Farkındalık

Parasal Başarı İnancı 6. Bölüm

Parasal Başarı İnancı

Parasal Başarı İnancı 10

Parasal başarıya ulaşmış insanlar; “Her verici için bir alıcı ve her alıcı için de bir vericinin bulunması gerekir.” diye düşünürler.

Ekonomik sıkıntı çekenler; “Vermek, almaktan daha iyidir.” diye düşünürler.

 

Çoğu insanın parasal potansiyeline tam erişememesinin birinci nedeni nedir biliyor musunuz? Kötü “alıcı” olmalarıdır. Bu kişiler vericilikte iyi de kötü de olabilirler, ama alıcılıkta kesinlikle kötüdürler.

 

İnsanlar almayı birkaç nedenden dolayı sorunlu bulurlar. İlk olarak, çoğu insan kendisine sunulanı hak etmediğini, bunu hak etmek için yeterince iyi olmadığını düşünür. Bu sendrom, insanlarda ne yazık ki çok yaygındır ve dünyanın birçok yerinde de böyledir.

Almak ve Vermek

Bu tabii her zamanki gibi, şartlanmamızdan kaynaklanır. Çoğumuzun, hayatında her bir “evet’ e” karşılık yirmi “hayır”, her bir “Doğru yapıyorsun”a karşılık on “Yanlış yapıyorsun.” her bir ” Harikasın” a karşılık beş ” Aptalsın” sözünü duymamızdan ileri gelir.

 

Ebeveynimizin ya da bizi büyütenlerin çok destekleyici olması durumunda dahi çoğumuz, sonuçta onların standardına ve beklentilerine erişemediğimiz duygusuna kapılırız. Ve bir kez daha, yeterince iyi değilizdir.

 

Ayrıca bilirsiniz, çoğumuzun yaşamında ceza bir parça yer işgal eder. Bu yazısız yasa, yanlış bir şeyler yaptığımızda cezalandırılacağımızı ya da cezalandırılmamız gerektiğini söyler. Bazılarımızı ana babamız cezalandırır, bazılarımızı öğretmenlerimiz ve bazılarımız da dinsel çevrelerde cezaların anası olan cennete gidememekle tehdit ediliriz.

 

Bir gün erişkin insanlar olduğumuz için artık bütün bunlar son bulur zannederiz değil mi? Maalesef ki değil!

 

Bazılarımızda ceza şartlanması o kadar derinlere nüfuz etmiştir ki, bu kişiler yanlış yaptıklarında ya da mükemmel olmadıklarında, etrafta onları cezalandıracak birisi olmadığı için, bilinçaltlarında kendi kendilerine ceza verirler. İnsan çocukken, cezalandırma ona, “Yanlış yaptın, sana şeker alacağın para yok!” cümlesiyle ifade edilmiş olabilir, insan tamamen büyüdüğünde İse bu cümle artık kendi kendine söylediği, “Yanlış yaptın, sana para yok.” haline gelebilir.

 

İşte bu durum, bazı kişilerin gelirlerini neden sınırladıklarını, kimilerinin de başarılarını bilinçaltlarında neden sabote ettiklerini anlatır. Şartlanmış zihin, eski programlamalardan, uydurulmuş anlamlardan, feci ve dramatik öykülerden oluşmuş bir dosya dolabıdır.

 

Bu, kendi değerini kendisine ve başkalarına kanıtlama meselesi, insanların zenginleşmek konusundaki temel dürtülerinden biridir. Sonuçta, kendinizi değerli bulmanız ya da bulmamanız zengin olmanız için bir engel olmayabilir; her iki durumda da zengin olabilirsiniz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, kendinizi kanıtlamak için zengin olmanız sizi “mutlu bir kişi” yapmayabilir; demek ki başka nedenlere dayanarak zengin olmak daha iyi bir eylemdir.

 

Burada anlamanız gereken önemli nokta, kendinizi değerli bulmamanızın, sizin zengin olmanızı engellemeyeceğidir; hatta sadece parasal açıdan bu durum, motive edici bir nitelik bile olabilir. Ancak parasal başarınızı korumayı sürdürmenizde zaman zaman en büyük engeliniz haline gelebilir.

 

Bunun da altını çizdikten sonra, şimdi söyleyeceğim şeyi anlamanıza istiyorum.

