Okan’ın Hikayesi
Bir ara dijital danışmanlıkla ilgili bir eğitim almıştım. Eğitim başta basit görünmüştü. Hem yaratıcılığımı geliştiririm hem de para kazanırım diye katılmıştım. Başat hayat güzel gidiyordu. Her şeyi öğreniyordum.Fakat o kadar çok eğitim alıp bilgi edinmiştim ki uygulama konusunda maddi anlamda bu işi sürdürebilir miyim diye de endişelerim vardı.
Sonunda bir firmanın reklam danışmanlığını yapmam gerekiyordu ve bunu da çalıştığım firma sahibi olacağını düşündüm. Konuyu kendisine anlattım. İlginç buldu; geleneksel pazarlama anlayışı artık dijital olarak ayağımıza gelen bir müşteri yağmuru olacaktı.
Bu süreci doğru yapabilmem için biraz daha fazla bilgi edinmem gerektiğini fark ettim. Bir şeyleri biliyordum ama halen eksik olduğumu ve başaramayacağımı düşünüyordum. Bu durum beni daha da kaygılandırıyordu. Ekstradan para verip eğitimler alıyor maddi anlamda da bir eksiklik yaşıyordum. Amacım öğrendiğim tüm bu şeyleri doğru bir araya getirmekti.
İnanın gece gündüz bu işe kafayı takmıştım. Hiçbir şey önemli değildi; tek amacım bu firmaya 250 kişi abone olacak kişi getirmekti ve sonra da mail pazarlama yapacaktım.Aradan tam 2 ay veya 3 ay geçti ben halen aldığım eğitimlerden öğreniyor birçok uygulama yapıyordum fakat ortada firma adına reklama daha çıkılmamıştı.
Olabildiğince erteliyordum çünkü her şeyin mükemmel olmasını bekliyordum. Eksik olamazdı. O kadar bu işin önemli olduğunu yöneticime söylemiştim ve o da bana güvenmişti. Onun da hayal kırıklığına uğratamazdım.
Bir gün yöneticim; “Okan, senin şu proje ne oldu” dedi. Ben de “Hangi projeden bahsediyorsunuz” diye cevap verdim (sanki o beni görevlendirmiş gibi ama isteyen bendim bu işi). “Senin şu reklam işin” diye sorunca alnımdan soğuk terler aktı. “Aaa evet Adil bey eğitimim biter bitmez bu işin kontağını çalıştıracağım” dedim.
Bana umutsuz gözlerle baktı ve ben daha da hırslandım. Ve artık bu işi yapacağıma karar verdim. Fakat aradan yine bir ay geçti ve ben yine bu projeyi bir araya getiremiyordum. Çünkü halen mükemmel değildim. Birçok şey biliyor ama bunları somutlaştırmak bir kenara başarısız olmaktan korkuyordum. Evet ya ben bu kadar atıp tutup da başaramazsam ne olurdu?
Bana güvendi ve ben sadece bu iş mükemmel olana kadar oyalanıp duruyordum. Artık işe koyulma zamanım geldi ve parçaları bir araya getirdim. 250 kişi yerine 40 kişiyi abone etmiştim ve reklama tıklama oranı beklentimizi karşıladı ama abone sayımıza ulaşamadık.
Bu durum sadece her şeyin mükemmel ve doğru gitmesi için ertelemelerle o kadar uzamıştı ki sadece sonuca odaklanmam beni oldukça sinirli ve kaygılı yapmıştı. Yani başarısızlığı kabullenmek istemiyordum. Ya bu işi yapacaktım ya da hiç yapmayacaktım. Ve evet hata olduğunda hep birilerini ve kendimi suçluyordum. Bu işte mükemmel biri olmalıydım.
Ama bunun için gelin mükemmeliyetçi kafa yapısıyla gerçekçi kafa yapısına sahip kişilerden bahsedelim. Belki siz de kendinizi mükemmeliyetçi görmüyor olabilirsiniz ama bunu okumaya devam ederseniz kendinizi tanıyabileceğinizi umuyorum.
