İnsanın sözcüklerle anlatılmayacak kadar büyük acılar yaşaması, bir anlamda yeniden doğmak, bambaşka biri hâline gelmektir -George Eliot-
Hayata gerçekçi iyimserlik anlayışıyla bakan biri olabilmek üzere ilk kez yola koyulduğumda, hayatımdan her türlü acı, üzüntü, keder ve endişeyi söküp atmayı umuyordum. Hiç kuşku yok ki, beni bu hedef doğrultusunda yönlendiren güç, hayata bakışımı belirleyen mükemmeliyetçi anlayış olmuştu.
Bir tür aydınlanma süreci yaşamak istiyor, dış dünyada ne gibi olaylar yaşanırsa yaşansın, İç dünyamda kendimi mutlu hissedeceğim, kendime ait özel bir yer olsun istiyordum. Bir süre sonra böyle bir şeyin mümkün olmadığını anladım. Ancak, yaşadığım olaylar önemli bir gerçeğin farkına varmamı sağladı; yaşadığımız acılar aslında bize çok şey kazandırır ve acıların hayatımızın bir parçası olduğunu kabul etmek çok önemli bir adımdır.
Bize zevk veren şeylerin peşinde koşup acı veren şeylerden kaçmak evrensel olarak doğamızın gereği olsa da yaşadığımız acılarla baş etmeye çalışırken ne gibi yöntemler izlediğimizi belirleyen etken kültürdür.
Bizler Batı’da genellikle acıyı reddeden eden bir tutum sergileriz. Bize acı ve üzüntü veren olayları mutlu olma arayışımızın kesintiye uğraması olarak görür, bu tür durumlardan hiç hoşnut olmayız. Bu nedenle, acı çekmemize yol açan olaylardan kurtulabilmek için olabildiğince mücadele eder, bastırmaya çalışır, ilaçla tedavi etme yoluna gider ya da bize kısa süreli rahatlama sağlayan çözüm yöntemleri arayışına gireriz.
Özellikle Doğu’da olmak üzere bazı kültürlerde, olgunlaşma ve aydınlanma hedefine giden dolambaçlı yolda, yaşanan acıların insan hayatında önemli bir rol oynadığı kabul edilir. Mükemmel ve kalıcı iç huzurun yaşandığı bir aydınlanma ya da Nirvana noktasına ulaşmanın insan için mümkün olduğu konusunda bazı ciddi kuşkularım olsa da yaşamı kalıcı ve mükemmel olmayan, yenilgi ve hayal kırıklığı gibi üzücü olayların sıkça yaşandığı bir süreç olarak gören Budist felsefeden öğreneceğimiz çok şey olduğu kanısındayım.
Tibetli keşiş Khenchen Konchog Gyaltshen Rinpoche acı çekmenin dört yararı olduğundan söz eder:
- Bilgelik
- Direnç kazanma
- Merhamet
- Gerçekler karışında duyulan derin saygı
Bilgelik
Bilgelik, yaşanan acılar sonucunda kazanılan bir erdemdir. İşler yolunda gittiğinde, bir an için durup hayatımızın anlamı ve karşımıza çıkabilecek sıkıntılı durumlarla ilgili kendimize sorular sormak aklımızdan geçmez. Ancak, bizi zor durumda bırakan olumsuz bir olayla karşılaştığımızda bir an için bocalar, hayatta hoşumuza gitmeyen şeylerin de olabileceği gerçeğini hatırlarız.
Başımıza gelen bu olayın sonucunda yaşantımızın genel akışıyla ilgili olarak düşünmeye başlarız. Derin düşünerek olayların altında yatan nedenleri görebilmek, Sultan Süleyman’ın bilge yürek diye adlandırdığı alışkanlığı geliştirebilmek için, olanca gücümüzle ve büyük bir cesaretle kasırgaya karşı ilerleyip fırtınanın ortasındaki sakin yere ulaşmaya çalışmalıyız.
Direnç Kazanma
Bizi öldürmeyen şey bizi güçlü kılar – Nietzsch –
Acılara katlanmak güçlükler karşısında bizi daha dirençli ve dayanıklı hâle getirir. Nasıl ki kaslarımızın güçlenmesi için belli zorluk ve sıkıntılara katlanmamız gerekiyor, duygularımızın güçlenmesi için de acılara katlanmamız gerekir.