Bu, hayatınızın en önemli anlarından biri olabilir. Hazır mısınız?

Sizin bir şeye değmeniz ya da değmemeniz sadece uydurulmuş bir “hikâyedir.”

Tekrar ediyorum, hiçbir şeyin bizim ona verdiğimizden daha başka bir anlamı yoktur.

 

Sizi bilmiyorum, ama ben doğarken “damgalanma” kuyruğuna girmiş hiç kimseyi tanımadım. Allah’ı, her yeni doğan kişinin alnına, “Değer. . .değmez. . .değer, değer. . . değmez. . . kesinlikle değmez. ” diye damga basarken düşünebiliyor musunuz?

 

Sizi “değer” ya da “değmez” diye damgalayan kimse yoktur. Bunu kendinize siz yaparsınız. Siz uydurursunuz. Siz kararlaştırırsınız. Değer olup olmayacağınızı szi, sadece siz belirlersiniz. Bu sadece sizin bakış açınızdır. Kendinizi değer buluyorsanız, değersiniz. Kendinizi değmez buluyorsanız, değmezsiniz; ayrıca kimse de size değer vermez. Her iki durumda da hayatınızı kendi hikâyenize göre yaşarsınız. Değersizlik konusundaki makalemi buradan okuyabilirsiniz.

 

ZENGİNLİK İLKESİ:

Kendinizi değer buluyorsanız, değersiniz.

Kendinizi değer bulmuyorsanız, değmezsiniz;

 

Kimse de size değer vermez. Her iki durumda da hayatınızı kendi hikâyenize göre yaşarsınız.

 

Peki, insanlar bunu kendilerine neden yaparlar? İnsanlar neden değmez olduklarına dair hikâyeler uydururlar? Çünkü insan aklının doğası, bizim koruyucu yanımız hep yanlış olanı arar.

SincapSincabın hiç böyle bir derdi olabileceğini, “Bu yıl kışa hazırlanırken çok fazla fındık toplamayacağım, çünkü ben buna değmem.” diyeceğim düşünebilir misiniz? Şüpheli, çünkü bu düşük zekâlı yaratıklar bile kendilerine böyle bir şeyi asla yapmazlar. Ancak gezegenimizde yaşayan, evrim sürecinin en gelişmiş yaratığı olan insanın kendini böyle kısıtlama yeteneği vardır!

 

Ben hep şöyle derim: “Yüz metre boyundaki çınar ağacı insan aklına sahip olsaydı, sadece on metre uzardı!” Önerime gelince: Hikâyenizi değiştirmek değerinizi değiştirmekten çok daha kolay olduğu için, değerinizi değiştirmek konusunda dertleneceğinize, hikâyenizi değiştirin. Bu hem daha hızlı hem de daha ucuz. Kısacası, yeni ve çok daha destekleyici bir hikâye yaratın ve onu yaşayın.

 

“Ama bunu yapamam, ben değerli olduğuma karar verecek kadar yetenekli değilim. Bunu başka birisi yapmalı.” diyor- sanız üzgünüm, ama ben bu sözün geçerli olmadığını söyleyeceğim. Başka birinin şimdi ya da geçmişte ne söylediği önemli değildir; söylenenin etkili olması için başkasından değil, sizden gelmesi gerekir.

 

İnsanların almak konusunda sorun yaşamalarının ikinci büyük nedeni, “Vermek, almaktan daha iyidir” öğretisiyle yetiştirilmiş olmalarıdır. Gerçekte insan hem “alıcı”, hem de “verici” olmak doğasına sahiptir. Bu, sadece sonradan oluşturulacak “yeni çerçevelerle” değiştirilir.

 

Sizce hangisi daha iyidir? Sıcak mı soğuk mu, büyük mü küçük mü, sağ mı sol mu, içerisi mi dışarısı mı? Vermek ve almak da madalyonun ya da paranın iki yüzü gibidir! Vermenin almaktan daha iyi olduğuna kim karar vermişse, herhalde matematiği zayıftı. Her verici için bir alıcı olmalıdır ve her alıcı için de bir verici bulunmalıdır.

 

Bir düşünün! Bir yerde alacak birisi olmazsa nasıl verebilirsiniz? Alışveriş işinin bire bir ya da yüzde elli elli olabilmesi için mükemmel bir dengenin olması gerekir. Vermenin ve almanın her zaman eşit olması için, önem açısından da vermek ve almak eşit olmalıdır.

