Bu sabah ellerimde taze bir limon tuttum. Parmaklarımı parlak sarı kabuğunun üzerinde gezdirdim, tüm küçük çukurlara dikkat ettim. Burnuma götürdüm ve nefis aromasını içime çektim. Sonra bir kesme tahtasının üzerine koydum ve ikiye böldüm. Parçalardan birini elime alıp ağzımı açtım ve dilimin ucuna bir damla taze limon suyu sıktım.
O limon hakkında okurken ne oldu? Belki de şeklini ve rengini ‘gördünüz’. Ya da belki kabuğunun dokusunu ‘hissettiniz’. Taze, limonlu kokuyu ‘koklamış’ olabilirsiniz. Ağzınızın sulandığını bile fark etmiş olabilirsiniz. Ancak önünüzde limon yoktu, sadece limonla ilgili kelimeler- sözler – vardı. Yine de bu kelimeler zihninize girdiğinde, onlara neredeyse gerçek bir limona verdiğiniz tepkiyi verdiniz.
Harika bir gerilim romanı okuduğunuzda da aynı şey olur. Önünüzde sadece kelimeler var. Ancak bu kelimeler bir kez zihninize girdiğinde, ilginç şeyler olmaya başlar.
Karakterleri ‘görebilir’ veya ‘duyabilir’ ve güçlü duygular yaşayabilirsiniz. Bu kelimeler tehlikeli bir durumdaki bir karakteri tanımladığında, sanki gerçekten tehlikedeymiş gibi tepki verirsiniz: kaslarınız gerilir, kalp atışlarınız hızlanır, adrenalininiz yükselir. (Bu yüzden onlara gerilim romanı deniyor!) Oysa gerçekte karşınızdaki tek şey sayfadaki küçük siyah işaretlerdir. Büyüleyici şeyler, kelimeler! Ama tam olarak nedir onlar?
Kelimeler ve Düşünceler
İnsanlar büyük ölçüde kelimelere güvenir.
Diğer hayvanlar iletişim kurmak için fiziksel jestler, yüz ifadeleri ve çeşitli sesler kullanır – biz de öyle – ancak kelimeleri kullanan tek hayvan biziz. Kelimeler temelde karmaşık bir semboller sistemidir. (Ve bir ‘sembol’, başka bir şeyi temsil eden veya başka bir şeye atıfta bulunan bir şey anlamına gelir.)
Örneğin, İngilizcede “DOG”-köpek” kelimesi belirli bir hayvan türünü ifade eder. Fransızca’da chien, İtalyanca’da cane ile aynı hayvanı ifade eder. Üç farklı sembol, hepsi aynı şeye atıfta bulunuyor.
Hissedebildiğimiz, düşünebildiğimiz, gözlemleyebildiğimiz, hayal edebildiğimiz veya etkileşime girebildiğimiz her şey kelimelerle sembolize edilebilir: zaman, mekân, yaşam, ölüm, cennet, cehennem, binlerce yıl önce ölmüş insanlar, hiç var olmamış yerler, güncel olaylar vb.
Ve eğer bir kelimenin ne anlama geldiğini biliyorsanız, o zaman anlamını da bilirsiniz ve onu anlayabilirsiniz. Ancak bir kelimenin neyi ifade ettiğini bilmiyorsanız, onu anlamıyorsunuz demektir. Örneğin, ‘aksiller hiperhidroz’ çoğumuzun anlamadığı tıbbi bir terimdir. ‘Terli koltuk altı’ anlamına gelir. Ve artık ‘aksiller hiperhidroz’un ne anlama geldiğini bildiğinize göre, kelimeleri anlıyorsunuz.
Kelimeleri iki farklı ortamda kullanırız: toplum içinde konuşurken, dinlerken veya yazarken ve özel hayatımızda düşünürken.
- Sayfadaki kelimelere ‘metin’;
- Yüksek sesle söylenen kelimelere ‘konuşma’;
- Kafamızın içindeki kelimelere ise ‘düşünce’
DÜŞÜNCELERİ, genellikle onlara eşlik eden “ZİHİNSEL RESİMLER” veya “FİZİKSEL DUYGULARLA” karıştırmamak önemlidir. Aradaki farkı açıklığa kavuşturmak için küçük bir deney yapalım.