Varılmak İstenen Noktaya Odaklanma
Mükemmeli arayan kişi için hayatta önemli tek bir şey varsa o da önceden belirlemiş olduğu hedefe varabilmektir. Hedefe doğru ilerleme süreci —bu uğurda yapılan yolculuk— onun için herhangi bir anlam ifade etmez. Ona göre hedefe ulaşmak için yapılan yolculuk, gitmek istediği noktaya varabilmesi için aşılması gereken bir dizi engelden başka bir şey değildir.
Bu bakımdan, mükemmeli arayan insanın hayatı sürekli koşuşturma içinde geçer. Bir sonraki aşamada, elde etmeyi umduğu ve kendini mutlu edeceğine inandığı terfiyi, ödülü ya da hedefi düşünmekten içinde bulunduğu ânın ve mekânın tadını çıkaramaz.
Mükemmeliyetçi insan, hedefe ulaşmak üzere yapmak zorunda olduğu yolculuğu tamamen yok saymanın mümkün olmadığını bilir. Bu nedenle, yaşadığı bu süreci, ileride varmak istediği noktaya ulaşabilmek için katlanmak durumunda olduğu zahmetli, ancak aşılması gereken bir engel olarak görür. Bu yüzden, hedefe ulaşma sürecini en kısa ve sorunsuz şekilde geçirmeye çalışır.
“Click” adlı filmde Michael Newman (Adam Sandler) adındaki kahraman aşın derecede mükemmele ulaşma saplantısı içinde olan bir karakterdir. Günün birinde, hayatını hızla ileri alması sağlayacak bir uzaktan kumanda aleti keşfeder.
Michael’in hayatta en çok istediği şey terfi etmektir; bu hedefe ulaştığında mutlu olacağına inanmaktadır. Bu yüzden, uzaktan kumandanın hızlı olarak ileri sarma tuşunu kullanarak terfi etme hedefine giden yolda yaşaması gereken bütün olayları kısa süre içinde geçip varmak istediği noktaya ulaşır.
Hayatında çok çalışmak zorunda olacağı ve zor günler geçireceği dönemlerin yanı sıra günlük hayatın zevklerini tadacağı anlar —eşiyle sevişmek gibi— yaşayamadan zaman hızla ileriye almıştır. Çünkü arada yaşanacak olayların nihai hedefe doğru ilerlemesinde hızını yavaşlatacağı kanısındadır. Ona göre, varmak istediği hedefle doğrudan ilgili olmayan her şey, hedeften saparak uzaklaşması anlamına gelir.
Çevresindeki insanlara göre Michael tamamen uyanık hâldedir; ancak uzaktan kumanda aletinin etkisiyle Michael uyku hâlinde yaşamaya başlamıştır —ameliyat esnasında hastanın hissettiği ağrıyı azaltmak için anesteziyle uyutulması gibi sadece birkaç saat değil, hayatının büyük bir bölümünde uyku hâlinde bulunmaktadır. Böylece, mutluluğuna engel olarak gördüğü hedefe doğru yolculuk yapma sürecini yaşamak zorunda kalmamış olur.
Michael aslında tüm yaşamını uykuda geçirmektedir. Tüm Hollywood filmlerinde olduğu gibi sonunda yaptığı hatanın farkına varan Michael’a tabii ki ikinci şans verilir ve bu kez aynı hatayı tekrarlamaz; hayatını hızlıca ileri sarıp pek çok şeyin farkına varmadan zamanını harcamak yerine, her ânı hissederek, doya doya yaşamaya çalışır. Bunun sonucunda kendini çok daha mutlu hissetmeye başlamıştır.
Gerçek hayatta durum farklıdır. Sürekli olarak mükemmelin peşinde koşan insanlar, sadece nihai olarak ulaşmak istedikleri hedefe odaklandıkları için hayatta önemli olan pek çok şeyi yaşama fırsatını kaçırırlar.
