Hayatınızı belirleyen alışkanlıklardır. Alışkanlıklar bir kere oluştuğu zaman artık onu yapmak için düşünmeye kendinizi zorlamazsanız ve pusuya yatmış onu tetikleyecek bir şey beklemesi yeterlidir; eğer bu alışkanlığınız sağlıksız bir alışkanlıksa bu durum daha da kötüdür.
Eğer yediklerimizi yerken sadece tadı güzel diye aldığım her şeyi yersek bu da sağlıksız bir alışkanlık olacaktır. Bir şeyin farkına varırsak değiştirebiliriz farkına varmadığımız şeyleri değiştiremeyiz. Siz kilolu olduğunuzu zannetmeyebilirsiniz ve sağlıksız tüm şeyleri tüketmeye devam edebilirsiniz.
Ama bir gün aynanın karşısına geçip kilo aldığınızı veya bir dostunuz size kilo almış olduğunuzu söylediğinde bunu hemen inkâr etmeden “Acaba ben kilo mu aldım!” derseniz kendinize değişimin ilk adımını atmış olursunuz.
Peki şimdi yediğimiz, içtiğimiz bu zehirli besinlere biraz daha merceği yaklaştırarak yakından bakalım.
Önünüzdeki birkaç gün için, yirmi bir gün boyunca aşağıdakilerden uzak durun: Biliyorum bu bir gecede olunacak bir şey değil ama ne kadar tutarlı olursanız o kadar faydasını göreceksiniz.
• Şeker
• Alkol
• Kafein
• Glüten
• Hayvansal besinler
Neden? Her birini sırayla ele alalım.
Şeker
Şeker. Şeker, tükettiğinizde kanınızda glikoza dönüşür. Vücudunuz glikoz seviyesinin yükseldiğini fark ettiğinde, diğer bir deyişle vücudunuzda o an ihtiyacınız olandan daha fazla şeker olduğunda, pankreasta insülin üretir.
İnsülin, buna karşılık kanınızda dolaşan ve yakılmayan şekeri depolamak için salgılanır. Ne kadar şeker veya glikoz alırsanız, vücudunuz o kadar çok insülin üretir ve salgılar. İnsülin, glikozu karaciğer ve kaslarınızda glikojen formunda saklar ve bu sınırlı alan dolduğunda, insülin, şekeri yağa çevirir.
Şeker sevenler için kötü haber şu ki, insülinin zararlı etkileri vardır ve hücreleriniz bunu bilirler. İnsülin önüne çıkan bütün hücreleri tahrip eder. Bu tahribat yalnızca yaşlanma olarak bilinen öldürücü hücre yıkımının başlangıcı değildir, aynı zamanda kanser ve dejenere hastalıklara da yol açar.
Aslında, dünya çapındaki geçmiş ve günümüz çalışmaları şeker (ve beyaz un, işlenmiş nişasta gibi vücutta yüksek glisemik endeks olarak bilinen diğer besinler) ve kanser arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermiştir. Harvard Halk Sağlığı Fakültesi’nde yürütülen bir çalışma “çok fazla glisemik yük barındıran bir beslenme zaten insüline dayanıklılıkta alt seviyelerde olan kadınlarda pankreas kanseri riskini arttırır” demektedir.
Normalde, insülin kan akışı içerisindeki glikoza hücrelere varana dek eşlik eder, kapıyı açan bir anahtardan farklı değildir. Bazı insanlarda, hücreler insülin hareketlerine dayanıklıdır. Kapı anahtar deliklerini çikletle kapatmışlar ve insülin “anahtarının” geçişine izin vermezler gibi bir benzetme yapabiliriz.
Utah Üniversitesi Onkolojik Bilimler Bölümü kolon kanseri araştırmaları da benzer sonuçlara ulaşmıştır ve “bu bulgular, diyetsel şekerin, özellikle basit karbonhidratlar bakımından zengin diyetin kolon kanseri riskini arttırır!’ şeklinde açıklama yapmışlardır.
Toronto ve Milan üniversitelerindeki bilim adamları, Fransa’nın Lyon kentindeki Uluslararası Kanser Araştırma Enstitüsü ile iş birliği yaparak “glisemik endeks ve glisemik yük ile göğüs kanseri riski arasında orta düzey doğrudan ilişki olduğunu ve sonuç olarak göğüs kanseri gelişiminde insülin direncinin muhtemel rolünü” ortaya koymuşlardır.