 

Ayrıca, vermek nasıl bir duygudur? Çoğumuz vermenin tatmin edici ve çok hoş bir duygu olduğu konusunda hemfikirdir. Şimdi tersini düşünelim; vermek istediğiniz zaman diğer kişi almaya hevesli olmazsa, kendinizi nasıl hissedersiniz? İnsan kendini çok kötü hisseder. Çoğumuz bu konuda eminim aynı şeyi düşünüyoruz.

 

Sonuçta, “Almaya gönüllü değilseniz, size vermek isteyenleri yaralarsınız.”

 

Peki, sürekli “verici” olarak “almaya” zorladığımız kişinin nasıl hissettiğini hiç düşündünüz mü? Yani ondan hiç almadan, sürekli vererek o kişiyi “iyiliğinizin” altında ezmenin, onu kendinize borçlu bırakmanın onda yarattığı duygunun size karşı gerçekte nasıl olduğunu…

 

Bir yanı size müteşekkir olurken bir yanıyla da karşılığında size hiçbir şey veremediği -verdirtmediğiniz, bağımlılık yaşattığınız için- ona yaşattığınız “zavallılık- çaresizlik” duygusu yüzünden sizden nefret edebileceğini…

 

Devam edelim: Sürekli “verici” olan, sürekli “alıcı” olmak istemeyen, vermek de isteyen kişilerin elinden, vermek sayesinde hissedecekleri zevki ve mutluluğu alırsanız, o insanlar kendilerini çok kötü hissederler. Neden? Tekrar edelim. Her şey aslında enerjidir ve vermek isteyip de veremediğinizde, o enerji ifade edilmez ve tıkanıp içinizde kalır. Sonra da bu “tıkalı” enerji olumsuz duygulara dönüşür.

 

Daha da kötüsü, tam olarak almaya açık olmadığınızda, evreni size karşı verici olmama yönünde eğitmiş olursunuz! Gayet basit: Kendi payınızı almaya hazır değilseniz, o hak hazır olan başka birisine gider. Ben bu dersi, tek başıma ormanda kamp yaparken öğrendim. İki günlük macerama hazırlanırken, kendime çatısı meyilli minik bir kulübe yaptım.

 

Yani, tentenin üst kısmını bir ağacın tepesine bağladım, alt kısmını da zemine tutturdum, böylece uyurken tepemde olacak kırk beş derecelik bir çatı yarattım. Bu mini daireyi, Allah’tan yapmışım, zira bütün gece yağmur yağdı. Ertesi sabah barınağımdan çıktığımda hem kendimin hem de bütün eşyalarımın ne kadar kuru kaldığını gördüm. Ama aynı zamanda, tentenin dibinde birikmiş olan fazlasıyla derin gölcüğü de fark ettim.

 

Bir anda iç sesim bana, “Doğa bereketlidir, ama ayrımcılık yapmaz. Yağmur yağdığı zaman eşit yağar ama bir engelle karşılaştığında bir yere akmak zorunda olduğu için engelle karşılaşmadığı yere akar. Dolayısıyla eğer bir taraf kuru kalıyorsa, diğer taraf fazlasıyla ıslanır.” dedi. Su birikintisine bakarken, bu işin para konusunda da aynı olduğunu anladım.

Akan Para

Ortada çok para var, trilyonlarca dolar dünyamızda dolaşıp duruyor ve bir yere akmak zorunda. Demek ki mesele nedir? Kendi payını almaya gönüllü olmayan kişinin payı, onu almak isteyen birilerine gidiyor. Tıpkı yağmur gibi! Yağmur doğası gereği kendisine tentesini kapatmış olan yere değil, kendisine açık olan yere akmak zorunda. Ve o kimi ıslatacağına nasıl aldırmıyorsa, para da kime gideceğine aldırmıyor; sadece akmak zorunda olduğunu biliyor.

 

Her verici için bir alıcı ve her alıcı için de bir vericinin bulunması gerektiğini düşünen parasal başarıya ulaşmış insanlar işte evrenin sağladığı bu “vericiliği” tüm doğallığıyla alırlar. Özverili bir şekilde çok çalışmalarını, başarıya ulaşmak için gösterdikleri çabadan ve başkalarına sağladıkları değerden ötürü ödüllendirilmelerini çok doğal bulurlar.