Bu durumun farkına vardıklarında ise çoktan iş işten geçmiş olur; çünkü gerçek hayat, ikinci şansı tanımaz. Gerçekçi iyimser de mükemmeliyetçi gibi hedefe yönelik benzer arzular duysa da hedefine ulaşmak için yapacağı yolculuğa daha fazla önem verir.
Hedefe doğru yapılan yolculuk sırasında bazen keyif bazen de sıkıntılı veren dolambaçlı yollara girmek durumunda kalabileceğini de gayet iyi bilir. Mükemmeliyetçi insanın tersine, hedefe saplantı derecesine varacak kadar odaklanarak hayattaki diğer şeylerin önemsiz olduğu gibi bir düşünceye kapılmaz.
Çoğu zaman hayatın, varılmak istenen noktaya giderken yaşananlarla ilgili bir süreç olduğunu bildiği için sürekli olarak yaşamın içinde kalmaya, bütün benliğiyle hayatında meydana gelen gelişmelerin farkına vararak yaşamaya devam eder.
Ya Hep Ya Hiç Tarzı Yaklaşım
Mükemmeli arayan insan, görünüşte basit değerler üzerine kurulmuş olan bir evrende yaşar —kavramlar ve olaylar doğru veya yanlış, iyi ya da kötü, en iyi veya en kötü, başarılı ya da başarısız diye iki kutuplu kategorilere ayrılmıştır. İster ahlaki konularda ister sporla ilgili alanlarda olsun, iyi ile kötüyü, başarı ve başarısızlığı ayırt etmek kuşkusuz önemli bir şeydir.
Bununla birlikte, mükemmeliyetçi insanın yaklaşımındaki temel sorun, ona göre bunların dışında başka bir kategorinin olmamasıdır, Onun dünyasında sadece siyah ve beyaz vardır; grinin tonlarına, karmaşık kavramlara yer yoktur.
Psikolog Asher Pacht’ın belirttiği gibi, “Mükemmeli arayan insanlar için bir uçtan diğerine kesintisiz olarak uzanan doğrusal çizginin sadece uç noktaları mevcuttur; ortada kalan alanın farkında değildirler. Mükemmeli arayan kişi, en uç noktalara o kadar yoğun bir şekilde odaklanmıştır ki arada kalan bölgede başka noktaların bulunabileceğini hiç düşünmez. “
“Ya hep ya hiç” yaklaşımı farklı şekillerde kendini gösterir. Mesela ben masa tenis oynarken tıpkı bir dünya şampiyonu gibi antrenman yapmak konusunda kararlıydım, çünkü önümdeki diğer seçenek hiç antrenman yapmamaktı. O anda tek idealim olan şampiyon olma hedefine o kadar yoğun bir şekilde odaklanmıştım ki oyundan zevk alamaz hâle gelmiştim. Turnuvalarda oynadığımda üzerimde büyük bir baskı hissediyordum.
Özellikle finale kaldığımda bu stres dayanılmaz bir hâl alıyordu. Çünkü her şey —bütün olarak kendimi ne kadar değerli gördüğüm— tek bir sayı yapmaya, tek bir set almaya, tek bir maç kazanmaya bağlıydı: Ya turnuvayı kazanacak ya da kendimi yenilgiye uğramış değersiz biri gibi görmeye başlayacaktım.
Yaşadığım bu olaya da ya hep ya hiç tarzında yaklaşım gösterdiğim için kendimi sürekli yiyip bitiren, zihnimde tasarladığım nihai hedefime ulaşmasını sağlayacak olan düz çizgiden her tür sapmayı, ne kadar küçük ve kısa süreli olursa olsun, onur kırıcı büyük bir başarısızlık olarak görürdüm.
