Mükemmel olmaya çalışan insanlarda genelde yapılacak işleri sürekli olarak erteleme eğilimi ve diğer insanlarla ilişki kurmada ve sürdürmede ciddi güçlükler, düşük düzeyli özsaygıya beslenme bozuklukları, depresyon, endişe ve panik bozukluk gibi daha birçok psikolojik durumlar gözükür. Gelin şimdi bu psikolojik durumlardan birkaçı üzerinde konuşalım:
Özsaygının Düşük Düzeyde Olması
Mükemmeli elde etme arayışı, kişinin kendine duyduğu saygı üzerinde yıkıcı bir etki yapar. Ne yaparsa yapsın devamlı olarak eleştirildiği ve aşağılandığı bir ev ortamında yetişen çocuğu düşünün, hataları patronu tarafından sürekli olarak yüzüne vurulan bir çalışanı hayal edin; böyle bir çocuk ya da çalışanın kendine duyduğu saygı yeterli düzeyde olabilir mi? İmkânsız!
Tersine, muhtemeldir ki, başka bir ortamda belli düzeyde özsaygı kazanmış olsalar da böyle bir çevrede bu duyguları kısa zamanda körelecektir. Hiçbirimiz sözünü ettiğimiz çocuğun ya da çalışanın yerinde olmayı ve o tür koşullarda yaşamayı veya çalışmayı istemezdik. Ancak, mükemmeliyetçi insan sadece böyle bir çevrede yaşamakla kalmaz; kendini âdeta böyle bir ortamda yaşamaya zorlar.
Mükemmeliyetçi insanın hayatı hiç bitip tükenmeyen bir koşuşturma içinde geçtiğinden, elde ettiği başarının tadını çıkarma süreci çok kısadır. Bir hedefe ulaşmayı başarmanın ardından derhâl bir sonraki hedefe odaklandığı için amacına ulaşamadığında neler yaşayacağı konusunda ciddi kaygılar duyar.
Bu yüzden, başarılarından ziyade başarısızlıkları üzerinde yoğunlaşma olasılığı çok daha fazladır. Ya hep ya hiç şeklinde iki kutuplu bir düşünce tarzı benimsemiş olmaları nedeniyle, mükemmeliyetçi insanlar, yaşadıkları her başarısızlığı bir felaket gibi görerek bu olayı, insan olarak kendilerini değerli hissetme duygularına vurulmuş bir darbe olarak algılama eğilimi gösterirler. Kusur bulma alışkanlıkları kendi iç dünyalarına yöneldikçe, benlik duygularının bu durumdan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz hale gelir.
Mükemmele ulaşmaya çalışan insan, sürekli olarak kendini yüceltme gayreti içindedir. Dış dünyaya Nathaniel Branden’ın sözde özsaygı diye adlandırdığı kusursuz görünen yüzünü göstermeye çalışır:
Gerçekte hissetmediğimiz kendine güven ve kendine saygı duygularını yaşıyormuşuz gibi davranma eğilimidir.
Mükemmeliyetçi insanın tersine, gerçekçi bir iyimserliğe sahip olan insan, kendi inşa ettiği psikolojik hapishanede yaşamaz. Gerçekten de gerçekçi iyimserin kendine duyduğu saygı zaman içinde giderek artar. Zorlukların üstesinden gelmeye çalışarak yeni şeyler öğrenir ve kendimizi geliştiririz.
Çoğu zaman başarılarımızdan ziyade, başarısızlıklarımız sayesinde gelişir ve olgunlaşırız. Üstelik, kaybetme riskini göze aldığımızda, yere düşüp yeniden ayağa kalktığımızda daha fazla güçlenir, kendimizi kısa süre içinde toparlama becerisi kazanırız.
Kendimize duyduğumuz saygı konusunda yaptıkları çalışmada, Richard Bednar ve Scott Peterson, güçlüklerle mücadele etme ve başarısız olma riskini göze alma gibi tecrübelerin kendimize duyduğumuz güveni arttırdığını belirtiyorlar.
