Zıtlıklar dünyasında yaşıyoruz: Aydınlık ve karanlık, sıcak ve soğuk, hızlı ve yavaş, sağ ve sol. Bunlar, binlerce zıtlıktan sadece birkaç tanesi. Bir ucun var olması için diğer ucun da mutlaka var olması gerekiyor. Sol taraf olmadan hiç sağ taraf olabilir mi? Hayır, şansı yok.
Aynen bu örneklerdeki gibi paranın “dışsal” yasaları olduğu gibi “içsel” yasaları da vardır. Dışsal yasalar, iş bilgisi, paranın doğru yönetimi ve karlı yatırım stratejileri gibi temel konuları kapsar. Ama içsel oyun da en az onlar kadar önemlidir.
Marangoz ve kullandığı aletler gibi bir örnek düşünelim. Marangozun, modern marangozluk aletlerine sahip olması gereklidir, ama marangozların en iyisi olarak bilinmesi için o araç gereci ustaca kullanması şarttır. Benim bir sözüm var: “Doğru zamanda, doğru yerde olmak yeterli değildir. Doğru zamanda, doğru yerde bulunan, doğru kişi olmalısınız.
Kısaca, siz kimsiniz? Nasıl düşünürsünüz? İnançlarınız nelerdir? Hangi alışkanlıklara ve kişilik özelliklerine sahipsiniz? Kendiniz hakkında gerçekten ne hissediyorsunuz? Kendinize ne kadar güveniyorsunuz? Diğer insanlarla aranız nasıl? Başkalarına ne ölçüde güveniyorsunuz? Korkuya, kaygıya, rahatsızlıklara, zahmetlere dayanma gücünüz ne durumda? Keyfiniz yerinde olmadığı zaman rol yapabiliyor musunuz?
Gerçek şudur ki; kişiliğiniz düşünme yönteminiz ve inançlarımız ekonomik düzeyinizi belirleyen şeyin en önemli kısmıdır. Stuart Wilde’n ifade ettiği gibi “Parasal başarının anahtarı, insanın öncelikle kendi enerjisini yaratmasıdır.” Bunu başardığın zaman, insanlar sizin çekim alanınıza girecektir.
Parasal Başarı İlkesi
Geliriniz, ancak sizin parasal isteğinizin gücü kadar büyür!
Para Haritanız Neden Önemlidir?
Finansal açıdan “alıp başını yürüyen” insanlar olduğunu duymuş muydunuz? Peki bazı insanların çok zengin olup da sonradan kaybettiklerini veya müthiş fırsatlarla işe başlayıp sonradan balon gibi söndüklerini fark etmiş miydiniz? Bunun gerçek nedenini artık biliyorsunuz.
Dışarıdan bakınca kör talih, ekonomik düşüş, işe yaramaz bir ortak, falan filan gibi durur. Ama işin içyüzü bambaşkadır. Bu nedenle, eğer içsel olarak hazır değilken elinize büyük paralar geçerse, parasal başarınız büyük olasılıkla kısa ömürlü olur ya da kazandığınız parayı her an kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırsınız.
Çünkü insanların çoğu büyük paralar kazanmak, servetlerini elinde tutmak ve daha fazla para ve başarının beraberinde getirdiği sorunlarla başa çıkmak için gerekli içsel kapasiteye sahip değildir. İşte, sevgili okurlar, bu durum bazı kişilerin parasal konularda başarılı olamamasının birinci nedenidir.
Bu duruma en iyi örnek, piyango talihlileridir. Araştırmalar, Çoğu piyango talihlisinin, kazandığı paranın miktarı ne kadar büyük olursa olsun, en sonunda başlangıçtaki finansal durumuna ya da daha rahatça yönetebileceği minik bir “servete” geri döndüğünü gösterir. Diğer yandan, kendi başına parasal başarıyı yakalayan kişiler için bu durum tam tersi geçerlidir.
Bu kişiler de bazen para kaybedebilirler ama kısa bir süre sonra kaybettiklerini fazlasıyla geri kazanırlar. Donald Trump buna iyi bir örnektir. Trump milyarlara sahipken her şeyini kaybetti, ama birkaç yıl içinde hepsini fazlasıyla geri kazandı. Donald Trump’in sadece milyoner olamayacağını fark edemiyor musunuz? Donald Trump’ın bütün serveti bir milyon dolar olsaydı, finansal başarı konusunda kendisini nasıl değerlendirirdi acaba? Birçok kişi onun kendisini “mali bir felaket “olarak değerlendireceği konusunda hemfikir.