Bunu söylerken gerçekçi iyimserler gibi olaylara yaklaşırken göreceli bir tutum benimseyen ve kazanma ya da kaybetme, başarı veya başarısızlık, doğru ya da yanlış gibi iki kutuplu “uç noktadaki” kavramları reddeden biri olduğunu ima etmiyorum. Gerçekçi iyimser, bu kategorilerin var olduğunu kabul etmekle birlikte —turnuvayı kazanmanız ya da kaybetmeniz, hedeflerinize ulaşmada başarılı olmanız veya olmamanız— iki kutup arasında gerekli ve değerli olabilecek sayısız ara nokta olduğunun da bilincindedirler.
Gerçekçi iyimser, mükemmel sayılmayacak bir performansı yeterince değerli ve tatmin edici bulabilir, bundan da büyük mutluluk duyar. Sürekli mükemmeli arayan biri olarak benim yapamadığım da buydu.
HAKLI ÇIKMAK
Tıpkı başarısızlık gibi eleştiri de bizi, kusurlarımızın ortaya çıkması tehdidiyle karşı karşıya bırakır. Mükemmeliyetçi insanlar “ya hep ya hiç” tarzındaki yaklaşımları nedeniyle kendilerini hedef alan her tür eleştirinin felakete yol açabileceğini düşünürler. Benim pazarlama işini yaparken ki bakış açımdan böyleydi.
Bunu kendilerini değerli hissetme duygularını tehdit eden bir saldırı olarak algılarlar. Mükemmeliyetçi insanlar eleştiriye maruz kaldıklarında çoğu zaman gerektiğinden fazla tepki gösterirler; bunun sonucunda da yapılan eleştirinin yararlı olabileceği, hatta kendilerine yeni şeyler öğrenme olanağı sağlayabileceği gibi ihtimaller üzerinde değerIendirme yapmaya gerek duymazlar.
Filozof Mihnea Moldoveanu, “Gerçeği istediğimizi söylediğimiz zaman, aslında doğruyu bulmak istediğimizi kastederiz” der —mükemmeliyetçi insanı bundan daha iyi anlatan bir ifade yoktur herhâlde.
Çoğu insan gibi, mükemmeliyetçi insan da başkalarından öğrenecek şeyler olduğunu söylese de öğrenmenin bedelini ödemek —eksikliği veya hatayı kabul etmek— konusunda o kadar istekli değildir. Çünkü aslında öncelikli kaygısı, haklı olduğunu kanıtlamaktır.
Oysa gerçekçi iyimser bakışına sahip insan, göstermiş olduğu tepkili, savunmacı davranışın kendine zarar verdiğini ve başarı şansını olumsuz yönde etkilediğini bilir. Ancak, değişmesinin önündeki en önemli engel, kendini ve dünyayı algılayış tarzıdır.
Savunmacı tutumunu güçlendiren iki psikolojik mekanizma vardır:
- Kendini Yüceltme
- Kendini Onaylama.
Kendini yüceltme, insanın kendisi ve başkaları tarafından olumlu şekilde görülme arzusudur; kendini onaylama ise, başkaları tarafından doğru şekilde algılanma arzusudur —gerçekte olduğunuz gibi ya da gerçekte olduğunuza inandığınız gibi. Bu iki mekanizma çoğu zaman birbiriyle çatışma hâlindedir.
Örneğin, kendine saygısı düşük düzeyde olan bir kimse, başkalarının gözüne iyi görünmek isteyebileceği gibi (kendini yüceltme), aynı zamanda kendini algıladığı şekilde —olumsuz— görülmek de isteyebilir (kendini onaylama). Bir yandan, başkalarının kendini değerli biri olarak algılamasını isterken, diğer yandan da kendine duyduğu saygının düşük düzeyde olması nedeniyle kendini değersiz hisseder.
Bu nedenle, gerçekte kendini değerli hissetmediği için başkaları tarafından değersiz biri olarak görülmek ister. Kendini yüceltme ve kendini onaylama, içten gelen güçlü dürtülerdir. Birbiriyle çatışma hâlinde hangisinin baskın çıkacağı, bireyin kendisine ve yaşanan durumun özelliğine bağlıdır.