Yumurtalık kanseri ile şeker tüketimi arasındaki ilişki, Uluslararası Kanser Dergisi tarafından onaylanmıştır. Şeker fiziksel olarak bağımlılık yapıcıdır. Enerji algılayıcıları fazladan yorar ve bir bakıma öldürür. Böylelikle şeker haricindeki başka hiçbir şeyle enerjik hissedemezsiniz.
Eğer çok fazla şeker tüketiyorsanız, diğer besinleri tükettikten sonra kendinizi uyuşuk ve yavaş hissedebilirsiniz ve daha da yoğun şeker alma ihtiyacı duyarsınız. Bu fiziksel bir bağımlılığın nasıl işlediğini gösterir. Bu inişli çıkışlı bir lunapark treni gibidir.
Kendinizi şeker tüketinceye dek, tıpkı diğer besinleri tükettiğinizdeki gibi yorgun hissedersiniz. Bu meydana geldiğinde, vücudun yüksek orandaki zehirli, yıkıcı insülini atamadığı 2. tip diyabet olma olasılığınız olduğunuzu bilmelisiniz.
Bunlara ilave olarak, belli bir orandaki şeker tüketimi önemli vitaminlerin yapısını tahrip eder, bakır ve krom eksikliklerine yol açabilecek şekilde mineral dengesizliklerine yol açar ve kalsiyum ve magnezyum emilimine zarar verir.
Şeker hem çocuklarda hem de yetişkinlerde obeziteye yol açar. Bazı insanlarda trigliseritleri (yağın kanda taşınan formu) yükselterek kalp krizi riskini arttırır. Bu ihtimal insanlar daha sağlıklı karbonhidratlar, meyveler, sebzeler, baklagiller ve tam tahıllar tükettikçe azalır. Bu oldukça önemlidir. Çünkü trigliseritler tıpkı kolesterol gibi kalp hastalıklarına yol açabilir.
Sistematik enfeksiyonlar için ideal bir ortam hazırlar ve diş çürümesi, periodontal hastalıklar ve neticesinde diş kaybına yol açar. Hem yetişkinlerde hem de çocuklarda dalgınlık, unutkanlık, zayıf uzun ve kısa süreli hafıza, konsantre olma güçlüğü, beynin öğrenebilme yeteneğinin sekteye uğratılması gibi sorunlar şeker tüketiminden kaynaklanabilir.
Bu etkiler şeker ve yüksek glisemik türde yiyecek tüketiminden oluşabilir. Dahası eklem iltihaplanması, alerjiler, astım, sedef, egzama, kas ağrısı, kanser ve diğer oto bağışıklık hastalıkları şeker tüketiminden kaynaklanabilir. Hormonal denge de hem kadınlarda hem erkeklerde sekteye uğrayabilir.
Bu arınma esnasında şekeri beslenme alışkanlıklarınız arasından çıkarmakla glikojen reseptörlerini tekrar sentezleyerek ve böylelikle daha az yemekten daha çok enerji edinerek şeker bağımlılığı döngünüzü kırabilirsiniz. Şekere bağımlılığa özgü iniş ve çıkışları yaşamaksızın kendinizi çok daha tutarlı bir şekilde enerjik hissedeceksiniz.
Şekerden uzak durun dediğimde, aynı zamanda bal, işlenmemiş şeker, şeker pekmezi, mısır şurubu, akçaağaç şurubu, Yüksek früktozlu mısır şurubu, malto-dekstrin, mannitol, früktoz, dekstroz, glikoz, maltoz, sakaroz (sonu —oz ile biten tüm içerikler) ve yapay tatlandırıcıları da kastediyorum.
Eğe bakteriyel enfeksiyonlardan dolayı sıkıntı yaşıyorsanız, bu seferlik mayayı da bırakmayı denemeyi isteyebilirsiniz. Candida albicans (bir tür maya) insan vücudunda doğal olarak ortaya çıkar, uygunsuz miktarlarda çoğalabilir. Bu da enfeksiyonlara ve diğer problemlere yol açar.
Şeker ve maya tüketimi sonucunda oraya çıkar, bu yüzden maya ve şeker tüketmeyi bırakmak candida ile alakalı meseleleri (gaz, hassas bağırsak sendromu, mide yanması, sağlıksız nefes, baş ağrıları, kuru ve kaşıntılı cilt, kaygı, sıvı kaybı ve sık sık idrara çıkma gibi) ortadan kaldıracaktır.
ALKOL
Tüketildikten sonra alkol glikoza ve kan şekerine dönüşür ve şeker tüketiminin yol açtığı problemlere benzer problemlere yol açar. Aslında alkol ve şeker molekülleri neredeyse birbirinin aynıdır. Her ikisinin de etkileri benzer olacağından her ikisinden de aynı anda uzaklaşmak kolay olacaktır.