Yarın sabah kahvaltıda ne hazırlayacağınızı düşünmek için birkaç dakikanızı ayırın. Ardından, bunu düşünürken gözlerinizi kapatın ve düşüncelerinizi gerçekleşirken gözlemleyin. Nasıl bir şekil aldıklarına dikkat edin. Gözlerinizi kapatın ve bunu yaklaşık yarım dakika boyunca yapın.
Peki, ne fark ettiniz? Zihninizde ‘resimler’ fark etmiş olabilirsiniz; kendinizi bir televizyon ekranında olduğu gibi yemek pişirirken veya yemek yerken ‘gördünüz’. Bu Zihinsel Resimlere ‘İMGELER’ diyeceğiz.
“İMGELER” Düşünce Değildir, ancak sıklıkla birlikte ortaya çıkarlar. Ayrıca vücudunuzda sanki gerçekten kahvaltı hazırlıyormuş ya da kahvaltı ediyormuşsunuz gibi Hisler ya da Duygular fark etmiş olabilirsiniz.
Bunlar da düşünce değildir; DUYUMLARDIR (Somut hisler). Muhtemelen kafanızın içinden neredeyse konuşan bir ses gibi bazı kelimelerin geçtiğini de fark etmişsinizdir. Bu kelimeler ne yemek istediğinizi tarif ediyor olabilir: “Fıstık ezmeli tost yiyeceğim. Ya da ‘Ne yiyeceğimi bilmiyorum’ gibi bir şey söylemiş olabilirler. Kafamızdaki bu sözcüklere biz ‘düşünce-kavram-‘ diyoruz. Bu nedenle:
Bu ayrımı hatırlamak önemlidir, çünkü bu içsel deneyimlerle farklı şekillerde ilgileniriz. Kitabın ilerleyen bölümlerinde görüntü ve hislere odaklanacağız. Şimdilik, düşüncelere bakacağız.
İnsanlar düşüncelerine çok güvenirler. Düşünceler bize hayatımızı ve onu nasıl yaşayacağımızı anlatır. (EGO)
- Bize nasıl olduğumuzu ve nasıl olmamız gerektiğini,
- Ne yapmamız ve nelerden kaçınmamız gerektiğini söylerler.
Yine de kelimelerden başka bir şey değildirler- işte bu yüzden “DÜŞÜNCELERDEN” sıklıkla “HİKâYE” olarak bahsederiz. Bazen doğru hikayelerdir (‘gerçekler’ olarak adlandırılırlar) ve bazen de yanlıştırlar.
Ancak Düşüncelerimizin Çoğu Ne Doğru Ne De Yanlıştır.
Bunların çoğu ya…
Hayatı Nasıl Gördüğümüzle ilgilidir:
(‘görüşler’, ‘tutumlar’, ‘yargılar’, ‘idealler’, ‘inançlar’, ‘teoriler’ ve ‘ahlak’ olarak adlandırılır)
ya da..
Onunla Ne Yapmak İstediğimizle ilgilidir:
(‘planlar’, ‘stratejiler’, ‘hedefler’, ‘istekler’ ve ‘değerler’ olarak adlandırılır) dair hikayelerdir.
Bir düşüncenin doğru ya da yanlış olması değil, yararlı olup olmadığı, yani istediğimiz hayatı yaratmamıza yardımcı olup olmadığı temel ilgi alanımızdır. Yani inaçlarını sorgulaman gerekecek…
Hikâye, Olay Değildir
Bir polis memurunun silahlı bir banka soyguncusunu dramatik bir çatışmada yakaladığını düşünün. Ertesi gün bunu gazetelerden okuyoruz. Belirli bir gazete olanları tamamen doğru bir şekilde anlatabilir. Tüm gerçekler doğru olabilir: polis memurunun adı, bankanın yeri, hatta belki de ateş edilen silah sayısı. Başka bir gazete olanları daha az doğru bir şekilde anlatabilir.
Dram uğruna bazı ayrıntıları abartabilir ya da gerçekleri yanlış aktarabilir. Ancak hikâye ister tamamen doğru ister yanlış ve yanıltıcı olsun, yine de sadece bir hikayedir. Ve bu hikâyeyi okuduğumuzda, aslında olay yerinde değiliz.