Bu neden böyledir? Çünkü, “Donald Vakasında olduğu gibi başarıya odaklı “Para Haritası”yla, Trump’ın parasal “termometresi” milyonlara değil, milyarlara göre ayarlanmıştır. Kendi çabalarıyla parasal başarıyı yakalamış olanlar paralarını kaybetseler dahi, başarılarının en önemli malzemesi olan şeyi, yani “Para Haritalarını” başarıya yönlendiren akıl – düşünce durumunu asla kaybetmezler.
Donald Trump gibi bazı kişilerin parasal termometresi, milyon değil milyar dolarlar kazanmaya ayarlıdır; kimilerinin parasal termometresi binler değil sadece yüzler üretmeye, kimilerininki de sıfırın altına ayarlanmıştır. Termometresini düşük ayarda tutanların nedeni basittir. Aynı potansiyele sahip olarak oturdukları direksiyonda bilinçsizce uyukluyor gibidirler.
Sadece gördüklerine dayanarak düşünür, görünenin ötesini görmeye, oraya ulaşmaya çalışmazlar.
Meyveyi Kökler Yaratır
Bir ağaç düşleyin. Bu ağacın, yaşam ağacını temsil ettiğini varsayalım. Ağacın meyvaları vardır. İşte, yaşamdaki meyvalarımıza sonuçlarımız diyoruz. Ve meyvalarımıza (sonuçlarımıza) bakıp onları beğenmiyoruz; “Yeterli meyvamız yok, meyvalarımız çok küçük ya da tadı güzel değil veya çabuk çürüyor.” diyoruz. Yani çoğumuz asıl dikkatini meyvalara, yani sonuçlara yönlendiriyor, onlara odaklanıyor.
Ama o meyvaları aslında kim yaratıyor? Meyvaları, tohumları ve kökleri yaratıyor! Toprağın üstündekini yaratan toprağın altında olandır. Peki, şimdi bu ne anlama geliyor? Meyvaları değiştirmek istiyorsanız, Önce köklerini değiştirmeniz gerekir, anlamına geliyor. Görüneni değiştirmek istiyorsanız, önce görünmez olanı değiştirmelisiniz.
Tabii bazı İnsanlar inanmak için görmek gerektiğini söylerler. Ben de bu kişilere, “Neden elektrik makbuzunu ödüyorsunuz?” diye sorarım. Elektriği görmediğiniz halde, elbette gücünü fark ediyor ve onu kullanıyorsunuz. Onun varlığından şüpheniz varsa, parmağınızı prize sokun, şüphelerinizin anında yok olacağını garanti ederim.
Benim tecrübelerime göre, bu dünyada göremediğimiz şeyler görebildiğimiz her şeyden daha güçlüdür. Bu cümleyle hemfikir olabilirsiniz veya olmayabilirsiniz, ama bu ilkeyi hayatınızda uygulamadıkça, başınız dertte demektir. Neden? Çünkü doğanın kurallarına karşı çıkıyor, toprağın altındakinin toprağın üstündekini yarattığı, yani görünmeyenin görüneni yarattığı gerçeğine sırtınıza dönüyorsunuz.
İnsan olduğumuz için doğanın bir parçasıyız, onun üzerinde değiliz. Sonuçta, doğanın kurallarıyla uyum halinde olur ve köklerimize yani “içsel” dünyamıza eğilirsek hayatımız huzurlu bir şekilde akar. Bunu yapmazsak, hayatımızda pürüzler çıkar.
Dünya üzerindeki tüm ormanlarda, çiftliklerde ve meyve bahçelerinde, toprağın üstündekini yaratan aynı toprağın altında bulunandır.
İşte bu nedenle, dikkatinizi zaten büyümüş olan meyvalara yöneltmenin bir yararı yoktur. Ağaçtaki meyvaları değiştirmenize de imkân yoktur. Sadece geleceğin meyvalarını şekillendirebilirsiniz. Ama bunu başarmak için, toprağı kazmalı ve kökleri güçlendirmelisiniz.
Hayatta insanın anlaması gereken en önemli bilgilerden biri, tek bir varlık düzleminde yaşamadığımız gerçeğidir.