Daha önce tartıştığımız şeker konusunun ötesinde, alkol tüketiminden uzak durmak için daha birçok geçerli neden bulunmaktadır. Sayacak olursak; alkol beyni ve beyni güçlendiren doğal kimyasalları tüketir ve geniş çaplı beyin hasarına yol açabilir.
Bununla birlikte karaciğeri de toksik atıklarla aşırı yükleyebilir. Ancak alkolün neredeyse bütün bu olumsuz etkileri alkol tüketmeyi kesmekle tedavi edilebilir.
Beyin, hem birbiri ile hem de vücudun kendi kimyası ile mükemmel bir denge içinde çalışan doğal ağrı kesiciler, uyarıcılar, yatıştırıcılar gibi ihtiyacı olan kimyasalları bulunduran depoları kendisi üretmektedir.
Kendiliğinden üretilen bu kimyasallar, değişen yaşam ve çevreniz ile sizi dengede tutarlar. Stres, özellikle de uzun süreli stres (çoğu insan için alışılagelmiş), bu ev yapımı kimyasalları hızlıca tüketir.
Bu kişisel ambarlarınızın üretim hacminin de genetik mirasınızdan geldiğini göz önünde bulundurursak, başlangıçta tüm bu yararlı kimyasallarını bolca üretebilme kapasitesi ile bu dünyaya gelmediniz (Buna karar vermek için akrabalarınızın ruhsal durumlarına bir göz atın; Huysuz insanlar mı? Bağımlılar mı? Mutlu ve tutarlı insanlar mı?).
Eğer beyninizin kimyasalları barındırdığı ambarları bu ihtiyaca cevap veremezlerse, acil durum ambarları devreye girecektir. Bu da bittiğinde, kendinizi iyi hissetmek için alkolün ilaç benzeri etkilerine sığınıyor olarak bulabilirsiniz.
Eğer alkol kullandığınızda beyninizdeki önemli üretim merkezleri tahribata uğramasaydı, bu o kadar da kötü bir çözüm yolu olmazdı. ‘Tıpkı bir insanın asla yürümemesi veya ağır şeyler kaldırmaması ve bunları makineleri kullanarak yapması sonucu bu özelliklerini yitirmesi gibi.
Normalde beyin tarafından üretilen kimyasalları alan nörotransmiter olarak bilinen reseptörler bu kimyasallar yerine tükettiğiniz alkolü alacaklardır. Bu alkol kimyasalları normal beyinsel kimyasallarınız gibi reseptörlerinize gireceği için, beyninizdeki üretim merkezlerine reseptörlerin dolu olduğu ve daha az kimyasal üretilmesi gerektiği mesajı iletilir.
Bunun ne kadar kötü bir döngüye dönüştüğünü görebiliyorsunuzdur. Kendi beyinsel kimyasallarınızın üretiminde bir düşüş olduğunda, alkole olan ihtiyacınız daha da artacaktır. Muhtemelen herkes ilk kez alkol kullandıklarında etkisini ne kadar da sert hissettiklerini hatırlayacaktır. Tıpkı birinin olgunlaşması gibi, aynı etkiyi sağlamak için gitgide daha fazla alkol gerekecektir.
Beyninizde üretilen bu kimyasallar dışarıda bulabileceğiniz her şeyden binlerce kez daha güçlüdür, ne kadar fazla alkol kullanırsanız kullanın, alkol etkisini yitirecektir. Ne yazık ki, bu geçen zamanda beyin kendi kimyasallarını azaltmayı önemli ölçüde azaltır, bu yüzden halen içki içmeyi arzulamaya devam edersiniz ama bu tüketim size daha az katkıda bulunur.
Buna bir müddet ara vermek reseptörlere ve beyninizdeki üreticilere o doğal etki tepki haline geri dönmeleri için fırsat sunar. Boş kalan reseptörler daha fazla üretim için beyne sinyal yollarlar.
Nörotransmiterlerin ihtiyacı üretimi canlandırır ve böylece mutlu ve sağlıklı çocuk gözüyle dünyaya bakabileceğiniz o doğal yüksek yere doğru geri dönmeye başlarsınız,
Hücre Biyolojisi Dergisi’nde bildirildiği gibi, Harvard Tıp Okulu’ndaki araştırmacılar sadece bir içki ile elde edilebilecek kan alkol seviyesinin hücre birlikteliğini tahrip ederek kalıcı hafıza kaybına, beynin öğrenme kapasitesinin zayıflamasına ve bu gibi birçok hafıza bozukluklarına yol açmak için yeterli olduğunu gözlemlemişlerdir.