Başarısız olacağımız kaygısıyla zoru ve engellerden kaçınırsak, kendimize güçlüklerle başa çıkamayacağımız —bu durumda, başarısızlığa katlanamayacağımız— yönünde bir mesaj vermiş oluruz. Bunun sonucunda kendimize duyduğumuz saygı giderek azalır.
Ancak, güçlüklerle mücadele etmekte kararlı olursak kendimize verdiğimiz mesaj, başarısız olma ihtimaliyle baş edebilecek kadar güçlü biri olarak kısa zamanda toparlanma becerisine sahip olduğumuzdur.
Zorluklardan kaçmak yerine üstesinden gelmek için mücadele etmek, genel olarak kazanmak ya da kaybetmek, başarısız veya başarılı olmak gibi ihtimallere göre kendimize duyduğumuz saygı üzerinde çok daha büyük ve uzun süren bir etki yaratır.
Çelişkili gibi görünse de başarısızlığa uğradığımızda, genel olarak kendimize güvenimiz ve başarısızlıklarla başa çıkma yeteneğimize dair İnancımız daha da güçlenebilir. Çünkü, öteden beri korktuğumuz başarısızlık denen canavarın, düşündüğümüz kadar ürkütücü bir şey olmadığını anlarız.
Mükemmeliyetçi insan, yıllar boyu başarısızlıktan sürekli olarak kaçıp bu olasılığı gözünde büyüterek abartılı bir konuma taşır. Başarısız olma korkusuyla ilişkili olarak yaşanan üzüntü, genellikle gerçek bir başarısızlığın ardından yaşanan üzüntüden daha fazladır.
2008 yılında Harvard’da yaptığı açılış konuşmasında, Harry Potter kitaplarının yazarı J. K. Rowling başarısızlığın ne kadar değerli bir deneyim olduğu konusunda şunları söylüyor:
Başarısızlık, hayatımda gerekli olmayan her şeyden sıyrılıp kurtulmam anlamına geliyordu. Âdeta yeniden özgürlüğüme kavuşmuş gibiydim, çünkü hayatta en çok korktuğum şey başıma geldiği halde ben halan yaşıyordum; çok sevdiğim bir kızım, eski bir daktilom ve aklımda muhteşem bir fikir vardı. Dibe vurup kaya gibi sert zemine çakıldığım o an, benim İçin hayatımı yeniden inşa edebileceğim sağlam bir temel oldu.
Sınavda başarılı olmakla tadamadığım kendine güven duygusunu, başarısızlık sayesinde yaşadım. Başarısız olmam sayesinde kendimle ilgili başka hiçbir şekilde öğrenemeyeceğim şeyler öğrendim. Güçlü bir iradeye ve düşündüğümden daha fazla disiplin anlayışına sahip olduğumu keşfettim; ayrıca, yakuttan değerli dostlarım olduğunu anladım. Yaşanan başarısızlıkların ardından daha çok şey öğrenmiş ve daha fazla güçlenmiş olarak çıktığınızı bilmeniz, bundan böyle hayatınızı sürdürme yeteneğiniz bakımından kendinizi daha güvende hissetmeniz anlamına gelir.
İşleriniz yolunda gitmediğinde, istediğiniz sonuca ulaşamadığınızda kendinizi sınama fırsatı bulur, çevrenizdeki insanlarla kurduğunuz ilişkilerin ne kadar sağlıklı olduğunu anlama fırsatı elde edersiniz. Ancak ondan sonra kendinizi gerçek anlamda tanıyabilir ve ilişkilerinizin ne kadar güçlü olduğu hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.”
Başarısızlıkla başa çıkmayı öğrenmenin yolu, gerçek anlamda başarısızlığı yaşamaktır.