Hayatı boyunca acıyı ve mutluluğu bir arada yaşayan Helen Keller, “Karakter, rahat ve sakin bir ortamda gelişmez. Ancak yaşanan sıkıntı ve acılar sayesinde ruhumuz güçlenir, insanın hayata bakışı netlik kazanır, tutkular dizginlenir ve başarıya ulaşmak mümkün olur” diyor.
Hayatta herkes zaman zaman çeşitli acılar yaşar; kendimize bu evrensel duyguyu hissetme olanağı tanımak bizi acıların paylaşıldığı bir merhamet ağı içinde birbirimize bağlar.
Merhamet
Sözlük, merhamet kelimesini “başka bir insanın yaşadığı acılan gönülden hissetmek, onun duygularını hafifletmek için çaba göstermek” şeklinde tanımlıyor. Ancak, başkalarının çektiği acıları anlayabilmenin tek yolu, benzer acıları yaşamış olmaktır. Acı çekmenin ne demek olduğunu teorik olarak anlamak gözleri görmeyen bir insana mavi rengi teorik olarak anlatmak kadar anlamsızdır. Acıyı yaşayan insanın neler hissettiğini anlamak için bu acıyı bizzat yaşamış olmamız gerekir.
Pastor Fritz Williams’ın söylediği gibi, “Yaşadığımız acı ve sevinçler, izin verdiğimiz takdirde bize, kendimizi başkasının yerine koyabilmeyi öğretir; bu sayede onun ruhuna ve gönlüne girmeyi başarırız. Şeffaflığın en üst noktaya çıktığı o anlarda başka insanların hissettiği sevinç ve kederleri anlar, onların yaşadığı kaygıları kendi sorunlarımız kadar önemseriz.”
Gerçekler Karışında Duyulan Derin Saygı
Acı çekmenin en önemli yararlarından biri de bize gerçeğe saygı duymak gerektiğini öğretmesidir. Yaşadığımız sevinçler bizi sonsuz olanakların bulunduğu bir dünyaya götürürken, çekilen acılar bize belli sınırlarımız olduğu gerçeğini hatırlatır.
Gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen acı veren, bunalıma girmemize yol açan olaylarla karşılaştığımız zaman, yükseklerde uçarken bazen farkına varamadığımız bir gerçekle —yapabileceklerimizin sınırlı olması— yüz yüze gelir, haddimizi bilmemiz gerektiğini anlarız.
Mutlu olduğumuz zamanlarda başımızı yukarılara, gökyüzüne, sonsuzluğa doğru kaldırırken kederli olduğumuzda başımızı yere eğip gözümüzü aşağı doğru, dünyevi âleme çevirmemizin sadece sembolik bir anlam taşımadığı kanısındayım.Açıkçası hepimizin ceplerimizde iki tane kağıt parçasıyla gezmemiz gerekir; kağıtlardan birinin üzerinde “Dünya benim için yaratıldı” sözü yazılırken diğerinde “Ben sadece toz ve külden ibaret olan bir varlığım” sözü yazılmalıdır.
Psikolojik anlamda sağlıklı olan durum, bu iki mesajda belirtilen yaklaşımların tam ortasında, yani kendini beğenmişlikle alçakgönüllülük arasında bir noktada bulunmanın doğru olacağını gösterir. Nasıl ki kendini beğenmiş olmakla alçakgönüllü olmayı sentezlediğimizde psikolojik anlamda sağlıklı olmak mümkün hâle geliyor, mutluluğun coşkusunu yaşamakla keder içinde olmak gibi iki zıt duyguyu bir araya getirmek de gerçeklerle sağlıklı bir bağlantı kurmamızı sağlar.
Mutlu olduğum anlarda (genelde parasal sıkıntı yaşamayan, kariyerimde doruk noktasındayken) hiçbir gücün beni yenemeyeceği gibi bir hisse kapılırım; bu tür durumlarda kaderimin tamamen kendi elimde olduğunu, kendi gerçeğimi yaratma gücüne sahip olduğumu düşünürüm.
Ancak kederli olduğum zamanlar (işten ayrılma, parasız olduğum zamanlarda) kendimi zayıf ve savunmasız hisseder, yenilgiye uğramış olduğum duygusuna kapılır, hayatımın akışına içinde bulunduğum koşulların yön verdiğini, yaşadığım gerçeğin hiçbir şekilde kontrolüm altında olmadığını düşünürüm.
