Önceki makalemizde mükemmeliyetçi bakışı olan insanların neden olduğu psikolojik durumlardan bahsettik. Mükemmeliyetçi insanın “Ya hep Ya Hiç” bakışı ona alternatif başka bir bakış vermiyor ve hayatında sürekli zorluklar yaşamasına neden oluyor.
Fakat gerçekçi iyimser bakışına sahip olanlar başarısızlığı en az başarıları kadar kabul ederler ve bundan dolayı kendi öz saygıları daha fazladır. Başarısızlık onlar için bir sonuç bir öğrenmedir ve asla kendilerini başarısızlıkla tanımlamazlar.
Süreçten keyif alır ve sonuca ulaşması için tek odağını sonuca odaklamaz, o an o sonuca ulaşması için süreçte yapacağı şeylere odaklar kendini. Peki gerçekçi iyimser bakışını benimsemiş olanlar dünyayı nasıl algılar ve bu süreci nasıl götürürler biraz da bundan bahsedelim.
Başarı
Mükemmeli arayan pek çok insan bu özelliklerinin kendilerine zarar verdiğinin farkında olsa da değişmek konusunda fazla istekli değildir. Çünkü mükemmeliyetçi olmak, insanın mutlu olması için tek başına her zaman yeterli olmasa da başarıya ulaşmada son derece önemli bir etkendir.
John Stuart Mill’in mutsuz bir Socrates olmak ile mutlu bir aptal olmak arasında tercih yapma örneğini çağrıştıracak şekilde, mükemmeliyetçi insan başarısız —belki de mutlu— bir tembel ya da mutsuz olsa da başarıya ulaşmış bir mükemmeliyetçi insan olmak arasında tercih yapmak durumunda olduğuna inanır.
Tembel olmak istemediği için diğer uç noktayı seçer. “Sıkıntı çekmeden, kazanç olmaz” sözünün dayandığı felsefeye duyduğu inanç, onun bu konudaki kaygılarını hafifletir. Gerçekçi iyimser ise mükemmeliyetçi insanın felsefi içerik taşıyan kafiyeli sözlerinin karşısında kendi hayat felsefesini ortaya koyar. Bir işi zevk alarak yaparsan daha başarılı olursun. (Maalesef böyle!)
Gerçekten de araştırmalar gösteriyor, ki, mükemmeliyetçi insanlar arasında üstün başarılar elde etmiş olsalar da diğer bütün koşulların eşit olması durumunda, gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş insanın başarılı olma ihtimali daha fazladır.
Başarısızlıktan Ders Almak
Başkalarıyla rekabet edebilmek bir yana, İş bulma yeteneğimizi koruyabilmek için sürekli olarak öğrenmeli ve kendimizi geliştirmeliyiz. Bunun için de başarısızlığın nasıl bir şey olduğunu yaşayarak görmeliyiz.
Tarih içinde yaşamış olan en başarılı insanların aynı zamanda en fazla başarısızlığa uğramış kişiler olması bir rastlantı olmasa gerek. Ampul, fonograf, telgraf ve çimentoyla ilgili icatlar da dâhil olmak üzere 1093 tane kayıtlı patente sahip Thomas Edison (Çoğu Tesla’ya aittir), başarıya giden yolda pek çok başarısızlığa uğradığını büyük bir gururla anlatır.
Yapmış olduğu icatlardan biri üzerinde çalışırken on bin kez başarısız olduğunu hatırlatan bir kimseye Edison şöyle yanıt verir: “Başarısız oldum sayılmaz. Sadece sonunda işe yaramadığını anladığım on bin yöntem buldum, hepsi o kadar.”
Çağımızın en büyük sporcularından biri olan Michael Jordan, hayranlarına kendisinin de nihayet bir insan olduğunu hatırlatarak şunları söylüyor: “Kariyerim boyunca dokuz binden fazla sayı kaçırdım. Üç yüz kadar maç kaybettim. Maçı kazandıracak sayıyı atma görevi bana verildiğinde yirmi altı kez sayı yapamayıp takımımın oyunu kaybetmesine neden oldum. Hayatım boyunca defalarca başarısızlığa uğradım. Aslında başarılı olmamın nedeni de bu.”