 

Parasal alanda başarıya ulaşanlar kadar özveriyle çalışan insanlar da vardır elbette. Ama “değmeme” duyguları nedeniyle. Sadece kendilerine sunulduğu kadarını alırlar; başlarını örtecek “tenteye” sahip iseler, gözlerini her şeye kapatır, çalışır da çalışırlar. Kendi çabalarının ve başkalarına sağladıkları değerin kendileri için yeterli gördükleri miktarın dışında ödüllendirilmesini uygun bulmazlar. İşte bu inançları, onların parasal başarıya ulaşmalarındaki engellerden biri haline gelir.

 

Parasal alanda başarılı olamamış birçok kişi, parası olan birçok insandan daha iyi İnsan olduğuna, bir şekilde daha dindar, manen daha güçlü ve daha iyi olduğuna İnanır. Bunun parayla ne ilgisi var sizce? Hem iyi bir insan hem de manen güçlü bir insan olmanızı bol para nasıl engelleyebilir ki? Fikrimi soracak olursanız, bu düşünceyi çok saçma bulduğumu söyleyebilirim size. İyi dindar, manen güçlü, yoksul insanlar da vardır; iyi, dindar, manen güçlü zengin insanlar da! Tercihimi soracak olursanız, şunu söylerim size: İyi, dindar, manen güçlü ve paralı olmayı tercih ederim.

 

Kurslardan birinde orta yaşın üstünde bir beyefendi bana gelmiş ve “Başkalarının hiç parası yokken, benim çok param olduğunda kendimi nasıl daha iyi hissedebilirim ki!” demişti. Ben de ona birkaç basit soru sordum: “Yoksul insanlardan biri olursan, onlar için ne yapabilirsin? Meteliksiz olmanın kime faydası var? Sen de beslenmenin, yaşayabilmenin çarelerini arayan bir diğer boğaz olmaz mısın? Zayıflık yerine kuvvetten yola çıkarak, zengin olup başkalarına yardım etmek daha yararlı olmaz mı?

 

Sana kendini daha iyi hissettirmez mi? ” dedim. Durdu, düşündü ve “Kurs boyunca söylediklerini işte şimdi daha iyi anladım Harv.” dedi. Kısa süre önce bana gönderdiği e-postada, eskiden kazandığından çok daha iyi kazandığını, parasını her yıl artırarak zenginliğe giden yolda ilerlediğini ve bunu inanılmaz bulduğunu yazıyordu. “En iyisi de-.” diyor, “sorunları olan aile bireylerine ve arkadaşlarıma, yoksulluktan kurtulmak için gerçekten hiçbir çıkış yolları olmayan bazı İnsanlara destek olmak harika bir duygu.”

 

İşte bu da beni önemli bir noktaya getirdi: Eğer çok paraya sahip olma yeteneğiniz varsa, olun. Neden mi? Gerçek şu ki, bu toplumda, yaşadığımız için fazlasıyla şanslıyız. Bazı ülkelerde yaşayan insanların çok para kazanma fırsatı bile yok. Eğer siz, bu yeteneğe sahip olan şanslı kişilerden biriyseniz, bunu kullanın. Tam anlamıyla zengin olun ve sizin fırsatlarınıza sahip olmayan insanlara yardım edin. Bence, bunun yoksul olup kimseye yardım edememekten çok daha fazla anlamı vardır.

 

Elbette, ” Para beni değiştirebilir; açgözlü birine dönüşebilirim” diye düşünenler de var. Birincisi, bunu sadece kendini parasal başarısızlığa mahkûm etmeye kararlı kişiler söyler. Bu, onların başarısızlığının gerekçesidir ve para bahçelerindeki “içsel” yabancı otlardan birine dayanır. Sakın inanmayın!

 

İkincisi, doğrusunu söyleyeyim. Para, sizi sadece olduğunuzun daha fazlası yapar. Eğer zaten kötü biriyseniz, para size daha da kötü olma ortamı sağlar. Eğer iyi bir insansanız, para size daha da iyi olma fırsatını verir. Zaten görgüsüzseniz, parayla daha da görgüsüz olabilirsiniz. Eğer cömertseniz, para sizin daha cömert olmanıza, cömertliğinizi sunmanıza İzin verir.