Biz insanlar aynı anda en az dört alemde birden yaşarız. Bu dört alan, fiziksel dünya, zihinsel dünya, duygusal dünya ve Ruhsal dünyadır. Çoğu insan, fiziksel dünyanın diğer üçünün sadece bir “çıktısı (print-out)” olduğunu asla anlamaz.
Örneğin, şimdi bilgisayarınızda bir mektup yazdığınızı varsayalım; “Print-çıktı” düğmesine bastığınızda mektup yazıcınızdan çıkıyor. Bir de bakıyorsunuz mektupta hata var. Silginizle hatayı siliyorsunuz. Tekrar print tuşuna basıyorsunuz, ama mektup aynı hatalı şekliyle bir daha basılıyor.
Aman Allah’ım, bu nasıl oldu? Hani silmiştiniz! Bu defa elinize daha büyük bir silgi alıp daha sert ve kararlı siliyorsunuz. Hatta üç yüz sayfalık “Etkili Silme işlemi” başlıklı bir kitap da okuyorsunuz! Artık ihtiyacınız olan bütün “alet” ve bilgiye sahipsiniz. Hazırsınız. Print komutunu veriyorsunuz, ama hata yine yerinde! Şaşkınlık içerisinde ” Olamaz!” diye bağırıyorsunuz. “Bu nasıl olabilir? Burada neler oluyor? Ben neredeyim?”
İşte her şey dışarıda değil sizin içinizde değişir. Beyniniz çöplükle dolarsa dış hayatınızdaki çıktınızda çöplük olacaktır. Girdiniz neyse çıktınızda o olacaktır. Aynanın karşısına geçip aynada saçınızı düzeltmeye çalışırsanız dünyayı suçlamakla aynı şeyi yaparsanız. Elinizi aynadan çekip kendi saçınıza götürüp değişime gerçekten kararlı olmanız gerekir.
Ne istiyorsunuz, bunu neden çok istiyorsunuz ve bunu inşa etmek için nasıl yapacağınıza ciddi bir şekilde oturup karar vermelisiniz. Yani versiyon 0 olan siz, şu an versiyon 1’i yaratmanız ve daha fazlasını…
Versiyon 1’inizi yaratmanız içinde İNANÇLARINIZI değiştirmeniz gerekir. Hadi ilk parayla olan inancımızdan başlayalım.
Hazırsanız başlıyorum…
PARASAL BAŞARI İNANCI 1
Parasal başarıya ulaşmış insanların inancı: “Hayatımı ben yaratırım.”
Ekonomik sıkıntı yaşayan insanların inancı: ‘Hayat başıma gelenlerden ibarettir.”
Eğer parasal başarıya ulaşmak ve zengin olmak istiyorsanız, hayatınızın, özellikle de finansal hayatınızın direksiyonunda olduğunuza inanmanız önkoşuldur. Eğer, buna İnanmazsanız, içinizin derinliklerinde kendi yaşamınız üzerinde kontrolunuz olmadığı için parasal hayatınızı da denetleyemeyeceğinize inanıyorsunuzdur.
Zengin olmayan insanların çoğunun, hatta daha iddialı bir şey söyleyeceğim hemen hepsinin sayısal lotoya, piyango biletlerine bir servet yatırdıklarını biliyor musunuz? Onlar, itiraf etmeseler de paranın, hem de çok paranın onların adını torbadan çekip çıkaracak birisi aracılığıyla geleceğine sahiden inanırlar. Cumartesi gecesi televizyonun başından ayrılmazlar, çekilişi seyreder ve “talih kuşu”nun bu hafta onların başına konup konmayacağını görmek isterler.
Elbette herkes lotoda kazanmak ister, varlıklı kişiler bile arada bir “gırgır olsun” diye bilet alırlar. Ama maaşlarının yarısını ya da tamamını lotoya harcamadıkları gibi, lotoda kazanmak onların servet sahibi olmak için uyguladıkları temel strateji” değildir. Ellerindeki “gerçeği” yani parayı verip, ‘yalan” satın almazlar!
Başarınızı, hayatınızı, para ve başarı için gösterdiğiniz çabayı sadece ve sadece kendinizin yarattığına inanmak zorundasınız. Çünkü bilinçli ya da bilinçdışı, hepsini siz yapıyorsunuz.
