Farkındalık

Mükemmeli Aramak

Müklemmeli Aramak

 

Mutlu bir yaşam, sürekli olarak olumlu duyguların yaşandığı bir süreçtir.

 

Kıskançlık veya öfke, hayal kırıklığı ya da üzüntü, korku veya kaygı gibi duygular yaşayan bir kişinin gerçek anlamda mutlu olduğu söylenemez.  Aslında hiç hoşumuza gitmese de gayet normal karşılanması gereken bu duyguları yaşamayan bir tek insan grubu varsa onlar da psikopatlardır ve tabii ki bir de ölüler.

 

Zaman zaman bu duyguları hissetmek aslında iyiye yorulması gereken bir durumdur -büyük ihtimalle psikopat olmadığımızı, normal bir insan olarak yaşıyor olduğumuzu gösteren Önemli bir delildir

 

Ne tuhaftır ki bize acı veren duyguları yaşama olanağını kendimize tanımadığımız zaman aslında mutlu olma kapasitemizi de sınırlamış oluruz. Bütün duygularımız aynı kanaldan geçerek gider; bu nedenle bize acı veren duygulan engellemeye çalıştığımız zaman dolaylı olarak bize keyif veren duygulara da set çekmiş oluruz.

 

Üstelik hoşumuza gitmeyen duyguları doğal akışı içinde yaşamak yerine bastırmaya çalışıp içimize attığımızda sıkıntılarımız daha da büyür ve zamanla dayanılmaz bir hâl alır. İçimizde biriktirdiğimiz bu duygular zamanla şu veya bu nedenle açığa çıktığında hayatımız alt üst olur.

 

Acı veren duygular yaşamın kaçınılmaz bir parçasıdır, dolayısıyla bu duyguları yok saymak, insanlığımızın bir kısmını reddetmek anlamına gelir. Dolu dolu yaşanacak ve bizi tatmin edecek mutlu bir yaşam sürebilmek için kendimize, insanlara özgü tüm duyguları yaşama fırsatı vermemiz, bir başka deyişle, kendimize insan olma olanağı tanımamız gerekir.

 

Emmy Ödülü

Alasdaire Clayre’nin Hayatı

Alasdaire Clayre’nin hayatı, her yönüyle mükemmel görünüyordu, Oxford Üniversitesi’nin parlak öğrencilerinden biriydi. Daha sonraki yıllarda üniversitenin en tanınmış akademisyenlerinden biri oldu.

 

Çok sayıda ödül ve burs kazandı. Kendini fildişi kuleye hapsetmek istemeyen Clayre, bir roman ve şiir kitabı yayımladı, kendi bestelerinin de yer aldığı iki albüm çıkardı. Daha sonra on iki bölümden oluşan ve Çin’i konu alan Ejderhanın Kalbi adlı televizyon dizisini yazdı, yönetti ve sundu.

 

Dizi, Emmy Ödülü’nü kazandı, ancak ödül töreninde Clayre yoktu. Kırk sekiz yaşında, diziyi tamamladıktan kısa süre sonra, hareket hâlindeki bir trenin önüne atlayarak intihar etti.

 

Emmy Ödülü’nü kazanmak üzere olduğunu bilseydi Clayre için acaba bir şey değişir miydi? Eski eşi, hakkında şöyle diyor: “Başarı simgesi olarak Emmy Ödülü herhâlde onun için büyük anlam ifade eder, ona büyük onur verirdi.”

 

Bununla birlikte şunu eklemeden edemiyor: “Clayre’in Emmy’den daha görkemli pek çok başarı sembolü vardı.” Ne yazık ki bunların hiçbiri onu yeterince tatmin etmemişti: “Elde ettiği her başarının ardından yeni bir başarı arayışı içine giriyordu!’ I

 

Ne yaparsa yapsın, Clayre hiçbir şeyin yeteri kadar tatmin edici olmadığını düşünüyordu. Pek çok alanda başarı resmen kanıtladığı hâlde kendini bir türlü tam olarak başarılı görmüyordu. Bu tutumuyla, aslında başarıyı reddeden bir yaklaşım içinde olduğunu gösteriyordu.