Hayatta zorluklarla ve olumsuz durumlarla ne kadar erken karşılaşırsak, yaşam boyunca kaçınılmaz şekilde karşımıza çıkacak engellerin üstesinden gelmek konusunda daha hazırlıklı oluruz. Başarısızlığın dengeleyici etkisi olmadan sadece yetenek ve başarı bizim için zararlı, hatta tehlikeli sonuçlar doğurabilir.
Bazı şeyleri tehlikeye atarak kaybetmeyi göze almak ve sonucunda başarısız olmak seçeneğiyle karşılaştırıldığında, “başarısızlığa uğramayalım” diye farklı yöntemler denemekten kaçınmak, uzun vadedeki başarımıza ve mutluluğumuza çok daha fazla zarar verir.
Danimarkalı ilahiyatçı Soren Kierkagaard’ın belirttiği gibi,
“Herhangi bir şeyi denemek üzere girişimde bulunmak, insanın güvenli durumunu bir an için kaybetmesi demektir. Hiçbir girişimde bulunmamak ise insanın kendisini kaybetmesi anlamına gelir.”
Girişimde bulunup mücadele ettiğimizde başarısız olma ihtimalimiz daha fazladır ve kuşkusuz bunun için ödeyeceğimiz bir bedel vardır. Ancak, başarısız olmayalım diye hiçbir girişimde bulunmazsak bunun bedeli çok daha ağır olur.
BİRAZ DÜŞÜNELİM
Bir güçlükle başa çıkmak için verdiğiniz mücadeleyi, girişimde bulunduğunuz bir işi düşünün. Ne öğrendiniz? Yaşadıklarınız size ne gibi deneyimler kazandırdı?
Beslenme Bozuklukları
Beslenme bozuklukları ve mükemmele ulaşma arayışı arasındaki ilişkiyi konu alan bir makalede, Psikolog Anna Bardone-Cone ve meslektaşları, bazı araştırmaların “mükemmeliyetçi yaklaşımın farklı yanlarından biri olan yanlışları başarısızlık olarak yorumlama eğilimi ile beslenme bozuklukları arasında yakın bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koyduğundan söz ediyorlar.
Yemek yeme ile ilgili bozuklukların mükemmeliyetçi insanlarda daha fazla görülmesinin nedeni, ya hep ya hiç şeklindeki düşüncelerinde başarı ve başarısızlık gibi iki kutupsal noktanın dışında başka bir seçeneğin olmamasıdır.
Bu yüzden, fiziksel görünümüyle ilgili kaygılar duyan birinin kendisi için uygun olduğunu düşüneceği iki seçenek olacaktır: Şişman veya zayıf olmak; aşırı yemek veya açlıktan ölecek kadar az yemek. Böyle insanlar için bir orta yol yoktur.
Kitle iletişim araçları, mükemmele ulaşma arayışının öngördüğü bu tür tutumları teşvik eder. Mükemmel görünüşe nasıl sahip olacağımız sorusunun yanıtları —”hiçbir şey” mi yoksa “her şey” mi? — erkeklerin veya kadınların kendi hayal gücüne bırakılmaz, magazin dergilerinin kapakları ve reklam panolarıyla adeta gözümüzün içine sokarcasına dayatılır.
Mükemmeli arayan kimse, çoğu insanın fiziksel olarak süper model olmadığı —hatta süpermodeflerin bile süpermodele benzemediği— gerçeğini göz ardı eder. Bilgisayar yazılımları sayesinde yüzdeki kırışıklar ve çizgiler silinir, acı çeken insanların yüzlerindeki ifade dijital ortamda kolayca yok edilir.
Kusursuz hâle getirilmiş dijital resimlerden farklı olarak etten kemikten yapılmış olan mükemmeliyetçi insanlar her zaman kendi dış görünüşlerinde kusur bulurlar. “Ya hep ya hiç” şeklindeki düşünce tarzları en küçük kusuru, ideal imajlarından her türlü sapmayı abartırlar.