Parasını hep yanlış değerlendiren, doğru kullanamayan ve ekonomik sıkıntılardan bir türlü kurtulmayan insanların çoğu hayatlarında olan bitenin, hatalarının sorumluluğunu taşımak yerine, kurban rolü oynamayı seçerler. Parasal açıdan kurban olduğuna inanan ve bu role sığınan kişi (dikkat ederseniz, kurban, demiyorum; kurban rolüne soyunan, diyorum), ağırlıklı olarak, “çaresiz, zavallı ben” diye düşünür. Böylelikle “Ne düşünürsen başına o gelir.” yasası işbaşına geçer ve sonuçta kurbanın elde ettiği de bu olur. Oysa kişinin kendini “kurban” olarak ilan etmeden önce “kurbanlığı” en baştan kabul ettiğini, bu role çok önceden soyunduğunu gösteren ipuçlarına bir bakalım:
İpucu 1: Suçlamak
İş neden zengin olmadıklarına geldiğinde, kurbanların çoğu “suçlama oyununun” uzmanıdır. Bu oyunun konusu, kendinize hiç bakmadan, parmağınızla kaç kişiyi veya durumu işaret edebileceğinizi bilmektir.
Bu oyun en azından kurbanlar için eğlencelidir. Ama ne yazık ki onların çevresinde bulunma şanssızlığına uğramış kişiler için hiç de iç açıcı değildir. Çünkü kurbanın yakın çevresinde bulunanlar kolayca hedef haline gelirler.
Yanlış alana yatırım yaparlar; o alanı suçlarlar, yeterince çalışmadıkları için işçileri suçlarlar, ortaklarını suçlarlar, ekonomiyi suçlarlar, hükümeti suçlarlar. Yanlış hisse alırlar; borsayı suçlarlar, brokerlerini suçlarlar. Gelirlerinin üzerinde harcama yapıp, kredilere, kredi kartları batağına saplanır; bankaları suçlarlar, eşlerini suçlarlar, patronlarını suçlarlar, yöneticilerini suçlarlar, iş merkezini suçlarlar, bir üst veya bir alt hizmet sürecini suçlarlar.
Zaman zaman Allah’ı da suçlarlar ve tabii ki her zaman ana babalarını suçlarlar. Her zaman suçlayacak birisi veya bir şeyler vardır. Sorun, kendileri hariç, her kişide veya her yerde olabilir. Bazen, bazı konularda haklı olabilirler, ama her zaman her konuda değil!
İpucu2: Gerekçe Bulmak
Parasal başarıyı bir türlü yakalayamayan, eline geçen, önüne gelen her fırsatı kaçıran ya da yakalasa da muhteşem bir servete dönüşecek olan sonucu “büyük bir başarıyla” başarısızlıkla sonuçlandıran bir diğer “kurban” psikolojisi ipucu da, gerekçe bulmaktır.
En çok ileri sürdükleri gerekçe ise, “Para gerçekten benim için önemli değil.” “Paraya zerre kadar önem vermem.” benzeri cümlelerdir. Size bir soru sorayım: Bu, “Benim için önemli değilsin; zerre kadar önem vermem.” laflarını eşinize, kız arkadaşınıza, erkek arkadaşınıza, ortağınıza veya herhangi bir arkadaşınıza söylerseniz, bu insanlara hiç önem vermezseniz ve değersizlermiş gibi davranırsanız, onlara ilgiyle odaklanmazsanız bu insanlar sonunda ne yaparlar?
Yanınızda dururlar mı? Bence hayır! Size garip bir benzetme gibi gelebilir, ama bence aynı şey para için de geçerlidir! Paranın önemli olduğunu düşünmüyorsanız, tabii ki paranız olmaz.
Para işe yaradığı alanlarda son derece önemli, işe yaramadığı yerlerde İse son derece önemsizdir.
Parasal başarıya ulaşmış kişiler asla “Para sevgi kadar önemli değildir.” demezler. Çünkü para ve sevgi kavramlarının apayrı kavramlar olduğunu, paranın işe yaradığı alanlarda son derece önemli, işe yaramadığı yerlerde İse son derece önemsiz olduğunu bilirler. Ve sevgi dünyayı ayakta tutsa da hastanelerin, evlerin, okulların, çocukların, eşlerin masrafını karşılamaz.
Hiç kimsenin karnını da doyurmaz. Paranın önemini ve toplumumuzdaki yerini, sağladığı yaşamsal avantajları; sevgi, dostluk gibi kavramlarla bağdaştırmaktan artık vazgeçin. Sevginize de gereken özeni, önemi gösterin; parasal başarınıza da. Göreceksiniz, her ikisi de her geçen gün artmaya devam edecek.