Mükemmeli arama eğilimi söz konusu olduğunda, kendini onaylama ve kendini yüceltme duygularının birleşmesi sonucunda insanda aşırı düzeyde bir savunma psikolojisi oluşur.
Mükemmeliyetçi insan iyi görünmek ister (kendini yüceltme) bu nedenle kendine yönelik eleştirileri saptırarak kusursuz gibi görünmeye çalışır. Mükemmeliyetçi insanın kendine yakıştırdığı imaj-kabul edileceği tek imaj— kusursuz biri olmasıdır.
Kendini algılama tarzının gerçekten doğru olduğu konusunda başkalarını ikna etmek için büyük gayret gösterir (kendini onaylama). Egosunu ve kendini algılama tarzını her ne pahasına olursa olsun savunur ve kendisinin mükemmel olmaktan uzak olduğunu ortaya koyabilecek eleştirilere kesinlikle izin vermez.
Tersine, gerçekçi iyimser önerilere açıktır. İster herhangi bir işe giriştiğinde yaşadığı başarısızlık veya başarı şeklinde, ister başkalarından övgü veya eleştiri dolu sözler duymak şeklinde olsun, eleştirinin değerini bilir.
Kusurları ortaya konduğunda bu durumdan pek hoşlanmasa da —nasıl ki çoğu insan başarısızlığa uğramak istemez, eleştirilmek de çoğu insanın hoşuna giden bir durum değildir— bir süre düşünerek yapılan eleştiride doğruluk payı olup olmadığı konusunda açık ve dürüst bir şekilde değerIendirme yaptıktan sonra kendine dönerek bu eleştiri sayesinde neler öğrenebileceğini ve kendini nasıl geliştirebileceğini sorar. Eleştirinin önemini bildiğinden, özel olarak bu tür yorumları duymak ister, eksik olduğu yönleri ve olumlu taraflarını ortaya koymak isteyen insanlara minnettarlık duyar.
Kusur Bulma
Henry David Thoreau şöyle der: “Kusur arayan insan cennette bile bulur. ”Başarısızlık saplantısı nedeniyle mükemmeliyetçi insanın bütün dikkati, bardağın boş kısmına odaklanmıştır.
Ne kadar başarılı olursa olsun, eksik ve kusurlu yönleri tüm başarılarını gölgede bırakır. Kusur bulma ve ” ya hep ya hiç” tarzında düşünme gibi alışkanlıkları nedeniyle mükemmeliyetçi insan, bardağı tamamen boş görme eğilimi içindedir—kusur bulma özelliği nedeniyle bardağı biraz boş bulurken, ya hep ya hiç tarzında düşünme alışkanlığı yüzünden bardağın tamamen boş olduğu gibi en uç noktada yer alan bir anlayış ortaya çıkar.
Hayat denen düz bir çizgiden ibaret ve başarısızlıktan tam olarak kaçınmanın mümkün olduğu gibi bir yanılgı içindedir. Bu nedenle, sürekli olarak tüm dikkatiyle kusurlu noktaları ve idealin dışına çıkıldığı durumları tespit etmeye odaklanmıştır. Devamlı olarak kusur aradığı için de eninde sonunda bulur —cennette bile.
Ralph Waldo Emerson şöyle diyor: “Farklı zihinler aynı dünyayı cennet veya cehennem olarak görür.” Dünyaya bakışımızda kişisel yorumumuz çok önemlidir. Farkı yaratan şey, neye odaklandığımızdır. Örneğin, spor veya akademik alanda fazla parlak olmayan başarı, mükemmeli arayan kişi tarafından bir felaket olarak algılanacağı gibi, ileride karşısına çıkacak tüm zorluk ve engellerden kaçınmasına da neden olabilir.
Aksine gerçekçi iyimser, başarısızlıkları sonucu yaşadığı hayal kırıklıklarını muhtemelen birer öğrenme fırsatı olarak görecektir; başarısızlıklar onu hayata küstürmeyecek, tersine daha fazla çaba göstermek yolunda daha da teşvik edecektir.