Kuşkusuz başarı için tek başına yeterli olmasa da başarıya ulaşmada başarısızlığın önemli bir rolü vardır. Başka bir deyişle, başarısız olmak başarıya ulaşmayı garanti etmese de başarısızlığın yaşanmadığı bir ortam, çoğu zaman başarı şansının ortadan kalkmasına neden olur.
Başarısızlık ile başarının birbiriyle yakından ilişkili olduğunun farkında olan insanlar, sürekli olarak öğrenen, kendilerini geliştiren ve sonunda başarıya ulaşan kişilerdir. Ya başarısız olmayı öğrenir ya da başarısız olduğunda yaşadığın olaydan ders alıp bir şey öğrenmiş olursun.
Gerçekçi iyimserlerin başarısızlığı fazla önemsemeyen tavırları, onları denemeler yapmak ve riskler almak gibi konularda daha istekli kılar, yaptıkları hataları düzeltmede daha açık fikirli bir yaklaşım ortaya koymalarını sağlar.
Oldukça ilgimi çeken araştırmalardan birinde, mükemmeliyetçi insanların bu tür kaygısı olmayan insanlara göre yazarlık becerisi bakımından daha alt seviyede olduğu ortaya koyuluyor. Bunun nedeni, mükemmeliyetçi insanların yazı yazarken tuttukları müsveddelerin başka insanların eline geçmesine engel olmak için büyük gayret sarf etmeleri ve bu yüzden yazma becerilerinin gelişmesine katkıda bulunabilecek yapıcı eleştiri ve düzeltmelerden kendilerini mahrum bırakmalarıdır.
İster başka insanlardan gelen olumlu ya da olumsuz tepkilerden isterse başarısızlık sonucunda ortaya çıkan hüsran duygusundan kaynaklansın, gerçek anlamda öğrenme arzusu içinde olmak, bankacılık, öğretmenlik, spor, mühendislik gibi pek çok meslekte başarıya ulaşmanın önkoşuludur.
Performansta Doruğa Ulaşma
Robert Yerkes ve J. D. Dodson adlı psikologlar, insanın zihinsel ve psikolojik bakımdan uyarılma düzeyi yükseldikçe performansın da buna paralel olarak artış gösterdiğini, ancak belli bir noktadan sonra uyarılma düzeyinde daha fazla artış olması hâlinde performansın düşmesine neden olduğunu belirtiyorlar.
Başka bir ifadeyle, uyarılma düzeylerinin çok düşük (tembellik veya umursamazlık) ve çok yüksek olması hâlinde (endişe ve korku), ortaya konan performansın olumsuz yönde etkilenmesi muhtemeldir. O hâlde insanlar en iyi performansı ne zaman ortaya koyarlar?
Tembellik ve endişe gibi iki kutupsal noktanın ortasında yer alan heyecan duygusunu yaşadıklarında spor, işletme, bilim, siyaset gibi insanların çeşitli başarılar elde ettiği pek çok alanda üst düzeyde performans gösteren kimseler, çabalarının sonucunda ulaştıkları noktanın, yüksek beklentilerinin gerisinde kalması durumunda büyük bir hayal kırıklığına uğrarlar.
Ancak, başarısız olma ihtimali karşısında büyük bir endişeye kapılıp korkudan hiçbir şey yapamayacak hâle gelmezler. Başarısızlığa uğradıklarında (zaman zaman hepimizin yaşadığı gibi), bu durumun kendileri için tam bir felaket oldu u gibi bir düşünceye kapılmazlar.
Bir yandan başarıya ulaşmak için verdikleri mücadele, diğer yandan başarısızlığı hayatın doğal bir parçası olarak kabul etmeleri onlarda öyle büyük bir sinerji yaratır ki, bu sayede doruk noktaya ulaşan bir performans göstermeyi başarırlar.