 

  • Birincisi, elde ettiği başarıları, ulaşılması neredeyse olanaksız gibi görünen ölçütlere göre değerlendiriyordu.
  • İkincisi, başarılması imkânsız gibi görünen bir hedefe ulaştığı anda bile, elde ettiği başarının fazla önemli olmadığı gibi bir düşünceye kapılıyor, hiç vakit kaybetmeden ulaşılması mümkün olmayan bir sonraki hedefe doğru yelken açıyordu.

Başarılı olma isteği, insan olarak hepimizin doğasında var. Çoğumuz daha yükseklere çıkmak arzusuyla yanıp tutuşuruz. Aslında kişisel başarıları ve toplumdaki gelişmeyi sağlayan da bu güç olsa gerek.

 

Büyük beklentiler insana gerçekten büyük ödüller kazandırabilir. Ancak hem başarılı olduğumuz hem de bize doyum sağlayan bir hayat yaşamak için başarı standartlarımızı gerçekçi olarak belirlemiş ve elde ettiğimiz başarıların keyfini çıkarabilecek ve onların değerini anlayabilecek düzeye ulaşmış olmamız gerekir Hayallerimizi gerçeklerin üzerine kurmalı ve elde ettiğimiz başarıların değerini bilmeliyiz.

Mükemmeliyetçinin Bakış Açısı

Mükemmelliğin Üç Yanı

  • Başarısızlığı reddetme
  • Acı veren duyguları reddetme.
  • Başarıyı reddetme.

Gerek çevremizde yaşanan olaylara gerekse kendi hayatımıza baktığımızda, mükemmele ulaşma arayışının olumsuz sonuçlarını açıkça görmek mümkün. Aynı özelliği, yapmaları gereken işleri sürekli olarak erteleme eğilimi içinde olan, mükemmel sonuç elde edeceklerinden tam olarak emin olmadan bir projeye başlamaktan korkan üniversite öğrencilerinde de görmek mümkün.

 

Daha önce defalarca denendiği ve işe yaradığı kanıtlandığı için risk taşımayan vasat yöntemlerin benimsendiği ve bu yüzden her türlü yeniliğin feda edildiği, kutsal tapınağı andıran işyeri ortamlarında da durum bundan farklı değildir. Bu gibi davranışların yanı sıra, başarısızlığa uğrama olasılığı karşısında yaşanan büyük korkunun derin şekilde hissedildiği başka durumlar da vardır.

 

Kimi zaman bu korkuyu içimize atarız. Büyük hayal kırıklıkları yaşadıkları hâlde sürekli olarak neşeli görünen, göz önünde apaçık duran acı gerçeğe rağmen iyimserliklerini ısrarla devam ettiren, başlarına gelen sarsıcı ve trajik olayların ardından kendilerini kısa zamanda toparlamış, yaşadıkları olaydan duygusal olarak fazla etkilenmemiş gibi görünen insanlar vardır.

 

Başımızdan geçen olaylar karşısında olumlu bir tutum içinde olmanın, kendimizi kısa zaman içinde toparlayarak her şeye kaldığımız yerden devam edebilmenin, insanın sağlıklı ve mutlu bir şekilde yaşamasına katkı sağladığı bir gerçektir.

 

Acılardan KaçmaAncak, zihnimizde çizdiğimiz mutlu yaşam resminde bize acı veren hislere yer olmadığı için bu tür duyguları reddetmek uzun vadede hiç de sağlıklı olmayan bir yaklaşımdır. Duygularımızı doğal akışı içinde yaşamak yerine kestirme yollar izleyerek bastırmaya çalışmak beklentilerimizin aksine mutluluğumuzu azaltan bir etken olarak karşımıza çıkabilir.

 

Mükemmele ulaşma arayışı yüzünden insanların başarısızlığı ve acı veren duyguları reddetme eğilimi içine girmesini anlamak zor değil. Ancak, şaşırtıcı olan şey, mükemmeli elde etme arzusu nedeniyle başarının reddedilmesidir.

 

Bunu, “her türlü maddi varlığa sahip” oldukları hâlde kendilerini sürekli mutsuz hisseden kimselerde görürüz. Hayalini kurduğumuz tek şey mükemmel bir hayat olsaydı, hayal kırıklığı içinde yaşamaya mahkûm olurduk. Çünkü yaşadığımız dünyada bu tür hayallerin gerçeğe dönüşmesi olanaksız.

