İnsana Özgü Tüm Duygular
İlk kızımız İpek dünyaya geldiğinde eşim Dilek’le aldığımız en iyi tavsiye bir çocuk doktorundan gelmişti: “Önümüzdeki birkaç ay içinde pek çok farklı duyguyu bir arada yaşama olanağı bulacaksınız —çoğu zaman aşırı uç noktalardaki duygular: Sevinç ve hayret, üzüntü ve öfke, mutluluk ve hiddet. Bu oldukça normal. Hepimiz bunları yaşıyoruz.” Acaba doktor haklı mıydı? Hiç kuşku yok ki sevinç ve mutluluk duyduğumuz anlar olduğu gibi sıkıntı çekip zorlandığımız anlar da oluyordu.
Örneğin, İpek bir aylıkken, ona karşı kıskançlık hissine kapılmış gibiydim. Peki, ama neden? Çünkü, Dilek’le çıkmaya başladığımızdan o güne dek ilk kez benden başka biriyle ilgileniyordu. Ancak kıskançlık duygusu hissettikten beş dakika sonra İpek’e büyük bir sevgi duydum.
Bu durum karşısında verdiğim ilk tepki, kendimi iki yüzlü olmakla suçlayıp sevgimin gerçek olup olmadığını sorgulamak oluyordu: sevgi nasıl gerçek olabilirdi? Sonra çocuk doktorunun söyledikleri aklıma geldi. Bu tür duygular hissetmemin gayet doğal olduğunu hatırladım. Aslında bu tür duygular hissediyor olmam, insanın doğasında var olan duyguları tatma olanağı veriyordu.
Doktorun tavsiyeleri bana iki şekilde yardımcı oldu. Öncelikle, hissettiğim kıskançlık duygusu giderek azalmış ve etkisini kaybetmişti. Bunun nedeni bu duygumu inkâr edip bastırmak yerine farkına varıp kabullenmiş olmamdı.
İkinci olarak, kendimi suçlu görme ve iki yüzlü olduğumu düşünmek gibi olumsuz his ve kuruntuların sevgi duygusunu gölgelemesine izin vermeden, sevgiyi çok daha yoğun şekilde yaşamaya ve dolayısıyla tadına varmaya başlamıştım.
Kabullenme, duygusal anlamda sağlıklı bir yaşam sürmenin ön koşuludur. Duygularımızı kabullendiğimizde, insan olarak doğamızda var olan ne varsa her şeye kucak açtığımızda, hayatımızda duyguları özgürce yaşayabileceğimiz bir alan açmış oluruz.
Acı ve üzüntü veren duyguların akışını kesmek için duygu vanasını kapamak, gelecekte olumlu duyguların akışını da durduracaktır.
Sistem içinde bütün duygular-olumlu ya da olumsuz- aynı kanaldan akıp gider. Bu duygunun akışına set çektiğimiz zaman bu, bizim diğer duyguları yaşama yeteneğimizi etkiler.
Yaptığım bir hatadan dolayı üzüldüğümü inkâr ettiğim zaman, güzel bir olay yaşadığımda sevinç duyma yeteneğimi de engellemiş olurum. Bunu içinden su geçen bir boruya benzetin. Bu borunun içini, inkar edilmiş, olumsuz duygularla tıkarsak, arkadan gelecek olumlu duyguların akışını da kesmiş oluruz.
Hiç kimse sürekli olarak olumlu duyguların yaşandığı “mükemmel” bir duygusal yaşantıya sahip değildir. Acı veren duygular ortaya çıktığında gerçeği reddeder bir tutum takınarak mükemmel bir hayat yaşamaya çalışmak, hissettiğimiz acı ve üzüntüyü daha da artırmaktan başka işe yaramaz. İnsanın sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürebilmesi için —mümkün olan en iyi hayatı elde edebilmek için— kendimize yaşanabilecek tüm duyguları doyasıya yaşama ve ifade etme özgürlüğünü tanımamız gerekir.
Kabullenme ve Boyun Eğme
Bir duyguyu kabullenmek, ona boyun eğmek anlamına gelmez. Bu konuyu Nathaniel Branden şöyle açıklıyor:
“Duygularımızı olduğu gibi yaşayıp kabullenmek demek, yaptığımız her işte son sözü hep duygularımız söyler demek değildir. Bugün içimden çalışmak gelmiyor olabilir; bu yöndeki duygularımın farkına varır, yaşar, kabul eder ve sonra da işe giderim. Güne kendimi kandırarak başlamadığım için zihnim rahatlamış olacak ve kendimi işime daha kolay verebilirim. Çoğu zaman, olumsuz duyguları tam olarak yaşayıp kabullendiğimizde, onlardan kurtulmamız daha kolay olur; onlara da hakkı verilmiş olacağı için bir süre sonra sahnenin ortasındaki yerlerini terk ederler.”