Yolculuktan Keyif Almak
Eğitim bilimi dalında önde gelen düşünürler arasında yer alan Howard Gardner; Gandhi, Freud, Picasso ve Einstein gibi olağanüstü insanlar kadar tanınmış olmasa da bu alanda kendilerini kanıtlamış insanların yaşamları üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Gardner, işletmeden spora, tıptan sanata kadar herhangi bir alanda insanı başarıya taşıyacak uzmanlık düzeyine ulaşmak için yaklaşık on yıl süreyle yoğun şekilde çalışmak gerektiğini belirledi.
Hiç kuşku yok ki sıkı çalışma temposu, bu on yıllık süreyle sınırlı kalmaz. Başarıyı devam ettirebilmek için en az başlarda olduğu kadar —hatta bazen daha fazla— çaba göstermek gerekir.
Mükemmeliyetçi birinin uzun soluklu bir çaba ortaya koyabilmesi oldukça zordur. Mükemmeliyetçi insanın varılacak nihai noktayı saplantı hâline getirmiş olması ve hedefi uğrunda yapılan yolculuktan keyif almayan bir tutum ortaya koyması, zaman içinde bütün arzu ve hevesinin tükenmesine yol açar.
Bunun sonucunda, başarı için gerekli olan sıkı çalışma temposunu devam ettirme ihtimali önemli ölçüde azalır. Başlangıçta ne kadar hevesle işe koyulsak da bütün bir süreç boyunca —hedefe doğru yapılan yolculuk— uzun süre aynı derecede çaba göstermenin yaratacağı gerilim zamanla dayanılmaz bir hâl alır.
Mükemmeliyetçi insan, başarılı olmayı çok istediği hâlde bazen öyle bir an gelir ki, daha fazla acı çekmekten kaçınma güdüsünün etkisiyle iradesi giderek zayıflar ve daha fazla çaba göstermekten vazgeçmeye başlar.
Orta düzey yönetimden bir üst kademeye terfi etmeyi çok arzu ettiği hâlde mükemmeliyetçi insan bu hedefe ulaşmak üzere yaptığı yolculuğun fazla uzun sürmesi nedeniyle —yolculuğun süresi varılacak noktaya ulaşıldığı andan çok daha uzundur— süreç boyunca yaşadığı sıkıntılara uzun süre tahammül edemez.
Bunun sonucunda, çalışmaya mümkün olduğunca daha az zaman ayırma eğilimi içine girebilir. Günlük işlerini olabildiğince az enerji harcayarak yapmaya çalışır.
Gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş insan, bir yandan varacağı noktaya odaklanmayı sürdürürken diğer yandan da yaptığı yolculuktan keyif almaya çalışır. Başarıya uzanan yol; mücadele, hüsran, kuşku, sıkıntı gibi güçlük ve sorunların hiç yaşanmadığı bir süreç olmasa da bütün olarak bakıldığında hedefe varmak için yapılan yolculuk, mükemmeliyetçi insanın yolculuğuna göre çok daha keyiflidir.
Gerek varılacak noktanın (ulaşmak istediği hedef) cazibesi, gerekse yapılan yolculuğun kendisine verdiği zevk (her günü keyifle yaşamak), bu yolda devam etme hevesini ilk günkü gibi taze tutar. Hem günlük yaşantısından zevk alır hem de uzun zamana yayılan bir tatmin duygusu yaşar,
Sadece varılacak noktaya odaklanmak, mükemmeliyetçi insan üzerinde başka bir olumsuz etki daha yaratır. Yapılan çok sayıda araştırma, mükemmele ulaşma arayışının bugünün işini yarına ertelemek ve hiçbir şey yapmadan boşa vakit geçirmek gibi olumsuz davranışlara yol açtığını ortaya koyuyor.