İkna olmadınız mı? Faturalarınızı sevgiyle ödemeyi deneyin. Hâlâ emin değil misiniz? O halde hemen şimdi bankaya gidin ve biraz sevgi yatırmaya çalışın, bakın bakalım ne oluyor. Hemen sizi bu zahmetten kurtarayım. Banka memuru yüzünüze, akıl hastanesinden kaçmışsınız gibi bakacak ve ” Güvenlik!” diye bağıracaktır.
Eğer sizi hâlâ ikna edemediysem ve hâlâ paranın önemsiz olduğunu düşünüyorsanız, o zaman size söyleyecek tek sözüm var: Para haritanızda o köstekleyici dosyayı silmezseniz hep parasız kalacaksınız. Bundan hiçbir şikâyetiniz yok ise? Gerçekten hiçbir zaman şikâyet etmediyseniz ve etmeyeceğinizden de yüzde yüz eminseniz hiçbir problem yok.
Ama yine de okumaya devam etmenizi öneriyorum.
İpucu 3: Şikâyet Etmek
Şikâyet etmek hem beden hem de para sağlığınıza yapabileceğiniz en kötü şeydir. Neden mi en kötü?
Ben, “(Üzerinde odaklandığınız şey büyür.” diyen evrensel yasaya çok İnanırım. Şikâyet ettiğiniz zaman, neye odaklanıyorsunuz? Hayatınızda doğru giden şeylere mi, yoksa yanlış giden şeylere mi? Elbette birçoğunun yaptığı gibi yanlış gidenlere odaklanıyorsunuz ve odaklandığınız şey büyüyeceği için de gittikçe daha kötü şeyler olacaktır.
Kişisel gelişim alanında çalışan pek çok eğitimci Çekim Yasası’ndan söz eder. Bu yasaya göre, “Her şey benzerini çeker.” Kısaca, şikâyet ettiğiniz zaman aslında “olumsuzlukları” hayatınıza çekersiniz.
Şikâyet ettiğiniz zaman, yaşayan, nefes alan bir “olumsuzluk mıknatısı” haline gelirsiniz.
Çok şikâyet eden kişilerin zor bir hayat sürdürdüklerini fark ettiniz mi? Sanki tüm terslikler bu kişilerin başına geliyor gibidir. Çoğunlukla, “Tabii şikâyet ederim hayatımdaki olumsuzluklara bir baksana.” derler.
Tabii ki hepimizin başına zaman zaman aksilikler gelir, şansızlıklar olur, ama bazıları onlara takılıp kalmadan o anki durumu değerlendirir ve yoluna devam eder. Kimlerdir bunlar? Siz artık bu kişilerin kimler olduğunu, kimler olmadığını tahmin edebiliyorsunuz. Artık her şeyden sürekli şikâyet eden, en ufacık aksilikleri bile büyüten, her şansızlığın başına geldiğini iddia eden bu kişilere “Hayır, olumsuzluklar hep böyle şikâyet ettiğin için senin başına geliyor!” diyebilirsiniz.
Bu da bizi başka bir konuya getirir. Şikâyet eden insanların fazla yakınında bulunmamaya özen gösterin, çünkü negatif nnerji bulaşıcıdır. Eğer mutlaka yakınlarında olmak durumundasınız, elinizde çelikten bir şemsiye olsun, yoksa bütün olumsuzluklar sizi de esir alır! Birçok İnsan şikâyet eden kişileri dinlemeyi sever. Neden? Cevabı gayet basit: Sıranın kendilerine gelmesini bekledikleri için! “Seninki de bir şey mi, sen bir de benim başıma gelenleri dinle!” diyebileceklerdir.
Şimdi, sırada hayatınızı değiştireceğini bildiğim bir ev ödevi var. Önümüzdeki yedi gün boyunca hiç şikâyet etmemenizi istiyorum. Sadece sesli olarak değil, içinizden bile şikâyet etmemenizi istiyorum. Neden? Çünkü ilk günlerde geçmişten gelen” kalıntı olumsuzluklar” olabilir. Ne yazık ki, olumsuzluklar ışık hızında değil, olumsuzluk hızında gider, yani onlardan tamamen arınmak için biraz zaman gerekebilir.