Aynı doğrultuda görüşler ortaya koyam Jon Kabat-Zinn şöyle diyor.
“Yaşadığımız ânı kabullenmek, olan bitenler karşısında teslimiyetçi bir yaklaşım sergilediğimiz anlamına gelmez, Bu, sadece yaşadığımız olayların farkında olup yaşanan gelişmeleri kabul ettiğimizin bir göstergesidir.” Gerçekten de değişmek konusunda kararlıysak bu yolda atmamız gereken ilk adım, gerçekleri kabul etmeye başlamaktır.
Müşteri odaklı tedavi ekolünün öncüsü Carl Rogers şöyle der: “Ne tuhaf bir çelişkidir ki, istediğim değişimi, ancak kendimi olduğum gibi görüp kabul ettiğimde gerçekleştirebiliyorum.”
Örneğin, başka insanların hakkımda ne düşündükleri konusunda aşırı derecede duyarlı davranıyor ve bu özelliğimin değişmesini istiyorsam, böyle bir durumla karşılaştlğımda gereğinden fazla tepki gösterdiğim zaman kendimi suçlamak hiçbir işe yaramayacaktır. Diğer tüm özelliklerim gibi hassas bir insan olduğumu kabul etmek yaşadığım üzücü olayların ardından kendimi daha çabuk toparlama yeteneği kazanmama yardımcı olacaktır.
Hissettiğim duyguyu kabullendiğim, kendimi olduğum gibi gördüğüm an, değişebilmek için zihinsel ve duygusal olarak kendimi en iyi hissettiğim andır.
Duygularımızı kabul etmek, her zaman hoşumuza giden bir yaklaşım değildir; hissettiğimiz gerçek duyguları olduğu gibi yaşayabilmek için kendimize belli bir hareket alanı ve özgürlük ortamı yaratmaktır.
Duyguları kabullenmek, bu duyguların neden oldukları davranışları kabul ettiğimiz anlamına gelmez. Çocuğuma kıskançlık hissi duyduğum hâlde şefkatle davranabilirim. Bir konferans öncesinde endişe duygusu yaşasam da konferansı verme kararımda herhangi bir değişiklik olmaz.
Aktif bir anlam taşıyan kabul etme eylemi ile edilgen bir anlam ifade eden boyun eğme eylemi arasındaki temel fark budur.
Aktif Kabullenme
Üniversite yıllarımda çok yakışıklı bir arkadaşım vardı. Hayatımda ilk defa en azından ben hatırlamıyorum birisini kıskandım. “Neden benden bu kadar yakışıklı?” dedim kendi kendime. Kızlar bunun peşinden koşuyor ama benim bir kız arkadaşım bile yok diye inanın çok kıskanmıştım. Ama ne yapayım ben robot değilim değil mi? Arkamda Durecell bir pille ortalıkta dolaşmıyorum benim de sizin gibi duygularım var.
Bu tür duygular hissettiğim için kendime öyle kızmıştım ki üç gece boyunca gözüme uyku girmedi. Nasıl olur da bir arkadaşımı kıskanabilirdim? Sonunda, kıskançlık konusunda yarı itiraf etme yarı tavsiye alma niyetiyle söylemeye karar verdim.
O gün ve daha sonra uzun zaman, kıskançlık hissettiğimiz durum ve olaylar hakkında bol bol sohbet ettik. Bu konuda konuşmak kendimizi daha iyi hissetmemizi ve birbirimizi daha yakından tanımamızı sağladı. Konuştuğumuz konulardan sonuç, kıskançlık hissinin insanın doğasında var olan bir duygu olduğu ve bu duygudan kaçınmanın neredeyse imkansız olduğu gerçeğiydi.
Bazı duygulardan kaçınmak olanaksızdır. Kıskançlık, korku, endişe ya da öfke gibi duyguları yaşamayan insan yoktur. Asıl sorun, bu tür duygular hissedip hissetmediğimiz değil, bu duygularla ne yapacağımıza karar vermemizle ilgilidir.
- Birinci seçeneğimiz, verdiğimiz duygusal tepkiyi kabul veya reddetmek, var olan duyguyu bastırmak ya da kabullenmektir.
- Yapacağımız İkinci tercih, ilk başta verdiğimiz doğal tepki doğrultusunda hareket etmektir.
Örneğin, kıskançlık duyduğumuz kişilerle ilişkimize son vermek ya da bu tepkiyi aşarak farklı bir davranış içine girmektir (doğuştan yetenekli insanlarla ilişkilerimizi olabildiğince geliştirmeye çalışmaktır).
İşe önce duygularımızı kabul ederek başlarsak, ikinci seçeneği tercih etmemiz önemli ölçüde kolaylaşır; yaşadığımız olumsuz duyguları bastırmaya gidersek, bu duygular giderek yoğunlaşır ve bizi daha fazla etkisi altına alır.