Aslında gözlerimizin önünde gerçekleşen bir çekim yok; önümüzde sadece kelimeler var. BU OLAYI GERÇEKTEN DENEYİMLEYEBİLECEK TEK KİŞİLER, OLAY GERÇEKLEŞİRKEN ORADA BULUNANLARDIR: ‘GÖRGÜ TANIKLARI’.
Sadece bir görgü tanığı silah sesini duyabilir ya da memurun soyguncuya müdahale ettiğini görebilir. Betimlemede ne kadar ayrıntı olursa olsun, hikaye olay değildir (ya da tam tersi).
Elbette gazete haberlerinin taraflı olduğunu biliyoruz. Bize mutlak gerçeği vermezler; bize olanlarla ilgili, gazetenin editoryal bakış açısını ve tutumunu yansıtan bir bakış açısı verirler. (Ve kabul edelim ki, bazı gazeteler diğerlerinden çok daha sansasyoneldir).
Ayrıca istediğimiz herhangi bir noktada okumayı bırakabileceğimizi de biliyoruz. Eğer haberden işimize yarayacak bir şey çıkarmıyorsak, gazeteyi bırakıp dışarı çıkabiliriz.
Gazetelerdeki hikayeler söz konusu olduğunda bu çok açık olabilir, ancak zihnimizdeki hikayeler söz konusu olduğunda bu kadar açık değildir. Çoğu zaman düşüncelerimize mutlak gerçekmiş ya da tüm dikkatimizi onlara vermemiz gerekiyormuş gibi tepki veririz. Bu tepkinin psikolojik jargonu ‘bilişsel füzyon(Kaynaşma)’dur.
Bilişsel Füzyon Nedir?
‘Biliş’, düşünce, görüntü veya hafıza gibi bir zihin ürünü için kullanılan teknik terimdir. ‘Füzyon’ harmanlama ya da bir araya getirme anlamına gelir. ‘Bilişsel Füzyon’, düşünce ile onun atıfta bulunduğu şeyin -hikaye ile olayın- birbirine karışması anlamına gelir. Yani yorumla diyebiliriz.
Dolayısıyla,
- Limonla ilgili kelimelere sanki gerçekten limon varmış gibi tepki veririz; Düşünce; sanki gerçekmiş gibi hissettiriyor bize
- Bir suç romanındaki kelimelere sanki gerçekten biri öldürülmek üzereymiş gibi tepki veririz;
- ‘Ben işe yaramazım’ gibi kelimelere sanki gerçekten işe yaramazmışız gibi tepki veririz; ve
- ‘Başarısız olacağım’ gibi kelimelere sanki başarısızlık kaçınılmaz bir sonuçmuş gibi tepki veririz. Bilişsel füzyon durumunda, sanki:
– Düşünceler gerçektir -[sanki düşündüğümüz şey gerçekten oluyormuş gibi.]
– Düşünceler gerçektir – [onlara tamamen inanırız.]
– Düşünceler önemlidir – [onları ciddiye alır ve tüm dikkatimizi onlara veririz.]
– Düşünceler emirdir-[otomatik olarak onlara itaat ederiz.]
– Düşünceler bilgedir – [en iyisini bildiklerini varsayar ve tavsiyelerine uyarız.]
– Düşünceler tehdit olabilir – [bazı düşünceler son derece rahatsız edici veya korkutucu olabilir.]
‘Ben umutsuzum’, ‘Ben berbat bir anneyim’ ve ‘Kimse beni sevmiyor’ gibi düşüncelerle boğuşan Michelle’i hatırlıyor musunuz? Bilişsel füzyon halindeyken bu düşünceler ona gerçekmiş gibi geliyordu. Sonuç olarak kendini berbat hissediyordu. ‘Bu şaşırtıcı değil’ diye düşünebilirsiniz. “Böyle düşünen herkes sanırsam kendini üzgün hisseder.
“OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM…
Bu alıştırmaya başlamak için öncelikle aklınıza “Ben X’im” şeklinde üzücü bir düşünce getirin, örneğin, “Ben aptalım”, “Ben tam bir eziğim” veya “Ben çok beceriksizim”. Tercihen Sık Sık Tekrarlayan ve Tekrarladığında Sizi Rahatsız Eden Ya Da Üzen Bir Düşünce Seçin.
