Dış kaynaklı bir insan, dış kaynağa ulaşamayınca ne oluyor?
Artık panik ataktan tutun da depresyona, intihara kadar gider.
İç ve Dış Kaynaklı İnsanlar
Bundan sonra en önemlisi bağımlılıklar başlıyor; Nedir bu bağımlılıklar? İnsanın kendisinden kaçma çabası… Pandemi döneminde bazı insanlar Türkiye’de çocukların %25’i olumsuz etkilenmiş, % 10 nu olumlu etkilenmiş. Kendinden kaçan insanlar, hayatını oyalanarak geçiren insanlar, bu süreçte kendilerinden kaçamadıkları için ne oldu kaygıları arttı. Bu süreçte, yani kendinden kaçmayan insanlar hayatı nasıl geçirdi? Bu süreci olumlu geçirdi.
Amacımız, Dış KAYNAKTAN, İÇ KAYNAĞA ÇIKMAMIZ GEREKİYOR.
İç kaynaklı olmak ne demek? Şu demek: Ben, ben olduğum için değerliyim.
Dış kaynaklı kişilerin hayatında ne vardı? Para, Statü, mevki, başarı.
İç kaynaklı kişilerde ise, değerler, prensipler, kurduğu güçlü ilişkiler vardır. Dış kaynaklı insanlarda bu prensipler değerler yok mu? Olabilir; ama onlarla değer gördüğünü düşünmüyor. Başarı, statü, para mevkiyle değer gördüğünü düşünüyor. O zaman iç kaynaklı olabilmek için bizim ne yapmamız gerekir? İçimize dönüp o değerleri bulmamız gerekir.
O değerleri bulmak, bir taraftan çok kolay, bir taraftan da çok zor. Ama bunun kolay bir yolu var. Yolu da şu:
Kendinize şu soruyu sormanız: Ben, diğer insanların hayatına NASIL dokunuyorum? Bu soruyu yanıtladığınız an, o değerlere ulaşmış oluyorsunuz.
Mesela okulda bir çocuğa sormuşlar; ” Sen ne olmak istiyorsun? (Bu soru yanlış, “Ne yapmak istiyorsun?” olmalı.) Bu ara çocuk Türkiye 2’cisi. Çocuk CEO olmak istediğini söylemiş. “CEO’nun açılımı ne?” demişler. “Genel müdür gibi bir şey” demiş. Yani CEO nun ne olduğunu bilmiyor. Peki “CEO oldun, sonra ne olacak” demişler. Sonra kendi teknolojik şirketimi kuracağım” demiş.
“Peki sonra ne olacak?” denilmiş. “Sonra fakirlere yardımcı olacağım ama şimdi o fakir insanlara yardım edemem” demiş. Nedeni sorulduğunda parasının olmadığını söylemiş. Fakirlere yardımcı olmanın tek yolunun parasına bağlı olacağına inanmış. Yani değerini dış kaynaktan alan bir çocuk olduğunu görebiliyoruz.
Türkiye 87 cisi olan bir kıza ne olmak istediği sorulmuş. O da “Psikiyatri olmak istediğini söylemiş. Nedeni de kimsesiz çocuklar vakfına gittiğini söylemiş. Oradaki babasız kız çocuklarına görmüş ve yardımcı olmuş. O gün babasız kız çocuklarına yardımcı olmak için psikiyatrist olacağına karar vermiş. İşte değerler böyle bir şey.
Çoğu insan başarıya çok odaklılar. Ama kendi öz değerinizi bulduğunuz zaman başarı da sizi zaten bulacaktır.
Para, Mevki, Statü, Başarı değişken olduğu için, insan kendini kaygılı hissediyor.
Ama Kendi değerinizi bulduğunuzda, onu kaybetme ihtiyacınız yok, o yüzden kendini güvende ve rahat hissediyor. O zaman kendi değerinizi bulmanız için de insan hayatına dokunacak bir şeyler yapmalıyız; insanların sorunlarına çözüm bulacak bir şey olmalıdır. Bu hayatta insan tek başına kalsaydı, kim için çalışırdı? Yapayalnız, tek başına olsa, acaba tüm icatlar yine bulunur muydu?
Peki biz diğer insanların hayatına nasıl dokunabiliriz? Biz çocuğumuza insanların hayatına dokunacak bir şey öğretiyor muyuz? Bir çocuğa “Sınavdan kaç aldın” dediğimizde o çocuğa başkaları için neler yaptığından çok kendisine odaklanmayı” öğrettiğimizin pek farkında olamıyoruz.
Neden mi? Çünkü biz de kendi içimize baktığımız zaman başarı odaklı, hep birinci olmayı, daha fazla para kazanıp toplumda saygın biri olmayı bekliyor ve sürekli kendimizi ispatlama yarışına giriyoruz (Herkes öyle diye bir şey demiyorum).
O yüzden değerlerimizi dışsal kaynaktan aldığımız sürece de mutlu olmayacağız; çünkü o yarışı illa ki birisi kazanacak ve sizin daha fazla çalışmanız gerekecek. Ve sizin değerleriniz de dış kaynaktan alıyorsanız çocuğunuzu da bu şekilde yetiştirme olasılığınız yüksektir. Dış kaynaklı insanlar için başarı amaç oluyor; yani elde edince tadı gidiyor, iç kaynaklar için ise başarı sonuç oluyor.
- Dış kaynaklı insanlar gemiyle, iç kaynaklı insanlar limanla ilgileniyor.
- Dış kaynaklılar, “Ben ne olmak istiyorum?” diyor. İç kaynaklı insanlar “Ben ne yapmak istiyorum diyor.
- Bir dış kaynaklı öğretmen müfredatı yetiştirmeye çalışıyor. İç kaynaklı öğretmen çocuğu yetiştirmeye çalışıyor. Sonuç olarak hayatınızda ne yaparsanız yapın, ben diğer insanların hayatına nasıl dokunuyorum? Bunun spesifik olması önemli. Şu anda sadece bakış açımızı değiştirdiğimiz an kaygı azalıyor, başarı, statü mevki zaten arkanızdan geliyor.
- Dış kaynaklı insanlar koltuğundan güç almaya çalışıyor. İç kaynaklı insanlar koltuğuna güç vermeye çalışıyor.
Bir insan zenginse, başarılıysa ve koltuğu varsa, o dış kaynaklı mı, iç kaynaklı mı anlayamayabiliriz. Ama yaptığı işe yüklediği ANLAMI bulmamız gerekir. Anne-babalar faydalı bir çocuk yetiştirmek istiyorsa, önce kendi içsel kaynağını bulması gerekiyor. Önce sen değiş, sonra çocuğun…
Mesela okulda bir çocuğa, projeyi Cuma’ya yetiştirelim mi dediğimizde bir hedefimiz olduğu mesajı veriyoruz. Yetiştirmek deyince, kafamızda bir imaj var. Ama bu yetiştirmeden kurtulursak, buradaki hedeften yola çıkarak çocuğu yargılamayı bırakırsak, çocuktan çıkarak bir yere gidersek, çocuğu yargılamayı, şekillendirmeyi bırakmış oluyoruz.
Aslında bizim amacımız çocuğumuzu büyütmek değil, ÇOCUĞUMUZLA BERABER BÜYÜMEK. İstemek de istemesek de çocuğumuz bizimle büyüyor.
Her şey seninle başlar ve biter.
Kafa yapımızı değiştirdiğimiz zaman dünya da değişiyor.
Sağlam değerlere temel atmanız dileğimle…