Fazladan aldıkları her kiloyu veya yüzlerinin görünümünü bozan kırışıklığı kolayca takıntı hâline getirirler. Mükemmeli arama eğiliminde olan insanlar, sonra kusur olarak gördükleri bu istenmeyen detayları ortadan kaldırabilmek için defalarca tekrarlanan plastik cerrahi müdahalelere, güzellik merkezlerinde cilt ve vücut bakımlarına ya da uzun süre aç kalma gibi aşırıya kaçan yöntemlere başvururlar.
Mükemmele ulaşmaya çalışan insanlar kilo vermeye karar verdiklerinde çoğu zaman kendilerini aşırı zorlayacak bir diyet yöntemi seçer ve beslenme programı hiç taviz vermeden uygulamaya özen gösterirler.
Ancak, sonradan şu veya bu nedenle şeytana uyup diyet programında olmayan yiyeceklerden bir lokma yemek gibi zaaf gösterdiklerinde, büyük bir başarısızlık duygusu yaşarlar ve bu yüzden kendilerini hem psikolojik hem de fiziksel olarak cezalandırma yoluna giderler.
Çoğu zaman, tadına baktıkları dondurmaya daha fazla dayanamayıp aşırı iştahla koca bir kutuyu mideye indirir, sonra da etrafta ne varsa tıkınıp her şeyi silip süpürürler. Her şeyin ya hep ya hiç şeklinde sınıflandırılmış olduğu dünyalarında, onları mükemmel bir diyet programı uygularken ya da diyeti tamamen bırakmış hâlde görebilirsiniz.
Burada tuhaf olan şu ki, bu tür insanlar bir kutu dondurmayı yerken bile zevkini çıkaramazlar; başarısız olduklarının farkında olmaları, yedikleri dondurmadan keyif almalarını engeller.
Gerçekçi iyimserler, dış görünüşlerinin nasıl olduğundan ya da ne yediklerinden habersiz değildir. Ancak, kendileri için belirledikleri standartlar insan üstü değil, insan doğasına uygun niteliktedir.
Çok boyutlu gerçek bir insan resmiyle nokta nokta üzerinde çalışılmış iki boyutlu bir resim arasındaki farkı anlayacak düzeydedirler.
Sağlıklı bir diyet ya da kilo gibi konularda belli kaygılan olsa da arada bir direnemeyip arzularına boyun eğdiklerinde kendilerine kızmazlar.
Zaman zaman küçük hatalar yapmış olmak onları aşırı bir davranıştan diğerine sürüklemez; insan olarak herkesin hata yapabileceğini kabul eder, kendi davranışlarını değerlendirirken hoşgörülü bir yaklaşım ortaya koyarlar.
Cinsel Yetersizlik
Mükemmele ulaşma arayışı gerek erkekler gerekse kadınlarda cinsel yetersizliğin önde gelen psikolojik nedenlerinden biridir. Bir erkeğin kusursuz cinsel performans beklentisi, sertleşme yetersizliğine yol açabilir.
İlişki esnasında bir şeyler yapmak zorunda olma duygusu kadın için öylesine rahatsız edici olabilir ki, bunun sonucunda cinsel olarak uyarılma ve yaşanan olaydan zevk alma gibi konularda başarısızlık yaşanabilir. Her iki cinsiyet için de her cinsel birlikteliğin âdeta bir tür sınava dönüşmesi, oldukça geniş kapsamlı etkiler yaratır.
Akşam ya heyecan verici bir cinsel birliktelik yaşanacak ya da her şey tam bir felakete dönüşecektir. Ya hep ya hiç şeklindeki düşünce tarzı, keyifli olmayan bir cinsel ilişkiyi büyük felaket gibi görür ve sanki kendini haklı çıkaran kehanet gibi erkekte iktidarsızlığa, kadında cinsel uyarılma bozukluğuna neden olabilir.
Kişinin kendi vücuduna, cinsel performansına ve eşine karşı aşırı eleştirel bir tutum içinde olması, seksten alınan zevkin azalmasına yol açabilir. Ayrıca, mükemmeliyetçi insanın çoğu zaman yaşanan süreci önemsemeyerek sadece gideceği yere odaklanması, orgazmı saplantı hâline getirmesine neden olur ve cinsel birlikteliğin verdiği zevki azaltabilir.