Salt mutluluk duygusunu yaşamak, insanın kendini üstün görmesine yol açan kibirli olma hissi yaratırken salt acı çekmek, insanda yenilgi ve teslimiyet duyguları uyandırır. Yaşadığımız iniş ve çıkışlar, Aristo’nun orta yolu izlemenin önemini vurgulayan felsefesine giderek yakınlaşmamızı sağlar.
BİRAZ DÜŞÜNELİM!
Hayatınızda acı çektiğiniz bir dönemi düşünün. Yaşadıklarınızdan neler öğrendiniz? Hangi yönlerde olgunlaştınız?
Gerçeğe saygı duymak, içinde bulunduğumuz durumu —sahip olduğumuz potansiyeli, sınırlarımızı ve insan olduğumuzu— kabul etmek anlamına gelir. Acı çekmenin hayatımızın ayrılmaz bir parçası olduğunu ve yaşanan acıların insana sağduyulu davranma ve başkalarının acılarını yüreğinde hissetme gibi önemli özellikler kazandırdığını anladığımızda, çektiğimiz acıları kabullenmemiz daha kolay olur. Acı ve kederin hayatın kaçınılmaz bir gerçeği olduğunu kabul ettiğimizde, çektiğimiz acılar azalır.
Bilincin Bağışıklık Sistemi
Nathaniel Branden, insanın kendine duyduğu saygıyı bilincin bağışıklık sistemi olarak tanımlar. Bu saygının ilk koşulu, insanın kendini olduğu gibi kabul etmesidir. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmamız hiçbir zaman hasta olmayacağımız anlamına gelmez.
Burada bağışıklık sözcüğüyle kastedilen, sık sık hasta olmak, hasta olduğumuz zaman kısa sürede iyileşmektir. Aynı şekilde, yaşadığımız acıları hayatımızdan tamamen söküp atmak mümkün değildir; ancak, bilincimizin bağışıklık sistemi güçlendikçe, acı çektiğimiz durumlar giderek azalır. Her bir nedenle acı çektiğimizde kendimizi daha kısa bir süre içinde toparlarız.
Nasıl ki yakalandığımız bir hastalığın bağışıklık sistemimizi güçlendirmesi, hasta olmak için her türlü fırsatı değerlendirmemiz gerektiği anlamına gelmez, yaşadığımız acıların bize bazı yararlar sağlaması da acı çekmemize neden olacak olaylar yaşamak için sürekli bir arayış içinde olmamız gerektiği anlamı taşımaz.
Doğal olarak hayatımız boyunca bize zevk veren şeyleri yapmaya çalışır, katlanmak zorunda kaldığımız acıları en aza indirmeye gayret ederiz. Mükemmel olmaktan uzak ve hiçbir şeyin kalıcı olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Her gün bağışıklık sistemimizi güçlendirecek çok sayıda olay yaşadığımız bir dünyada bu tür durumlarla karşılaşmak için özel bir gayret göstermeye hiç gerek yok.
Buda’nın Dört Büyük Gerçeği’nden birincisi, acı çekme gerçeğidir. Kabul etsek de etmesek de bu gerçek, insan olmanın kaçınılmaz bir sonucudur. Zor günlerde yaşadığımız sıkıntıları kabullenmeyi, hatta onlara kucak açmayı öğrendiğimizde, çektiğimiz acılar gelişip olgunlaşmamız için bir araç hâline gelir.
ALIŞTIRMA
Acı Çekme Konusunda Düşünmek
En az yirmi dakika süreyle hayatınızda acı çektiğiniz bir dönem hakkındaki düşüncelerinizi yazın. Başınızdan geçen olayı, o gün hissettiğiniz duyguları ve şu anda neler hissettiğinizi anlatın.
- Bu olay sizde nasıl bir etki yarattı? Yaşadığınız olaydan ne gibi dersler çıkardınız?
- Gelişip olgunlaşmanıza ne şekilde katkıda bulundu? Yaşadıklarınız size başka ne gibi dersler verebilir?
Bu konudaki düşüncelerinizi dil bilgisi kurallarına dikkat etmeden özgürce yazın. Bu çalışmadan daha fazla yarar sağlamak için, yaptığınız alıştırmayı aynı olay ya da acı çekmenize neden olan bir başka olay hakkındaki düşünce ve duygularınızı yazarak tekrarlayın.