Farkındalık

Teslim, Kaçma ve Karşı Saldırı

Teslim-Kaçma-Karşı Saldırı

 

İnanç kodlarımız etkin olarak deneyimlerimizi şekillendirirler. Açıkça ve ustalıkla düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı etkilerler.  Herkes inanç kodlarıyla farklı yollarla başa çıkmaya çalışır. Bu da aynı ortamda büyütülmüş çocukların niye bazen çok farklı olduklarını açıklar.

 

Örneğin, tacizci ebeveynle büyümüş iki çocuk, tacize değişik tepkiler verebilirler. Bir tanesi pasif, korkmuş ve sinmiş bir kurban olur ve ömrünü böyle yaşar. Diğeri isyankâr ve sürekli karşı gelen biri olur ve sokaklarda yaşayacak bir ergen olmak üzere erkenden evi terk eder.

 

Bu kısmen, doğduğumuzda mizaçlarımızın farklı olmasındandır; daha ürkek, aktif, dışadönük ya da utangacızdır. Mizacımız bizi farklı yönlere iter. Farklılığımız kısmen de, hangi ebeveyni modellediğimizle ilgilidir. Bir tacizci genellikle bir kurbanla evlendiği için, çocuklar her iki modeli de önlerinde bulurlar. Çocuk, tacizci ebeveyni de, kurban edilen ebeveyni de modelleyebilir.

 

İNANÇ KODUNUZLA BAŞA ÇIKMANIN ÜÇ BİÇİMİ: TESLİM, KAÇMA VE KARŞI SALDIRI

Üç farklı bireyi ele alalım: Ali, Barış ve Melis. Hepsinin Kusurluluk inanç kodu var. Derinde, her üçü de kendilerini kusurlu, sevilmez hissediyorlar ve utanç içindeler. Ancak, bu duyguları ile tamamen farklı biçimlerde başa çıkıyorlar.

 

Bu üç biçime Teslim Olma, Kaçma ve Karşıt Saldırı diyoruz.

 

Teslim Olmak

Ali: KUSURLULUK HİSLERİNE TESLİM OLUYOR.

Ali, 20 yaşında bir üniversite öğrencisi. Onunla karşılaştığınızda gözlerinizin içine bakmıyor. Başı öne eğik duruyor. Konuştuğunda onu zor duyabiliyorsunuz. Kızarıyor, tekliyor, diğer insanların önünde kendini küçük görüyor, sürekli özür diliyor. Yanlış giden her şeyde, kendi hatası olmasa bile, suçu üzerine alıyor.

 

Ali, kendini hep diğerlerinden aşağıda hissediyor ve kendini onlarla karşılaştırırken acımasız davranıyor. Başkalarının her şeyde ondan iyi olduklarını düşünüyor. Bu nedenle sosyal etkinlikler ona inanılmaz bir acı veriyor.

 

Üniversitenin ilk yılında, partilere gitmiş ama insanlarla sohbet ederken o kadar gergin oluyormuş ki. “Söyleyecek bir şey bulamıyordum,” diye açıklıyor. İkinci yılında, şu ana kadar başka hiçbir partiye katılmamış.

 

Ali, aynı yatakhanede kalan bir kızla çıkmaya başlar. Kız onu sürekli eleştirir. En iyi arkadaşı da aynı şekilde davranır. İnsanların eleştirel olduğu hakkındaki düşüncesi genellikle doğrulanıyordu.

 

Şimdi terapistle arasındaki iletişimine bakalım:

 

TERAPİST: Niçin kendini bu kadar eleştiriyorsun?

Ali: Sanırım başkalarına fırsat vermeden kendim yapmak İstiyorum bunu.

Ali utanç hisleri ile doludur. Kızarıyor ve başı aşağıda yürüyor, çünkü kendinden utanıyor. Yaşamındaki her şeyi, onun kusurluluğunun, sevilmezliğinin ve değersizliğinin bir kanıtı olarak yorumluyor.

 

Ali: Kendimi sosyal olarak tamamıyla reddedilmiş hissediyorum. Neredeyse yarı yılın ortasındayız, ama hâlâ sınıfımdan hiç kimseyi tanımıyorum. Başkaları oturup sohbet ederken ben kütük gibi duruyorum orada, Kimse benimle konuşmuyor.

 

TERAPİST: Birileriyle konuştuğun oluyor mu?

Ali: Kim benimle konuşmak ister ki?