Gerçekçi iyimserler ise kendi bedenleri ve cinsel performanslarıyla ilgili kusurları doğal karşılar ve bunları insan olmanın gereği olarak kabul eder. Kendilerinin veya eşlerinin farkına varabileceği kusurlara odaklanmış olmadıkları için, cinsel birliktelik esnasında zihinsel ve bedensel zevklerin özgürce tadına varırlar.
Depresyon
Mükemmeliyetçi insanlar depresyon riskiyle karşı karşıyadır. Depresyonun nedenleri arasında kusur bulma ya hep ya hiç zihniyeti ve yaşanan süreci göz ardı ederek sadece hedefe odaklanmak gibi etkenler olduğu düşünülürse bunda fazla şaşılacak bir şey olmasa gerek.
Bir yolculuğa benzeyen büyük bölümünü hedefe giden yolda mücadele ederek geçiririz; çünkü varmak İstediğimiz yere gerçekten ulaştığımız ve hedeflerimizi elde ettiğimiz anlar kısa sürer.
Yaşadığımız yolculuk süreci boyunca çoğunlukla mutsuzluk ve acı gibi duygular yaşıyorsak, o zaman hayatımızın tümünü mutsuzluk ve üzüntü içinde geçiriyoruz demektir.
Gördüğümüz gibi, mükemmeliyetçi insanlar, kusur bulma alışkanlıkları nedeniyle sürekli olarak kendilerini eleştirme eğilimi içinde olduklarından özsaygı düzeyleri oldukça düşüktür. Kendilerinde devamlı olarak kusur arıyor olmaları onları çoğu zaman depresyona sürükler.
Mükemmeliyetçi insanın kusur bulma eğiliminden dolayı dış dünyadaki hedeflere yönelmesi de depresyon hâli yaşamasına neden olabilir. Mutlu olma potansiyeli, içimizde ve yaşadığımız çevrededir; ne yazık ki, mutsuz olma potansiyeli de öyle.
Mükemmeliyetçi insan her şeye kusur bulduğu için, içinde yaşadığı hayatın gerçek koşullarının ona göre fazla bir önemi yoktur, çünkü ne yapar eder mutlaka her şeyde yanlış bulur, olayları gereksiz şekilde büyütür. Bu yüzden sahip olduğu veya yaptığı şeylerden keyif alma olanağını tamamen ortadan kaldırmış olur.
Hiç kuşku yok ki, gerçekçi iyimser de bazen üzüntülü anlar yaşar. Ancak sakinliğini koruyarak yaşadığı her sıkıntılı olayla başa çıkmayı bilir; böyle olayların hayatını altüst etmesine izin vermez. Karşılaştığı sorunlara “bu Varılacak hedeften çok, hayat denen yolculuğa odaklanmış olduğu için zamanın büyük bölümünü olumlu bir ruh hâliyle geçirir.
Yaşamında iniş çıkışlar yaşanmıyor değildir. Onun hayatında da derin üzüntü ve hüsran yaşadığı anlar olur. Ancak, sürekli olarak başarısızlığa uğrama korkusu içinde yaşamak veya gerçek başarısızlığın yaratabileceği sonuçlar nedeniyle altüst olmaz.
Gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş olan insan aynı zamanda güçlüklerle mücadele etmede daha başarılıdır.
Psikolog Carl Rogers, terapide en önemli ilerlemenin tedavi gören bireyin kendini “sabit, durağan bir varlık olarak değil, devamlı akıp giden bir süreç; katı bir madde olarak değil, sürekli akış hâlinde olan bir değişim nehri; belli sayıda değişmeyen özelliklerin toplamı olarak değil, sürekli değişim hâlinde olan yıldızlar kümesi kadar büyük potansiyellerin birleşiminden oluşan bir varlık olduğunun farkına vardığı noktada” gerçekleştiğini belirtiyor.