 

İyi bir alıcı olmak için almaya hazır ve açık olmanız çok önemlidir. Elde ettiğiniz şeyi tutmak için de bu yaklaşımı kazanmalısınız. Kötü bir alıcı olduğunuz halde, tesadüfen elinize büyük miktarda para geçerse, o parayı büyük olasılıkla kaybedersiniz. Tekrar ediyoruz, “Önce iç, sonra dış.” İlk olarak, alıcı “kutunuzu” genişletin.

 

Ne demiştik: “Evren, boşluktan nefret eder.” demiştik. Başka bir deyişle, boşluk mutlaka dolacaktır. Boş bir dolaba ya da garaja ne olur, mutlaka biliyorsunuzdur. Uzun süre boş kalmaz, değil mi? Bir de herhangi bir işi yapmak için gereken zamanın, o işi yapmak için verilen süre ile aynı olması tuhaf, değil mi? Alma kapasitenizi arttırdıkça alırsınız, iyi bir alıcı oldukça da elinizdekini korumayı öğrenirsiniz.

 

Ayrıca, almaya tamamen açık hale geldiğinizde, yaşamınızın her alanı açılmaya başlar. İnsana sadece daha çok para gelmez, kişi daha çok sevgi, huzur, mutluluk ve doyum da bulur. Niçin mi? Sürekli kullandığım, ” Bir şeyi nasıl yapıyorsan, her şeyi öyle yaparsın” ilkesi yüzünden.

 

Bir alanda nasılsanız genellikle bütün diğer alanlarda da aynısınızdır. Kendinizi para elde etmek konusunda sınırlamışsanız, büyük bir olasılıkla hayatta iyi olan başka şeyleri elde etmek konusunda da sınırlamışsınızdır. Akıl, hangi alanlarda alıcı olmadığınız konusunda tanımlama getirmez.

 

Aslında akıl, tam tersi şekilde çalışır, büyük genellemeler yapar ve “Her yerde ve her zaman olması gerektiği gibi olması gerek.” der. Kötü bir alıcıysanız, her alanda kötü alıcısınızdır. İyi habere gelince; iyi bir alıcı haline geldiğinizde, her alanda harika bir alıcı olacak ve evrenin hayatın her alanında vereceği her şeyi almaya açılacaksınız.

 

Şimdi aklınızda tutmanız gereken tek şey; iyiliklerle karşılaştıkça, “Teşekkür ederim.” demeyi unutmamak.

 

Parasal Başarıyı Yakalamaya Yardımcı Olacak Davranışlar

1. Mükemmel alıcı olma alıştırması yapın. Size kompliman yapan herkese sadece “Teşekkür ederim” deyin. O kişiye aynı anda siz de kompliman yapmayın. Bu alıştırma size övgüyü tam anlamıyla kabul etmeyi ve çoğu insanın yaptığı gibi, komploları “yansıtmamayı” öğretecek. Bu alıştırma, kompliman yapan kişiye de verdiği hediye suratına geri fırlatmadan verme zevkini yaşatacak.

 

2. Kazandığınız ya da elinize geçen herhangi miktardaki parayı kutlayan. Bu yaklaşım, hediye olarak size verilen para, devletten aldığınız para, maaş olarak aldığınız para ve işinizden kazandığınız para için, hepsi için geçerlidir. Evrenin sizi desteklemek için kurulduğunu unutmayın.

 

3. Kendinizi şımartın. Ayda en az bir defa kişiliğinizi ve ruhunuzu besleyecek bir şey yapın. Masaja, maniküre, pediküre, lüks bir yemeğe gidin, hafta sonunda bir sandal ya da yazlık ev kiralayın, bırakın biri kahvaltıya yatağınıza getirsin. Size kendinizi maddi ve manevi olarak değerli hissettirecek şeyler yapın. Yaydığınız enerji titreşimleri evrene bolluk içerisinde yaşadığınız mesajını gönderecek ve evren de kendi işini yapmaya koyularak, ” Tamam” diyecek, size daha fazla fırsat sunacak.

Muhtemelen bu konular sizlere tanıdık geliyordur.

Biraz sindirelim ve konuya kaldığımız yerden devam edelim.