 

Ali kusurluymuş gibi düşünüyor, hissediyor ve davranıyor. İnanç kodu, yaşam deneyimlerinin içine işliyor. İşte, başa çıkma yöntemi olarak teslim kullanıldığında olan budur. Bu kod hep bizimledir. Ali kusurluluk hislerinin hep farkındadır.

 

Teslim olduğumuzda, olayları inanç kodumuzla uyumlu olacak şekilde çarpıtırız. Şemamız tetiklendiğinde güçlü hislerle tepki veririz. Şemamızı güçlendiren eşler seçer, bu tür deneyimler yaşarız. İnandığımız şeyi gerçek hayatta yaşatırız.

 

Ali olayları sürekli kendi inanç kodunu güçlendirecek şekilde çarpıtıyor ya da yanlış anlıyor. Olaylara bakışı doğru değil: insanların hep ona saldırdıklarını ve aşağılamaya çalıştıklarını düşünüyor. Olanları, kusurluluğunu kanıtlayacak şekilde yorumlama gibi taraflı bir tutumu var; olumsuzları abartmak ve olumluları küçümsemek. Ali, mantıksız. Teslim olduğumuzda, olayları ve insanları, inandığımız şeyi sürdürecek şekilde yanlış yorumlar, yanlış anlarız.

 

Kaçmak

BARIŞ: KUSURLULUK DUYGULARIYLA BAŞA ÇIKAMADIĞI İÇİN KAÇIYOR

Belli rollere ve belli algılanış biçimlerine göre büyütülürüz. Eğer taciz edildiğimiz, dikkate alınmadığımız, bağırılıp sürekli eleştirildiğimiz ve yönetildiğimiz bir aileden geliyorsak, bu, bizim en rahat hissettiğimiz ortamdır. Ne kadar sağlıksız olursa olsun, pek çok insan, kendilerine tanıdık gelen ve büyüdükleri ortama benzeyen ortamlar arar ve yaratırlar.

 

Barış, yetişkin yaşamı boyunca bir alkolikti. Ailesi ve arkadaşları tedaviye gitmesini önerdilerse de, onları dinlemedi. Bir alkolik olmadığı, eğlence için içtiği ve bunu kontrol altında tutabildiği konusunda ısrarlı. Yakındaki barın yanısıra, kendisinden daha iyi olduklarım düşündüğü insanların bulunduğu sosyal ortamlarda da içiyor.

 

Barış’ı terapiye ilk getiren şey, depresyona girmiş olmasıydı. Ama o, Ali’nin tersine kendi inanç kodundan kopuktu. Yaşamının çoğunu, teması(inanç kodu) yokmuş gibi yaparak geçiriyordu. Terapiye ilk başladığında, kusurluluk duygularının çok az farkındaydı. Kendi hakkında ne düşündüğünü sorduğumuzda, utanç ve güvensizlik hislerinin olduğunu reddetti. Daha sonra tedavide bu hisler kuvvetli bir şekilde ortaya çıktı.

 

Kaçışıyla her cephede savaşmamız gerekti. Ödevi hakkındaki olumsuz hislerini yazmasını istediğimizde, bunu yapmadı. “Niçin bunları düşüneyim ki? Sadece kendimi daha kötü hissetmeme neden oluyorlar” diyordu. Gözlerini kapatıp kendisini bir çocuk olarak görsellemesini istenildiğinde “Hiçbir şey göremiyorum. Kafam bomboş” diyordu. Ya da kendisini duygu barındırmayan bir fotoğraftaki çocuk olarak görüyordu.

 

Tacizci babası hakkında ne hissettiğini sorduğumuzda, bir öfke hissetmediği konusunda ısrar ediyordu. “Babam iyi bir adamdı” diyordu.

 

Barış kusurluluk hislerinden kaçmaya çalışıyordu. Kaçma ile, şemamızı düşünmekten kaçınırız. Bunu aklımızın dışına iteriz.

 

Bu Şemamızı yani bizi rahatsız eden inançları hissetmekten kaçınırız. Duygular üretildiğinde, onları azaltmaya çalışırız. İlaç alırız, aşırı yeriz, aşırı temizleriz, ya da işkolik oluruz. Şemamızı tetikleyecek duygulara girmemeye çalışırız. Aslında, düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız şema (inanç kodlarımız) hiç yokmuş gibi işlerler.