Gerçekçi iyimserler, mevcut durumdan olabildiğince yarar sağlamaya çalışan kimselerdir —karanlık bulutta ümit ışığı bulan, limonlardan limonata yapan, hayatın aydınlık tarafına bakan ve yazarları çok sayıda basmakalıp söz kullanmakla suçlamayan kişilerdir. Yaşadığı başarısızlıkları fırsat hâline dönüştürme becerisine sahip olan gerçekçi iyimserliği benimsemiş insanın hayatına, genel bir iyimserlik duygusu hâkimdir.
Gerçekçi iyimserlik anlayışını ilke edinmiş insan, genel olarak herhangi bir durumdan elde edilebilecek yararlara odaklanma eğiliminde olsa da yaşanan her olumsuz olayın olumlu bir yanının olmadığının, dünyada yanlış pek çok şey olduğunun ve bazen olaylara olumsuz tepki vermenin uygun bir davranış olacağının da bilincindedir. Olumsuz olan şeyi hiçbir zaman göremeyen insan, dünyadan kendini soyutlamış bir Pollyanna’dan farklı değildir. Böyle bir kimse, sadece olumsuzu görebilen insan kadar gerçek dışıdır.
Katı Tutum
Mükemmeliyetçi insan kendine ve başkalarına karşı aşırı katı bir tutum sergileyebilir. Hata yaptığında ya da başarısız olduğunda kendini kesinlikle affetmez. Bu katı tutumu, hayatı hata yapmadan, sorunsuz şekilde yaşamanın mümkün (ve tabii ki arzu edilen bir şey) olduğu inancına dayanır.
Ona göre, hatalardan kaçınmak mümkündür —yanlışlardan uzak durmak kendi elindedir— ve bu nedenle, kendine karşı tavizsiz bir tutum içinde olmayı bir tür sorumluluk olarak görür. Böylece, mükemmeliyetçi insan, sorumluluk alma kavramını hiç de doğru olmayan bir uç noktaya taşımış olur.
Gerçekçi iyimser, hatalarından kendi payına düşen sorumluluğu alır ve başarısızlıklarından dersler çıkarır.
Ancak, hayatta hata yapmanın ve başarısızlığa uğramanın kaçınılmaz olduğunu da kabul eder. Bu nedenle, başarısızlıklar söz konusu olduğunda gerçekçi bir iyimserliğe sahip insan, çok daha anlayışlı bir tutum sergiler; kendini affetmeye çok daha yatkındır. Mükemmeliyetçi insanın sert tutumu ve gerçekçi iyimserliği ilke edinmiş olan insanın hataları affetme eğilimi, doğal olarak onların başkalarına karşı davranışlarına da yansır.
Başka insanlara karşı davranışımız çoğu zaman kendimize karşı davranışımızın bir yansımasıdır.
Kendimize karşı nazik ve anlayışlı olmamız, genellikle başkalarına karşı aynı nezaket ve anlayış içinde davranıyor olmamız anlamına gelir; bunun tersi de doğrudur; kendimize karşı katı ve tavizsiz tutum içinde olmamız başka insanlara karşı aynı şekilde katı ve hoşgörüsüz davranmamız anlamına gelir.
Değişime Karşı Direnç
Mükemmeliyetçi insana göre, kişinin varmak istediği yere ulaşmasının sadece tek bir yolu vardır ve bu yol düz bir çizgi seklindedir. Kendi (ve başkaları) için belirlediği yol, sabit ve durağandır. Niyetlerini ifade etmek için kullandığı dil kategorik, hatta zorunluluk veya tavsiye içeriklidir: “Yapmak zorundayım, yapmalıyım, yapsam iyi olur vs.”
Mükemmeliyetçi insanın karar verme sürecinde duygulara yer yoktur. Çoğu zaman beklenmedik şekilde değişiklikler gösterdiği ve kendi koymuş olduğu zorunlu kuralları uymadığı için duyguları, insana zarar veren bir etken olarak görür.