 

Gerçek hayatta elde ettiği tüm başarıları, Clayre’e önemsiz gibi görünmesinin ve kazandığı başarıların tadını doyasıya çıkaramayışının nedeni, mükemmele ulaşma ideali uğrunda esiri hâline geldiği aşırı tutkularıydı.

BİRAZ DÜŞÜNELİM

Anlatılan bu hikâyeden biri size ya da tanıdığınız birine uyuyor mu?

Mükemmeli arama saplantısı, psikologlar tarafından uzun yıllar bir tür nevroz olarak görüldü. 1980 yılında David Burns adlı psikolog, mükemmeli arayan kişileri, “standartları insanın ulaşamayacağı noktaya veya mantık sınırlarının ötesine taşan, ulaşılması imkânsız hedefler uğrunda kendilerini zorlayarak bıkıp usanmadan mücadele eden ve kendi değerlerini salt verimlilik ve başarı kriterleriyle ölçen insanlar” olarak tanımlamıştır.

 

Son yıllarda psikologlar, mükemmeli arama saplantısını daha karmaşık bir olgu olarak görmeye, bu tutumun olumsuz olmayan taraflarını da araştırmaya başladılar. Mükemmele ulaşma arayışının bazı yönleriyle gerçekten yararlı olabileceğini, insanları gayretli çalışmaya ve kendileri için yüksek standartlar belirlemeye teşvik edebileceğini belirlediler.

 

Bu araştırmaların ışığında, günümüzde psikologlar, insana değişen koşullara uyum sağlama yeteneği kazandırması nedeniyle sağlıklı bir yaklaşım olarak karşımıza çıkan olumlu anlamdaki mükemmeli arama tutkusu ile uyumsuzluk ve nevroz şiddetinde ruhsal rahatsızlık gibi olumsuz anlamlar taşıyan mükemmeli arama saplantısı arasında kesin bir ayrım yapıyorlar.

 

Bu iki tür mükemmele ulaşma arayışını, özü ve çağrışımları itibarıyla birbirinden farklı olgular olarak görüyorum; bu nedenle her iki olgu için tamamen farklı ifadeler kullanmayı tercih ediyorum.

 

Bu yazımızda olumsuz anlamdaki mükemmele ulaşma arayışı için mükemmeli arama saplantısı, olumlu anlamdaki arayış için gerçekçi iyimserlik (optimalism) ifadelerini kullanacağım.

 

Gerçek hayatın bize getirdiği kısıtlamaları kabul eder —günün sadece yirmi dört saatten ibaret olmasını, harcamak için sınırlı miktarda paramız olmasını— hayatımıza ona göre yön veririz.

 

Olumlu psikoloji kavramım ortaya atan araştırmacılar, bu çalışma dalını “insan faaliyetlerinin en iyi biçimde işleyişini konu alan bilim dalı” olarak tanımlamışlardır.

 

Araştırmacılar, insanın doğası gereği belli sınırlamalar altında yaşamak durumunda olduğunun, hepimizin zaman zaman bazı tavizler verip geri adım atmak zorunda kaldığımızın ve hayatta kimsenin her şeye birden sahip olmasının mümkün olmadığı gibi gerçeklerin altını çizdiler.

 

Olumlu psikolojinin sorduğu temel soru şudur: Yaşayabileceğimiz mümkün olan en iyi hayat nasıl olmalıdır?

 

Bu anlamda olumlu psikoloji, mümkün olanın en iyisine yaptığı bu önemli vurguyla, bizleri mükemmel olma hayalleri kurmaya ve mükemmele ulaşma arzusu duymaya davet eden kişisel gelişim hareketi kapsamında, yapılmış pek çok çalışmadan oldukça farklı bir konumda yer alır. Beklenenin tersine, mükemmele ulaşma sevdası hüsranla sonuçlanıp insanda büyük bir hayal kırıklığı ve mutsuzluk duygusu yaratabilir.

 

Gerçekci iyimserle Mükemmeliyetçi KAfa

Mükemmeliyetçi ile Gerçekçi İyimser Arasındaki Temel Fark

– Birinci tip insan modelinin gerçeği reddetmesi,

– İkincisinin ise gerçeği olduğu gibi kabullenmesidir.