Temellendirme, planlama, öncelik tespit etme gibi daha yüksek sıradaki fonksiyonlar da ön korteksteki hasar sonucu sekteye uğramaktadır ki bu sadece bir içkidir.
Almanya’daki Würzherg Üniversitesi doktorlarından Dr. Andreas Bartsch alkol tüketiminden kaynaklanan insan beyninin büyümesi ve rejenerasyonu ile ilgili geniş çaplı bir araştırma yürütmüştür.
Bartsch ve ekibi önemli beyin kimyasallarını takip etmek ve değerIendirmek için Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI) tekniğini kullanmış ve deneklerine aynı zamanda bilişsel fonksiyon testleri uygulamışlardır.
Bu çalışmanın sonuçları ile ilgili olarak, Bartsch “içki içmekten kaçınmanın beynin bazı bileşenleri tekrar üretmesini sağladığını ve daha iyi çalıştığını” söylemiştir. Yetişkin bir insan beyni, özellikle de beyaz maddesi, tekrar büyüme için doğuştan yeteneklere sahiptir.
Ve tabii ki alkol vücut için toksiktir ve özellikle karaciğeri zorlamaktadır. Alkolün içerisindeki serbest radikaller karaciğer iltihabına yol açabilir, bu da karaciğer üzerinde yara bezlerinin oluşumuna yol açar. Karaciğer bir sünger gibi çalıştığı için sert ve yoğun yara dokusu karaciğeri düzgün şekilde çalışmaktan alıkoyar.
Karaciğeriniz düzgün çalışmadığında filtrelemeye çalıştığı toksinler filtrelenemez, sonrasında beyninizde ve vücudunuzun diğer kısımlarında tahribata yol açarlar.
Karaciğer, alkolü önce asetaldehide sonra asetik aside ve sonra da kana karışan glikoza parçalamak için elinden geleni yapar. Ancak hem asetaldehid hem de asetik asit karaciğerin işlemesi için zordur ve karaciğerin bunlarla anında başa çıkamaması ender rastlanan bir durum değildir.
Sonuç olarak, karaciğer ya bu kimyasalları saf alkolün yapacağı zarardan çok daha fazla zarara yol açacak şekilde direkt olarak kana serbest ya da cesurca ancak kendini yok ederek işlenmemiş asetik asidi ve/ veya asetaldehidi depolanması için yağ bezeleri oluşturarak tutacaktır.
Zayıflamış ciğerin belli başlı belirtileri arasında, vücut ödemi (şişlik, tümör) veya morarma sayılabilir. Başka bir belirti ise ilaç veya alkole karşı aşırı hassasiyettir. Vücudunuz toksinleri kan akımınızdan tamamıyla temizleyecek kadar güçlü olmayabilir, bu yüzden bu durum sizi tamamıyla sağlıklı bir ciğere sahip birinden daha güçlü şekilde etkileyecektir.
Çalışmalar hem kırmızı hem beyaz şarabın faydalarını göstermiştir. Bir yandan bu şarapların barındırdığı antioksidan kalp ve akciğerlere faydalı olurken, bir yandan da alkolün sakinleştirici etkisi bütün sinir sistemini rahatlatır.
Bu rahatlama bütün vücudu olumlu yönde etkiler. Ancak unutmayın ki bu rahatlama başka araçlarla da sağlanabilir (derin nefes almak ve yoga gibi) —en azından perhiziniz esnasında— ve özetle vücudunuza daha az faydası olan diğer etkilerden uzak tutan bir mola vererek alkolden uzak durmanın verdiği faydaları yok etmezler.
Ulusal Alkol Yanlış Kullanımı ve Alkolizm Enstitüsü karaciğerin kendini iyileştirmesi, yenilemesi ve arındırması için alkolden uzak durmanın oldukça etkili bir yöntem olduğunu bildirmiştir.
Bu taze arınmaya başlangıçta alkolden uzak durmayı da ekleyerek, beyin kimyasallarınızı dengeliyor, beyin hasarlarınızı iyileştiriyor, zihinsel gücünüzü arttırıyor, yeniliyor ve karaciğerinizi arındırıyor olacaksınız.
Diğer konumuz ise şimdi de Kafeindir. Buradan devam edelim. Ama önce sıcak bir çay veya Türk kahvesi iyi gelecektir.