 

Birçok insan dayanıksız ve duyarlı hissettiği alanlardan kaçar. Kusurluluk şemanız varsa, Barış gibi, hiç kimsenin size yaklaşmasına izin vermeden, yakın ilişkilerden tamamıyla kaçınabilirsiniz. Başarısızlık şemamız varsa, işten, okulla ilgili işlerden, terfiden ya da yeni projelerden kaçınabilirsiniz.

 

Eğer Sosyal İzolasyon şemanız varsa, gruplar, partiler, toplantılar, fuarlardan kaçınabilirsiniz. Bağımlılık şemanız varsa, bağımsız olmanızı gerektirecek tüm durumlardan kaçınabilirsiniz. Halka açık yerlere yalnız gitme korkunuz olabilir.

 

Kaçmanın yaşam tuzaklarımızla başa çıkmanın bir yolu olması doğaldır. Bir şema, istenmeyen bir inanç tetiklendiğinde, olumsuz duygularla dolarız — üzüntü, utanç, kaygı ve öfke. Bu acıdan kaçmaya çalışırız. Ne hissettiğimizle yüzleşmek istemeyiz, çünkü bunu hissetmek çok acı vericidir.

 

Kaçmanın dezavantajı şemamızın üstesinden hiç gelemeyişimizdir. Gerçekle yüzleşmediğimiz için tıkanır kalırız. Sorun olarak kabul etmediğimiz şeyleri değiştiremeyiz. Onun yerine, aynı yıkıcı davranışlara devam ederiz. Acı hissetmeden yaşamımızı sürdürme çabası içinde, bize acı veren şeyleri değiştirme şansımızı da kaybederiz.

 

Kaçtığımızda kendimizle bir pazarlığa gireriz. Kısa vadede hissetmeyecek, ama uzun vadede bundan yıllarca kaçındığımız için sonuçların acısını çekeceğiz. Kaçtığı sürece Barış en çok istediği şeyi asla yaşamayacak — sevmek ve kendisini gerçekten tanıyan biri tarafından sevilmek. Sevgi, çocukluğunda Barış’tan esirgenen bir şeydi.

 

Kaçma ile duygusal yaşamımızdan vazgeçeriz. Hissetmeyiz. Gerçek zevk ve acıyı deneyimlemeyecek şekilde donuk dolaşırız. Sorunlarla yüzleşmekten kaçındığımız için, genellikle çevremizdekileri incitiriz. Alkol ve uyuşturucu gibi bağımlılıkların korkunç sonuçlarıyla da yüzleşmek durumunda kalırız.

 

Karşı Saldırı

MELİS: KUSURLULUK DUYGULARIYLA BAŞA ÇIKMAK İÇİN KARŞI SALDIRIYA GEÇİYOR.

Melis, 32 yaşında bir borsacı. Görünüşte kendine güvenli ve kendinden emin. Aslında, züppenin teki! Üstünlük havalarında. Kendi hatalarını zorla kabul ederken diğerleri hakkında hep eleştirel davranıyor.

 

Melis, eşi onu terk etmekle tehdit ettiği için terapiye geldi. O ise bütün sorunların eşinin hatası olduğunda ısrarlıydı.

 

Şimdi terapistle olan iletişimine odaklanalım…

 

TERAPİST: Yani eşiniz size çok kızgın.

Melis: Bana sorarsanız bütün sorunlarımızın nedeni o. Her şeyi abartıyor, benden çok fazla beklentisi var. Asıl terapiye gelmesi gereken 0.

 

Aslında, Melis kendisine tapan, pasif ve fedakâr bir eş seçmişti. Yıllar içinde, Melis sözel olarak o kadar tacizci ve bencil oldu ki, eşi sonunda terapiye başlamazsa onu terk edeceğini söyledi.

 

Melis hep bir basamak üstte olduğu durumlar meydan okuyup yüzleşmek yerine, ona hayranlık duyacak arkadaşlar ve çalışanlar seçiyor. Üstün hissetmekten zevk alıyor. Enerjisinin çoğunu prestij ve statü kazanmaya harcıyor. İnsanları bu amacına ulaşabileceği şekilde kullanıyor. Terapide de bir üstte kalmaya çalışmıştır.

 

Melis, terapistin özgeçmişini, yaklaşımını, becerisini, başarısını ve yaşını sorgulamıştır. Sürekli seanslarda kendisinin ne kadar başarılı olduğunu hatırlatıyor.

 

Terapistin, onu hislerini anlamadığı konusunda ısrar etmiştir. Her istediğinde kendisine randevu verilmesi gerektiğini, çünkü önemli bir kişi olduğunu söyleyip durdu. Reddedildiğinde öfkeleniyor ve hak ettiği özel ilgiyi bulamadığını hissediyordu.