 

Bu önemli ayrımı daha sonra ayrıntılı olarak ele alacağız, ancak şimdilik bu iki insan modelinin başarısızlığı, acı veren duyguları ve başarıyı nasıl algıladığına ve bu durumlara ne şekilde tepki gösterdiğine bakarak aradaki farkı görebiliriz.

 

Mükemmeliyetçi insan, hedefe giden yolun —aslında tüm hayat yolculuğunun— dolambaçsız, zahmetsiz ve engelsiz olmasını bekler. Hayatın dikensiz gül bahçesi olmadığı gerçeğinin ortaya çıktığı durumlarda —bir işte başarısız olması durumunda ya da olaylar beklediği şekilde gelişmediği zaman— büyük bir hayal kırıklığı yaşar ve karşı karşıya kaldığı durumla başa çıkmakta zorlanır.

 

Mükemmeliyetçi insan, başarısızlığı reddeden bir tutum sergilerken, mevcut koşullar dâhilinde gerçekçi iyimser, başarısızlığı hayatın doğal bir parçası olarak kabul eder ve başarısız olmayı başarıyla yakından ilişkili bir yaşantı olarak görür. İstediği işe girmeyi başaramamak veya eşiyle tartışmak gibi istenmeyen olayların, dolu dolu yaşanan doyurucu bir yaşamın doğal bir parçası olduğunu gayet iyi bilir.

 

Yanan bu tür olaylardan gerekli dersleri alarak edindiği deneyimlerden daha güçlenmiş, kendini kısa sürede toparlama becerisini geliştirmiş olarak çıkar! ‘Üniversitede mutsuz olmamın en önemli nedeni, öğrenme sürecinde ve yaşamda başarısızlığın kaçınılmaz bir durum olduğu gerçeğini henüz kabul etmemiş olmamdır.”

Kaygılı

Mükemmele ulaşma saplantısı içinde olan kişi, mutlu bir yaşamın insanın sürekli olarak olumlu duygular hissederek yaşadığı bir süreç olduğuna inanır. Doğal olarak, mutlu olma arzusuyla yanıp tutuşan bu insan, kendine acı veren duyguları reddeder.

 

İşe girme fırsatını kaybetmesi veya kendisi için büyük anlam taşıyan bir ilişkinin sona ermesi gibi durumların ardından, doğal olarak hissedeceği derin üzüntüyü yaşamamak adına, bu tür duygularına gem vurur.

 

Mükemmele ulaşma saplantısı içinde olan insan tatmin olmak nedir bilmez. Kendine sürekli olarak ulaşılması olanaksız hedefler ve standartlar belirlediği için başarılı olma ihtimalini daha en baştan reddetmiş olur.

 

Ne kadar büyük başarılar elde ederse etsin —derslerde ne kadar iyi notlar alırsa alsın, iş hayatında ne kadar yükseklere çıkarsa çıksın— başarılarından hiçbir zevk alamaz. Ne kadar çok şeye sahip olursa olsun —ne kadar para kazanırsa kazansın, eşine kadar mükemmel biri olursa olsun, çevresindeki insanlar ona ne kadar değer verirse versin— onun için hiçbir şey yeterli değildir.

 

Aslında böyle bir insanın yaptığı şey, hayatından başarıyı tamamen çıkarıp atmaktır. Çünkü herkes tarafından takdir edilen başarılarına rağmen o, kendini hiçbir zaman tam olarak başarılı hissetmez.

Gerçeği Kabullenmek

Mevcut koşullarda gerçekçi iyimser de kendine oldukça yüksek standartlar koyar. Gerçekçi temellere dayanan bu standartlara ulaşmak mümkündür. Hedeflerini gerçekleştirdiği zaman, elde ettiği başarıların değerini bilir bundan büyük mutluluk duyar ve bu olayın tadını doyasıya çıkarır.

 

Gerçekçi iyimser, acı veren duyguların hayatın doğal bir parçası olduğunu kabul eder. Yaşamında acı ve keder gibi duygulara yer vererek bu tür hislerin, hayatta yaşadığı olumlu ya da olumsuz tüm olaylardan edindiği tecrübeyi artırmasına fırsat verir.