Değişim düşmandır; işleri kendi akışına bırakmak ve beklenmedik durumlar karşısında hazırlıksız tepki vermek çok risklidir. Parametreler önceden açık seçik bir şekilde belirlenmiş olmadıkça, özellikle çok önem verdiği alanlarda olayları ciddiye almadan geçiştiren yaklaşımlar kabul edilemez.
Mükemmeliyetçi insanın değişime karşı gösterdiği direnç, kısmen de olsa, saplantı hâline gelmiş olayları kontrol etme isteğinden kaynaklanır. Mükemmele ulaşmaya çalışan insan, hayatı her yönüyle kontrolü eline almaya çalışır. Bunun nedeni, kontrolü elden biraz bırakması durumunda bütün dünyasının yıkılacağından korkmasıdır.
İşyerinde veya başka bir yerde herhangi bir iş yapması gerekiyorsa, bunu kendi başına yapmayı tercih eder. Kendi verdiği talimatlara harfiyen uyacaklarından emin olmadıkça başka insanlara güvenmez. Dizginleri bıraktığı takdirde olayların akışıyla farklı yönlere doğru sürüklenip gideceği yönündeki korkusu, başarısızlığa uğrama kaygısıyla yakından ilişkilidir.
Değişime karşı gösterilen direnç, kendini başka bir şekilde de gösterir. Danışmanlık şirketine ortak olma hedefine ulaşmaya çalışan ve bunun için haftada yetmiş saatini ofiste geçiren bir kişiyi hayal edin. İşinde mutsuz olan bu insan kendine en fazla tatmin sağlayan işin üniversite yıllarında yaz boyunca bir restoranda yaptığı iş olduğunu gayet iyi bilmektedir. Ancak, planlamış olduğu hareket tarzını değiştirme düşüncesine karşı çıkar —belki de ne kadar mutsuz olduğunu kabul etmek istemez— ve şirkete ortak olma hedefi doğrultusunda yaşamını sürdürür. Ne pahasına olursa olsun bu hedeften vazgeçmez; şirkete ortak olma amacında “başarısızlığa uğramak” istemez.
MÜKEMMELİYETÇİ |
GERÇEKCİ İYİMSER |
• Hayat yolculuğunu düz bir çizgi olarak algılama | • Hayat yolculuğunu inişli çıkışlı bir süreç olarak algılama |
• Başarısızlığı, yapılan hataları düzeltme fırsat
olarak görme |
• Yolculuk süresince yaşanan olaylara ve varılacak noktaya odaklanma |
• Ya hep ya hiç tarzında düşünme
|
• Farklı şekillerde, karmaşık düşünme
|
• Savunmacı tutum | • Önerilere açık yaklaşım |
• Kusur bulmaya çalışma | • Yarar sağlamaya çalışma |
• Katı ve tavizsiz tutum | • Affedici tutum |
• Değişime direnç gösterme | • Değişen koşullara uyum sağlayan, dinamik tutum |
Sonuç Olarak
Hiç kuşku yok ki mükemmeliyetçi insanların çoğu şu ana kadar anlattığım özelliklerin tümüne sahip değildir. Bu insanların mükemmeli arama özellikleri, her durumda aynı derecede ortaya çıkmaz.
Ancak bu özellikleri ne kadar çok gösterirlerse, bu kişilerin mükemmeli aramayla ilişkili olarak ortaya çıkan çeşitli ruhsal bozukluk, problem ve zorluklara maruz kalma olasılığı o kadar artar. Bu rahatsızlıklar arasında şunlar sayılabilir:
- Düşük düzeyli özsaygı
- Beslenme bozuklukları
- Cinsel yetersizlik
- Depresyon,
- Endişe
- Obsesif kompülsif bozukluk,
- Psikosomatik rahatsızlıklar
- Alkol bağımlılığı
- Toplum içinde yaşama korkusu
- Panik bozuklu
- Yapılacak işleri sürekli erteleme eğilimi
- İnsan ilişiklerinde sürmede ve iletişimde zorluklar