 

Melis şemadan kopuk, ama onu tümüyle içinde barındırıyor. Kendisini üstün hissederek, Melis çocukluk duygularının tam tersini yaşıyor. Anne-babasının kendisine hissettirdiği değersiz çocuktan olabildiğince farklı olmaya çalışıyor. Bütün hayatını o çocuğu bir köşede tutup kendisini eleştirip taciz etmesini beklediği kişilerden gelen saldırılarla mücadele etmeye harcadığını da söylenebilir.

 

Karşıt Saldırıda bulunduğumuzda, kendimizi ve başkalarını, tersinin doğru olduğuna inandırarak şemamızın üstesinden gelmeye çalışıyoruz demektir. Özel, üstün, mükemmel, hatasızmışız gibi hisseder, davranır ve düşünürüz. Bu kişiliğe umutsuzca sarılırız.

 

Karşıt Saldırı, aşağılanmaya, eleştirilmeye ve alay edilmeye bir seçenek oluşturduğu için gelişir. O korkunç kırılganlığımızdan bir kaçış yoludur. Karşıt Saldırılarımız başa çıkmamıza yardımcı olur. Ama çok aşırıya kaçtıklarında da, geri teper ve incinmemizle sonuçlanırlar.

 

Karşıt Saldırılar sağlıklı görünebilirler, Aslında toplumda hayranlık duyduğumuz kişilerin çoğu, bazı film, rock yıldızları ve politik liderler (siz biliyorsunuz bu lideri), birer karşı saldırandır.

 

Topluma iyi uyum sağlayıp başka insanların gözünde başarılı olmalarına rağmen, kendileri ile barışık değillerdir. İçlerinde bir yerlerde kusurluluk hissederler.

 

Bu yetersizlik hisleriyle kendilerini seyirciden alkış alacakları durumlara sokarak başederler. Bu alkışı almak aslında değersiz olduklarına dair derinlerde duydukları hissi telafi etme girişimidir. Eksiklerini,

daha keşfedilip yüzlerine vurulmadan, başarıları ile maskelerler.

 

“Karşıt Saldırılarımız” bizi izole eder. Mükemmel görünmeye öylesine yatırım yaparız ki, bu süreçte kimin canının yandığı ile ilgilenmeyiz bile. Diğer insanlara neye mal olursa olsun Karşıt Saldırıya devam ederiz.

 

Sonunda ya çevremizdekiler bizi terk eder ya da karşılık verirler. Karşıt saldırılarımız gerçek yakınlıkların da önüne engel olarak çıkar. Güvenme, incinebilir olma ya da daha derin bağlanma becerilerimizi kaybederiz. İncinebilir olmaktansa her şeylerini, evliliklerini ya da sevdikleri biriyle olan ilişkilerini bile, kaybetmeyi göze alacak kadar yaşayan danışanlar olmuştur.

 

Sonuç olarak, ne kadar mükemmel olmaya çalışırsak çalışalım, bir yerlerde tökezleyeceğiz. Karşı saldıranlar yenilgiyle başa çıkmayı hiç öğrenemezler. Ama ciddi bir engelle karşılaştıklarında, Karşıt saldırı çöker. Bu olduğunda da genellikle yıkılır ve depresyona girerler.

 

Derinde, karşı saldıranlar çok kırılgandırlar. Üstünlükleri kolayca söner. Silahta bir çatlak oluşur ve sanki bütün dünya yıkılır. Böyle zamanlarda, Şema(inandığınız şey neyse) kendini büyük bir güçle yeniden hissettirir; baştaki kusurluluk, yoksunluk, dışlanma ve istismar duyguları geri döner.

 

Her üç danışda, Ali, Barış ve Melis, görece saf tipler. Her biri başlıca bir başa çıkma mekanizması kullanıyor. Aslında böyle saf tiplere çok sık rastlanmaz. Çoğumuz, “Teslim Olma, Kaçma ve Saldı-

n’nın” bir bileşimini kullanırız. Şemalarımızla başa çıkıp yeniden sağlıklı olabilmek için bu başa çıkma mekanizmalarını değiştirmeyi öğrenmeliyiz.

 

İleriki zamanlarda, size, “Teslim”, “Kaçma”, ve “Karşıt Saldırı” Olmaksızın şemalarımızla nasıl başa çıkacağımızı anlatcağız. Eğer çok fazla talep gelirse bu makaleyi hemen yayınlayacağım…