Suçlamak, gerekçe yaratmak ve şikâyet etmek ilaç gibidir. Sakinleştirici etkisi yapar. Başarısızlık stresini örter. Şöyle düşünün: Kişi, eğer şu ya da bu biçimde başarısız olmasaydı, suçlamaya, gerekçe yaratmaya veya şikâyet etmeye ihtiyaç duyar mıydı? En açık yanıtıyla, hayır.
Bundan sonra, kendinizi, acımasızca başkalarını suçlarken, gerekçe yaratırken veya şikâyet ederken bulursanız, durun ve hemen yaptığınızdan vazgeçin. Kendinize, yaşamınızı kendinizin yarattığını ve onun her anında ya başarıyı ya da olumsuzlukları çekeceğinizi hatırlayın. Düşüncelerinizi ve sözlerinizi akıllıca seçmeniz gerekli!
Varlıklı kişiler asla “kurban” rolüne soyunmazlar! Sürekli gerekçe bulmazlar, sürekli şikâyet etmezler, sürekli başkalarını suçlamazlar. Az önce söylediğim gibi parasal başarıyı yakalayıp zengin olmuş ve başarılarını arttırma yolunda yürüyen kişiler aksiliklere, şansızlıklara çok şans tanımasalar da başlarına gelen ani aksiliklere takılıp kalmadan o anki durumu ve bu durumun oluşmasında kendine düşen payı değerlendirir ve yollarına devam ederler.
Bu ara da kurban rolü oynamanın da ödülleri vardır. İnsanlar kurban rolü oynayarak ne elde ederler? Cevap, ilgi. İlgi önemli mi? Elbette önemli. Herkes, şu ya da bu şekil ilgi çekmek için yaşar. İnsanoğlu, vahim bir hata yaparak da olsa ilgi çekmenin peşindedir. Ve bunu hepimiz yaparız. Hepimizin yaptığı bir şey daha vardır: Sevgi ile ilgiyi birbirine karıştırırız.
İnanın bana, sürekli ilgi çekme ihtiyacı içindeyseniz, tam anlamıyla mutlu ve başarılı olmanız imkânsızdır. Çünkü istediğiniz ilgiyse, başkalarının himmetine muhtaç olursunuz. Sonuçta, göze girmek için “çevresindekileri sürekli yelpazeleyen” bir kişi olup çıkarsınız. Birkaç Önemli nedenden ötürü, ilgi ile sevgi arasındaki “halkayı kırmak” gereklidir.
Bu önemli nedenlerin ilki daha başarılı olursunuz; ikincisi, daha mutlu olursunuz; üçüncüsü de hayatınızda “gerçek” aşkı bulabilirsiniz. Çoğunlukla, insanlar ilgi ile sevgiyi birbirine karıştırdıklarında, birbirlerini kelimenin gerçek manevi anlamında sevmezler. Birbirlerini, “Benim için yaptıklarını seviyorum.” cümlesinde olduğu gibi, kendi egolarından yola çıkarak severler. Bu nedenle, ilişki aslında bireyle ilgilidir, diğer kişi veya en azından iki kişiyle ilgili değildir.
İlgiyi sevgiden bağımsızlaştırarak, bir başkasını, sizin için yaptıkları yüzünden değil de kendisi adına sevinmek için özgürleşirsiniz. Tıpkı parasal başarıya ulaşıp zengin olmuş kişilerin bildiği gibi: Sevgi ve ilgi farklı halkalardır. İlgi isteği “kurban” psikolojisini getirir. Ve evet, dediğim gibi, parasal başarıya ulaşmış zenginler “kurban” rolüne soyunmazlar.
Dolayısıyla “kurban rolünü” oynamayı çok seven ve bununla ilgi arayanlar, sürekli gerekçe göstererek, sürekli şikâyet ederek ve sürekli başkalarını suçlayarak hiçbir zaman zengin olmamayı garanti altına alırlar.
Şimdi karar verme vakti. Ya “kurban olursunuz” ya da “zengin”. Ama İkisi birden olamazsınız. Kulak verin! Suçladığınız, gerekçe bulduğunuz veya şikâyet ettiğiniz her ama her seferde parasal boğazınızı kesiyorsunuz.
AÇIKLAMA: Elinizi kalbinize koyun ve şöyle deyin: Parasal başarı düzeyimi yaratacak olan benim”
Bir sonraki konuya buradan devam edebilirsiniz…
Kaynak: T. Harv Eker