Mükemmeliyetçi insan yapılması gereken işleri bir süre için ya da sürekli olarak erteleme eğilimi içindedir. Bunun nedeni, yapılacak işin, kendisine sıkıntı verecek olması ve hiçbir şey yapmamanın başarısızlığa mazeret teşkil edecek olmasıdır.
İçinden şöyle düşünür: Bu işi yapmak için hiçbir gayret göstermezsem, başarısız olma ihtimalim ortadan kalkar.
Mükemmele ulaşmaya çalışan insanın yürüttüğü bu ters mantık kapsamında, sadece elde edilen sonuçlar önemli olduğu için çalışmaktan kaçınarak başarısızlıktan sakınmak kendi içinde belli bir anlam ifade ediyor. Ne var ki mükemmeliyetçi insan başarısız olma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaya çalışarak kuşkusuz aynı zamanda başarıya ulaşma olasılığını da ortadan kaldırmış olur.
Zamanı Verimli Kullanmak
“Kusursuz şekilde yapılmış olmayan bir iş yapmaktansa hiç yapmamak daha iyidir” gibi bir düşünceyi yansıtan ya hep ya hiç tarzındaki yaklaşım, bugün yapılması gereken işleri ertesi güne erteleme eğilimine ve genel olarak zamanı verimsiz şekilde kullanma alışkanlığına neden olur.
Bir şeyi mükemmel olarak yapmak (mükemmelliğin mümkün olabileceği gibi bir varsayımla hareket etmek), çoğu zaman olağanüstü gayret göstermeyi gerektirir. Yapılması gereken işin aciliyeti söz konusu olduğunda mükemmele ulaşma arayışını makul bir tutum olarak görmek, her zaman mümkün olmayabilir. Zamanın en değerli kaynaklardan biri olduğu düşünülecek olursa, mükemmeli elde etme arayışı için ödenecek bedel hiç de az olmayacaktır.
Gerçekçi iyimser de gerektiğinde yapılacak işe en az mükemmeliyetçi insan kadar zaman ayıracaktır. Ancak her işin aynı derecede önemli olduğu söylenemez. Her işi aynı titizlikle yapmaya gerek yoktur.
Mesela, bir uzay aracını fırlatma işleminden önce O-ring halkalarından her birinin sıkıca kapanmış olduğundan emin olmak için her detayın dikkatlice kontrol edilmesi büyük önem taşır. Böyle bir durumda hatalı noktalar varsa derhâl tespit edilerek düzeltilmesi, her ayrıntının kusursuz olmasına azami özen gösterilmesi son derece doğaldır.
Ancak, uzay istasyonunda görevli bir mühendisin kurum içinde dolaştırılan bilgi notunda yer alan ve farklı bölümlerin bütçelerini yansıtan tabloda kullanılan renklerle ilgili ayrıntılara dalıp bu konuda uzun zaman harcaması doğru olmaz.
Üniversitede geçirdiğim ilk iki yıl boyunca derslerde verilen ödevleri yaparken uzun zaman harcar, her derse ayrı derecede önem verip her sınava en iyi şekilde hazırlanmaya özen gösterirdim. Zaman içinde, mükemmele ulaşma hevesim nedeniyle ağır bir bedel ödediğimin farkına varmaya başladıkça, bu alışkanlığımdan vazgeçip gerçekçi temellere dayanan bir iyimserlik anlayışı ile yaşamaya karar verdim.
Bu farklı yaklaşımla birlikte “Pareto İlkesi” olarak da bilinen “80/20 Kuralı”nı uygulamaya başladım.
O-ring simit şeklinde genellikle silikon veya benzer esnek bir malzemeden yapılan ve iki parça arasında sızdırmazlığı sağlamak için kullanılan contalara verilen genel addır. (E. N.)
80/20 Kuralı
Bu ilke, adını 80/20 olgusunu gözlemleyen İtalyan iktisatçı Vilfredo Pareto’dan alır. Kural şu görüşe dayanır: Genelde bir ülkenin nüfusunun %20’si ülke servetinin % 80’ine sahiptir, bir şirketin müşterilerinin % 20’sinin yaptığı harcamalar şirket gelirlerinin % 80’ni oluşturur.