Burada Rogers, özü itibarıyla durağan bir şekilde yaşamak yerine esnekliği sayesinde yeni şeyler öğrenen, giderek güçsüz hâle gelmek yerine sürekli olarak güçlenen, duygusal bozukluklar yaşayarak suyun dibine batmak yerine tehlikelerle dolu sularda gezinen gerçekçi iyimserlik içindeki insanı tarif ediyor.
Endişe Bozuklukları
Mükemmele ulaşma arayışı sadece endişe bozuklukları yaratmakla kalmaz, bu yönde bir eğilimin kendisi bile aynı zamanda bir tür endişe bozukluğu olarak görülebilir —başarısız olma endişesi. Ya hep ya hiç tarzındaki yaklaşım küçük başarısızlıklar ile ciddi başarısızlıklar arasında ayırım yapmaz. Bu nedenle yaşanan hemen her olayın tam bir felakete dönüşmesi olasıdır.
Mükemmeliyetçi insan böyle bir durumla her zaman karşı karşıya kalabileceğinin farkındadır. Hemen yanı başında duran bu felaket olasılığı karşısında saplantıya varacak derecede şiddetli kaygılar duyar.
Bunun sonucunda, sürekli bir endişe duygusu içinde yaşar ve zaman zaman paniğe kapılır.
Mükemmeliyetçi insanlarda endişe ve depresyon hâline neden olan bir etken daha vardır: Hiçbir esnekliğe yer vermeyen katı düşünce yapısı.
Depresyon ve endişe hâlinin tüm dünyada giderek artıyor olmasının nedenlerinden biri de çevremizde yaşanan hızlı değişim —marketler her gün değişerek gelişiyor, teknoloji her geçen saniye ilerliyor, işlerimiz ve yaşamı konu alan yeni yöntemler sürekli olarak reklam yoluyla tanıtılıyor.
Mükemmeliyetçi insanın işlerin düzgün yapılması ve doğru yaşam tarzı gibi konularda esnekliğe yer vermeyen, sabit tutumu karşısında sürekli akış ve değişim hâlinde olan ve çoğu zaman nasıl olacağı belli olmayan dış dünya, sürekli bir tehdit unsuru olarak ortada durur.
Mükemmele ulaşma arayışı üç bin yıl önce bir sorundu, ancak daha durağan bir dünyada mükemmeli arayan bir insanın hayatını idame ettirmesi ve hatta başarılı olması mümkündü.
Günümüzde, her geçen gün giderek artan şekilde, mükemmeli aramaktan vazgeçip gerçekçi iyimserlik içinde yaşamayı temel alan hayat anlayışını benimsemek, hayati önem kazanmış durumda. Daha önce hiç görülmediği kadar hızlı bir gelişmenin yaşandığı çağdaş dünyanın akışı içinde katı bir düşünceye yer vermediği kesin.
Gerçekçi iyimser, daha esnek bir düşünce yapısına ve yaşanan beklenmedik gelişmelere kolayca ayak uydurabilen açık bir bakış açısına sahiptir. Bu nedenle, sürekli değişim hâlindeki çevrenin değişen koşullarıyla başa çıkmada daha başarılıdır. Zaman zaman değişime uyum sağlayabilmek için o da birtakım sorunlarla mücadele etmek durumunda kalsa da önceden belli olmayan ve her an değişen koşullarla başa çıkabilmek için gerekli olan isteğe ve özgüvene sahiptir.
Değişim bir tehdit değil, üstesinden gelinmesi gereken bir ” güçlüktür; bilinmeyen şeyler ürkütücü değil, olsa olsa etkileyicidir.
BİRAZ DÜŞÜNELİM
Mükemmeliyetçi olmanın yarattığı sorunlardan herhangi birini yaşıyor musunuz? Hayatınızın hangi alanlarında gerçekçi iyimserlik anlayışıyla hareket ediyorsunuz?