 

Bu anlamda mükemmeliyetçi ile gerçekçi iyimser arasındaki en önemli fark ikinci tip insanın gerçeği kabul etmesidir. Gerçekçi iyimser, belirlemiş olduğu hedeflere ulaştığında elde ettiği başarı nedeniyle gerçek bir tatmin duygusu hisseder ve bu durumdan büyük keyif alır.

 

Hayatı boyunca durup dinlenmeden başarının peşinde koşan Clayre, başarı hakkında hiç de gerçekçi olmayan bir bakış açısına sahip olması nedeniyle kendi standartları açısından hiçbir zaman başarıyı tam olarak yakalayamamış, mutluluk duygusunu doyasıya yaşayamamıştır.

 

Mükemmelin peşinde koşan insanlar gerçeği reddederek onun yerine hayali bir dünya kurar; içinde başarısızlığa ve acı veren duygulara yer olmayan, gerçekçi temellere dayanmasa da kendi koydukları başarı standartlarına ulaşmaya olanak veren bir dünya.

 

Oysa, gerçekçi iyimserler gerçeği olduğu gibi kabul eder —gerçek dünyada kimi zaman başarısızlık ve üzüntülerin kaçınılmaz olduğunu ve başarının insanın ulaşabileceği standartlara göre ölçülmesi gerektiğini kabul ederler.

 

Mükemmele ulaşma saplantısı olan insanlar gerçeği reddetmeleri nedeniyle büyük bir duygusal bedel öderler. Başarısızlığı tamamen reddetmiş olduklarından sürekli bir endişe duygusu içinde yaşarlar; çünkü başarısız olma ihtimali h er zaman karşılaşabilecekleri bir durumdur.

 

Çoğu zaman acı veren duyguları reddettikleri için, bastırmaya çalıştıkları duyguyu daha yoğun olarak yaşar ve sonuçta daha fazla acı çekerler. Gerçek dünyanın koyduğu kısıtlamaları reddettikleri için aşırıyı elde etmek adına makul olmayan ve ulaşılması mümkün görünmeyen standartlar koyar, bu standartlara hiçbir zaman ulaşamadıklarından dolayı da kendilerini sürekli olarak hayal kırıklığı ve yetersizlik duygusu içinde yaşamaya mahkûm olurlar.

 

Gerçekçi iyimserler ise, gerçeği olduğu gibi kabul ederek bundan duygusal anlamda büyük yarar sağlar, mutlu ve tatmin edici bir hayat yaşarlar. Başarısız olmaktan hoşlanmasalar da bunu, hayatın doğal bir parçası olarak kabul ettikleri için yaptıkları faaliyetler esnasında daha az endişe duyar, yaptıkları işten daha fazla keyif alırlar.

 

Acı veren duygulan yaşamın kaçınılmaz bir parçası olarak gördüklerinden, bu tür hisleri bastırmaya çalışarak daha dayanılmaz hâle getirmezler —bu duyguları yaşar, onlardan ders alır ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler. Gerçek dünyanın getirdiği sınırlama ve kısıtlamaları kabul ettiklerinden, kendilerine gerçekten elde edebilecekleri hedefler koymaya özen gösterir ve bu nedenle de başarıya ulaşır, değerini bilir ve tadını çıkarırlar.

Mükemmeliyetçi

Gerçekçi İyimser

• Başarısızlığı reddeder.• Başarısızlığı kabul eder,
• Acı veren duyguları reddeder.• Acı veren duyguları kabul eder.
• Başarıyı reddeder.• Başarıyı kabul reddeder.
• Gerçeği reddeder• Gerçeği kabul eder

Özü itibarıyla, mükemmeliyetçi insanlar ideallerinde yaşattıkları kusursuz hayat anlayışına uymayan her şeyi reddeder ve sonunda kendi belirlemiş oldukları gerçekçi olmayan standartlara ulaşamadıklarında bu tutumun yıkıcı etkilerini şiddetli biçimde yaşarlar.

Gerçekçi iyimserler ise, hayatta karşılaştıkları her türlü durumu olduğu gibi kabul edip mevcut koşullarda ellerinden geleni yapmaya gayret eder.

 
Bir Düşünelim!

Hayatınızda gerçekçi iyimserlik içinde olma eğilimi gösterdiğiniz ya da mükemmeli arayan biri olma özelliğinizin ağır bastığı alanlar var mı?