Aslında 80/20 Kuralı, bunun gibi başka pek çok şey için de geçerlidir. Son yıllarda bu ilkeyi zaman yönetimine uygulayan Richard Koch ve Marc Mancini’ye göre, elde etmek istediğimiz sonuçların 80’ine ulaşmak için % 20 oranında çaba göstermemiz durumunda zamanımızı daha verimli şekilde kullanmış oluruz.
Mesela, mükemmel bir rapor yazmak iki ya da üç saatimizi alabilir, ancak otuz dakika gibi bir süre içinde işimizi görecek kadar iyi bir rapor yazmamız mümkündür.
Üniversitede geçirdiğim günlerde, her zaman mükemmele ulaşmaya çalışan biri olarak öğretmenlerin ödev verdiği kitaplarda karşıma çıkan her sözcüğü okumak zorunda olduğum düşüncesini bir kenara bırakıp Pareto İlkesi’ni hayatıma uygulamaya başladım.
Ödev olarak verilen okuma parçalarına hızlı bir şekilde göz geçirdikten sonra metnin % 20’sini oluşturan, okuduğuma değecek kadar önemli olduğunu düşündüğüm bölümü tespit edip sadece seçtiğim kısımlara odaklanıyordum.
BİRAZ DÜŞÜNEMLİM
80/20 Kuralı’na göre zamanı nasıl planladığınızı düşünün. Faaliyetlerinizi sınırlayabileceğiniz alanlar hangileridir? Zamanı daha verimli kullanmak için hangi faaliyetlere yönelmek istersiniz?
Mükemmele ulaşma arayışı her insanda farklı şekillerde ve farklı oranlarda görülür. Bunun sonucunda, bu yazımızda değindiğim özelliklerden bazıları kimi insanlar için geçerli olabileceği gibi bazıları için de geçerli olmayabilir. Bu nedenle birinci aşamada yapılacak şey, savunma halinde olmak yerine değişime ve farklı düşüncelere açık olmak ve kendinize uygun olan özelikleri belirlemektir.
İkinci aşamada, bu özellikleri ve yaratacağı sonuçları da iyi anlamak gerekir. Nihayet son aşama, davranış ve düşüncenin birleşimi —”Düşünme Zamanı” adı verilen bölümlerde ortaya konan sorular üzerinde düşünme ve bu yazımızdaki şimdi sunacağım alıştırmaları yapma— sayesinde arzu edilen davranış değişikliğini gerçekleştirme aşamasıdır.
Mükemmellik arayışı ile gerçekçi iyimserlik arasında uzanan doğrusal çizgide iyimserlik noktasına doğru ilerlemek, yaşam boyu sürecek, hayatın sonuna dek devam edecek olan bir projedir. Bu süreç, büyük ölçüde sabır, zaman ve çaba göstermeyi gerektiren, insanın keyifle geçireceği ve sonsuz yararlar sağlayacağı bir yolculuk dönemini ifade eder.
ALIŞTIRMALAR
Harekete Geçmek
Psikolog Daryl Bem tarafından yapılan araştırma, sadece başkalarıyla ilgili değil, kendimizle ilgili olan tutumları da aynı şekilde, yani gözlem yoluyla geliştirdiğimizi ortaya koyuyor. Başkalarına yardım eden birini görsek bu kişinin nazik biri olduğu sonucuna varırız; inandığı ideallerden vazgeçmeyen bir kadın gördüğümüzde, bu kadının ilkeli ve cesur bir kişi olduğu kanaatine varırız. Aynı şekilde, kendimizle ilgi sonuçlara kendi davranışlarımızı gözlemleyerek ulaşırız.