***
Şimdi bu düşünceyi alın ve önüne şu ifadeyi ekleyin: ‘Şöyle bir düşünceye kapılıyorum…’ Şimdi bu düşünceyi tekrar çalıştırın, bu sefer cümle eklenmiş olarak. Kendi kendinize, ‘X olduğumu düşünüyorum’ diye düşünün. Ne olduğuna dikkat edin. “Aptal olduğumu düşünüyorum.”
***
Yaptınız mı? Unutmayın, bisiklete binmeyi sadece okuyarak öğrenemezsiniz; bisiklete binmeniz ve pedal çevirmeniz gerekir. Ve sadece alıştırmaları okursanız bu kitaptan pek bir şey elde edemezsiniz. Acı veren düşüncelerinizle başa çıkma şeklinizi değiştirmek için gerçekten bazı yeni becerileri uygulamanız gerekir. Eğer alıştırmayı yapmadıysanız, lütfen geri dönün ve şimdi yapın.
***
Peki ne oldu? Muhtemelen “Şöyle bir düşünceye kapılıyorum…” ifadesini eklemenin sizi “Düşüncenin Kendisinden” anında “Uzaklaştırdığını” fark ettiniz; bu ifade geri adım atmanıza ve onu gözlemlemenize yardımcı oldu.
(Herhangi bir fark görmediyseniz, başka bir düşünceyle tekrar deneyin.) Bu tekniği hoş olmayan herhangi bir düşünce için kullanabilirsiniz.
Örneğin, zihniniz “Hayat berbat!” diyorsa, o zaman basitçe “Hayatın Berbat Olduğunu “Düşünüyorum!” diye kabul edin. Zihniniz “Bunu asla atlatamayacağım!” diyorsa, o zaman basitçe “Bunu asla atlatamayacağı düşüncesine sahibim!” deyin.
Zihniniz “Popom bunun içinde kocaman görünüyor!” diyorsa, basitçe “Popomun bunun içinde kocaman göründüğü düşüncesine sahibim!” deyin.
Bu ifadeyi kullanmak, düşünme sürecinin farkında olmanızı sağlar. Bu, DÜŞÜNCELERİNİZİ KELİMESİ KELİMESİNE ALMA OLASILIĞINIZIN DAHA DÜŞÜK OLDUĞU ANLAMINA GELİR.
Bunun yerine, geri adım atabilir ve bu düşünceleri oldukları gibi görebilirsiniz: kafanızdan geçen kelimeler ve daha fazlası değil. Biz bu sürece ‘bilişsel defüzyon’ ya da kısaca ‘defüzyon’ diyoruz. Bilişsel füzyon bize düşüncelerin gerçek ve çok önemli olduğunu söyler. Bilişsel defüzyon ise bize “DÜŞÜNCELERİN” sadece “KELİMELERDEN İBARET” olduğunu hatırlatır. Defüzyon durumunda, farkına varırız:
– Düşünceler yalnızca sesler, kelimeler, hikayeler ya da dil parçalarıdır.
– Düşünceler doğru olabilir ya da olmayabilir; onlara otomatik olarak inanmayız.
– Düşünceler önemli olabilir ya da olmayabilir; yalnızca yararlı olduklarında dikkat ederiz.
– Düşünceler kesinlikle emir değildir; kesinlikle onlara itaat etmek zorunda değiliz.
– Düşünceler akıllıca olabilir ya da olmayabilir; onların tavsiyelerine otomatik olarak uymayız.
– Düşünceler asla tehdit değildir; en olumsuz düşünceler bile derinden rahatsız edici veya korkutucu değildir
Bu pratiği kolaylaştırmak için birçok farklı teknik vardır elbette. Bazıları ilk başta biraz aldatıcı görünebilir, ancak bunları bisikletteki alıştırma tekerlekleri gibi düşünün: bisiklete binebildiğinizde artık onlara ihtiyacınız kalmaz. Bu yüzden her tekniği sırası geldikçe deneyin ve hangisinin sizin için en iyi olduğunu görün.
Teknikleri kullanırken, defüzyonun amacının bir düşünceden kurtulmak ya da onu sevmenizi veya istemenizi sağlamak olmadığını unutmayın.
Amaç sadece…
DÜŞÜNCENİN GERÇEKTE NE OLDUĞUNU GÖRMEKTİR – BİR DİZİ KELİME – VE ONUNLA SAVAŞMADAN ORADA OLMASINA İZİN VERMEKTİR.
Sevgi ve huzurla kalmanız dileğimle
Okan Turan