Bir arkadaşımızı kıskanabileceğimizi kabul etmediğimiz takdirde ona karşı olumsuz davranışlar sergileyebilir, sonra da bu davranışımız için mantıklı gerekçeler bulma arayışına gireriz. Birine çıkma teklif etmekten çekinip korktuğumuzu kabul etmiyorsak, bu kişiyle karşılaşmak istemez sonra da ondan zaten hoşlanmadığımız konusunda kendimizi ikna etmeye çalışırız.
Arkadaşıma karşı, hissettiğim duyguların altında kıskançlık hissinin yattığını inkâr etmiş olsam, onun yanındayken hissettiğim rahatsızlığı açıklayabilmek için farklı gerekçeler bulma arayışına girerdim. Bizler duygu ve düşünceleri olan varlıklarız. Belli bir yönde duygular hissetmeye başladığımızda yaşadığımız duyguyu açıklayabilmek için bir gerekçe bulmaya çalışırız.
Gösterdiğim duygusal tepkinin altında yatan gerçek nedeni belirleyip onu irdelemek, onaylamadığım duyguları kabul etmek yerine, arkadaşımın yanındayken hissettiğim rahatsızlığı muhtemelen ona kusur bularak haklı göstermeye çalışırdım. Kendimizle ilgili olumsuz düşünceler içinde olmaktansa, kötü davranarak haksızdık ettiğimiz insanları çoğu zaman suçlama eğiliminde oluruz.
Arzu edilmeyen düşünce ve duyguları bastırmanın zararlı bir yönü daha vardır. Leonard Newman ve meslektaşları “savunmacı yansıtma” konusunda yaptıkları çalışmada “insanların kendilerinde bulunan belli kusurları görmekten kaçınmak istemeleri durumunda başkalarında aynı kusurları görmeye çalıştıklarını” ortaya koyuyor.
İstenmeyen bu düşünce ve duyguları “sürekli olarak içimizde” yaşar hâle geliriz; tıpkı beyaz bir ayı düşüncesini bastırıp zihnimizden çıkarmaya çalıştığımızda o düşüncenin bize iyice yaklaşması gibi. Bunun sonucunda bu düşünce ve duyguların bizi çepeçevre sardığını, gerçekte orada olmasalar da başka insanların sürekli olarak karşımızda durduğuna tanık oluruz.
Kabul etmek istemediğimiz düşünce ve duygularla âdeta çevremizi kirletiriz. Arkadaşıma karşı duyduğum ‘kıskançlığımı inkar etmiş olsaydım, onu ve başkalarını kıskanç olmakla suçlama ihtimalim daha fazla olacaktı. Çünkü sendeki kıskançlığını başkaları görmesi diye karşı tarafa suçlama yoluyla kamufle ediyorsun.
Gerçek hislerimi bastırarak başladığım sürecin sonunda, kendime, arkadaşıma, ilişkimize ve arkadaşlarımıza zarar verebiliriz. Bize acı ve üzüntü veren bir duyguyu bastırmaya çalıştığımızda hem biz hem çevremizdeki insanlar bundan zarar görür. Örneğin, öfke duygumuzu kabullenmezsek(bastırırsak-inkar edersek) romantik bir ilişkide, bu duygumuzu dışarıya “yansıtarak” karşı tarafın öfkeli olduğunu var sayma eğiliminde olabiliriz.
Aslında bizim dışımızdaki insanların duyguları sandığımız gibi olmadığı hâlde istemeden onları incitir, ilişkimizde yaralar açarız. İşyerinde gerçekçi ve dürüst bir davranış ortaya koymazsak —hiç korkmadan ve tereddüt etmeden konuşmamız gereken yerde sessiz kalır veya sırf başkalarını etkileyebilmek için inanmadığımız şeyleri söyleyecek olursak— sonra da bu davranışımızı kabul etmezsek, bir süre sonra bulunduğumuz her ortamda sahte davranışlar görmeye, haksız bir şekilde başkalarını eleştirmeye başlarız.
Asil bir davranış sergilemenin tek yolu, hissettiğimiz gerçek duyguları —hoşumuza gitse de gitmese de— olduğu gibi kabul etmektir.
BİRAZ DÜŞÜNELİM
Hayatınızda kıskançlık ve çekememezlik gibi duygular hissettiğiniz durumları düşünün. Yaşadığınız duyguyu gözlemleyin. Bu hissi, hiç değiştirmeye çalışmadan olduğu gibi kabullenin, sonra da asıl davranışlar göstermeye çalışın.
Biraz daha sabır konunun sonlarına geliyoruz. Konuya buradan devam edebiliriz; bu sefer çaylar benden…