Nazik ve cesur bir şekilde davrandığımızda, tutumlarımız da büyük ihtimalle yapmış olduğumuz davranış yönünde değişir, kendimizi daha nazik ve cesur biri olarak hissetme ve görme eğiliminde oluruz. Bem’in Kendini Algılama Kuramı olarak adlandırdığı bu mekanizma sayesinde davranışlar, zaman içinde tutumlarımızda değişikliğe neden olabilir.
Mükemmele ulaşma arayış da bir tutum olduğundan, bu tutumu davranışlarımızla değiştirmeye başlayabiliriz. Başka bir ifadeyle, gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş insanlar gibi davranarak -risk alarak, kendimizi rahat hissettiğimiz alanın dışına çıkma cesareti göstererek, savunmacı olmak yerine açık bir tutum sergileyerek, başarısız olduğumuzda kendimizi toparlayıp mücadeleye kaldığımız yerden devam ederek— gerçekçi iyimserlik felsefesini hayata geçirmiş oluruz.
Bu alıştırmada, yapmak istediğiniz hâlde başarısız olma korkusu nedeniyle denemeye cesaret edemediğiniz bir şey düşünün. Sonra gidip o işi yapın! Bir oyunda rol almak üzere sınava girin, bir spor takımına katılmayı deneyin, birine çıkma teklif edin, her zaman yazmayı istediğiniz o kitabı yazmaya başlayın.
Başlangıçta biraz zorlansanız da karar verdiğiniz faaliyeti ve diğer işlerinizi yaparken gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş olan insanların davranacağı şekilde hareket edin. Kendinizi rahat hissettiğiniz alanın dışına çıkmanızı sağlayacak fırsatlar yaratmaya çalışın, çevrenizdeki insanlardan gelebilecek öneri ve yardımlara açık olun, hatalarınızı kabul edin.
Bu alıştırmayı yaparken geçtiğiniz her aşamadan keyif almaya çalışın. Başarısız olur, yaptığınız işi yeniden denemek zorunda kalırsanız sakın endişe etmeyin. Yaşadıklarınızı yazıya dökerken, başarısızlıktan ders alarak doğru hareket tarzını öğrenmek şeklinde gerçekleşen bu sürecin yaşamınızın diğer alanlarına nasıl uygulanabileceği hakkında düşünceler geliştirin.
Başarısızlık Hakkında Günlük Tutmak
Shelley Garson ve Ellen Langer adlı psikologlar, bilinçli olma ve kendini olduğu gibi kabul etme gibi konular üzerinde yaptıkları araştırmada şu sonuca ulaşıyorlar:
“İnsanlar yapmış oldukları hataları analiz etme ve bu yanlışlardan ders alma olanağından kendilerini mahrum bırakmadıkları zaman kendi dünyaları hakkında bilinçli bir bakış açısına sahip olurlar; böylece kendilerini ve hatalarını olduğu gibi kabul etme ve yapmış oldukları yanlışların, gelişimlerinde kendilerine ışık tutacağının farkına varma becerileri artar.
Aşağıdaki alıştırma, hatalarınızı analiz etme süreciyle ilgilidir.
Kendinize on beş dakika ayırın ve başarısız olduğunuz bir olay veya durum hakkında aklınıza gelenleri yazın. Ne yaptığınızı, aklınızdan geçen düşünceleri, o anda kendinizi nasıl hissettiğinizi ve bu olayla ilgili görüşlerinizi yazarken şu anda neler hissetmekte olduğunuzu anlatın.
Yaşadığınız olayın üzerinden belli bir süre geçmiş olması, sizin olaya bakışınızda herhangi bir değişiklik yarattı mı? Bu olaydan ne gibi dersler çıkardınız? Uğradığınız başarısızlığın sonucunda bu olayın sizin için değerli bir deneyim olmasını sağlayan başka yararlar elde edildi mi?
Bu alıştırmayı her gün arka arkaya ya da birkaç hafta içinde farklı günlerde olmak üzere iki veya üç kez yapın. Her defasında aynı veya farklı bir başarısızlık hakkındaki yorumlarınızı yazabilirsiniz.