Akıl ve sağduyunun değişmeyen göstergesi, sıradan olan şeylerin içinde mucizevî olanları görmektir-Ralph Waldo Emerson
Bilinmeyen şeylerden korkarız. Geçen yaz ya da dün gece veya tarih öncesi dönemlerde neler yaşandığını öğrenmek için büyük bir merak duyarız. Bir sonraki hafta ne olacağını, on ya da bin yıl sonra dünyanın ne hâle geleceğini bilmek isteriz. Bugünü yaşarken her şeyin kesin ve belirli olmasını, şu anda nasıl bir hayat yaşadığımız hakkında fikir sahibi olmayı arzu ederiz. Kötü haber almaktan çok hiç haber alamıyor olmaktan korkarız.
Bir hastalık hakkında kesin olmayan bir tanıyla karşılaştığımızda, bizim için olumsuz da olsa kesin olduğu kanıtlanmış bir tanıya göre kendimizi daha kötü hissederiz. Salt merak duygusunun ötesinde, bilme arzumuz varoluşumuz gereği duyduğumuz derin bir ihtiyaçtır. Çünkü eğer bilginin bir güç olduğunu kabul edersek, bilgisizlik zayıflığı ima eder.
TEZATLIK
Tanrı’nın keşfi —ya da bazılarının iddia edeceği gibi icadı- bilmiyor olmaktan kaynaklanan endişeyi hafifletir. Her şeyin kesin ve belirli olacağı bir dünya vadeden ölümlüler taç giymiş krallardır.
Savaş zamanlarında olduğu gibi geleceğimizin tehdit altında kaldığı dönemlerde bize kesin bilgi edinmenin vereceği rahatlığı vadeden liderin peşinden gideriz. Hasta olduğumuzda, doktorumuzu baş tacı eder, yere göğe sığdıramayız. Çocukluk yıllarında endişemizi azaltmak için bize sanki her şeye gücü yetecekmiş gibi gelen yetişkinlerden medet umarız. Sonra, anne-babalarımızın kusurları bir bir ortaya çıktıkça, zaman içinde onların yerini Tanrı, bilge insan ya da rehber alır. Ancak, ruhumuzun derinliklerinde kaygı hissini sürekli yaşarız; çünkü hayatta bilmediğimiz pek çok şey vardır. Tarih, arkeoloji ve psikoloji toplumsal ve özel hayatımızla ilgili geçmişimizi tam olarak açıklayamaz.
Ölümden sonraki yaşamı konu alan canlı anlatımlar, gelecek ay neler olacağını öğrenmek için bakılan fallar ve hatta içine kader kısmet yazılan konmuş kurabiyeler, yarının veya ertesi günün neler getireceği hakkında kesin bir fikir vermezler. Bu konu üzerinde ciddi bir şekilde kafa yorduğumuzda, yaşadığımız ânın nasıl bir anlam ifade ettiğini bile kavramakta güçlük çektiğimiz bir gerçek.
BİLİNMEZLİK KORKUSU
Bilinmezlik korkusunu nasıl yenebiliriz? Hiç kuşku yok ki din bu konuda belli ölçüde yardımcı olabilecek bir faktör. İnanan insanların inanmayanlara göre genelde daha mutlu olmalarının nedeni de bu olsa gerek. Kesin kuralları ve sınırları olan bir gruba ait olmak da yaşadığımız kafa karışıklığını gidermeye bir miktar katkıda bulunabilir.
Psikolojik Bültenler ya da Bilim Dergisi’nin son sayısını okumak, geceleyin daha rahat uyumamıza yardımcı olabilir. Bu akademik dergilerde bilinmeyenlerin tümüne yanıt bulmak mümkün olmasa da bazı mantıklı yanıtlar bulmak mümkün. Ancak, genel olarak bunların yeterli olmadığı söylenebiliriz.
O hâlde ne yapacağız?
1) Bilinmeyeni Kabul Edeceğiz
Öncelikle, her şeyi bilmemizin mümkün olmadığı zamanlar olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Pek çok şeyin kesin olmadığı durumlarda kendimizi rahat hissedebilmek İçin belirsizliğe peşinen kucak açmak durumunda olduğumuzu bilmemiz doğru bir tutum olacaktır
2) Olanlara Tarafsız Bir Gözle Bakıp Mucizelerine Tanıklık Edeceğiz
Hayatta bilmediğimiz çok şey olduğu gerçeğini baştan kabul etmiş olmanın verdiği rahatlıkla, zihnimizde yeniden şekillendirerek mucizevi bir olay gerçekleştiğinde hissedilen hayranlık duygusuna dönüştürme sürecini yaşamaya hazır hâle gelmiş oluruz.
Bu süreç dünyayı —ve kendi hayatımızı— algılamada yeni bir bakış açısı geliştirmek, yaşamı âdeta bir mucizenin aşama aşama gözler önüne serilmesi şeklinde algılamak gerektiğini öğrenmek gibi bir şey,
Miracle (mucize) sözcüğü “hayranlık uyandıran şey” anlamına gelen “wonder” kelimesinin Latince karşılığı olan mirus sözcüğünden türemiştir. Mucizelerden kastedilen “beğeni ve hayranlık duyguları yaratan” olaylar olduğu takdirde, bu ifade sadece peri masallarında olduğu gibi doğaüstü âlemde yaşayan geçmiş nesillerin, din adamlarının başına gelen olaylar için kullanılmaz. Doğa kendi başına, bütün olarak, bir mucizedir.
Ralph Waldo Emerson’ın bize hatırlattığı gibi, “Yıldızlar bin yılda sadece bir gece görünselerdi, insanlar daha önce kendilerine gösterilmiş olan Tanrı’nın şehrine nasıl inanır, hayranlık duyar ve onu nesiller boyu hafızalarında saklayabilirlerdi! Bu güzellik elçileri her gece ortaya çıkar ve evreni âdeta öğüt veren bir gülümseyişle aydınlatırlar.”
Yıldızlar, ağaçlar, hayvanlar aslında hepsi esrarengiz bir olgu, bir mucizedir. Yazı yazıyor, görüyor, hissediyor ve düşünüyor olmamız —varoluşumuz— bir mucizedir. Geçmişi, bugünü ve geleceği birbirine bağlayan zaman örgüsü, açıklanması mümkün olmayan bir mucizedir.
George Bernard Shaw’un sözleriyle ifade etmek gerekirse, “Açıklamaya gücümüzün yetmediği olaylar anlamında düşünüldüğünde, mucizelerin bizi dört bir yanımızdan kuşattığını fark ederiz; her şeyden önce yaşamın kendisi en büyük mucizedir.”
3) Olup Biten Çoğu Şeyi Pasif Kabul Etmeyeceğiz
Hayatta biz ve bizim dışımızdaki insanlar tarafından bilinmesi mümkün olmayan pek çok şey olduğu gerçeğini kabul edip sineye çekmeyi, yenilgiyi baştan kabul etmek şeklinde algılamak doğru bir yaklaşım olmaz.
Örgütsel davranış alanında uzman olan Karl Weick, “Kuşkuyu Meşrulaştırılma Süreci Olarak Liderlik” adlı makalesinde hayatta başarının zirvesine ulaşmış insanların belirsizliğe kucak açan ve bilmedikleri pek çok şey olduğunu kabul etmekten korkmayan kişiler olduğunu belirtiyor.
Belirsizliği sağlıklı bir şekilde kabullenmek için “Hayatta bildiğim tek bir şey varsa oda hiç bir şey bilmediğimdir” diyen Sokrat’ın salt bu nedenle kendisini yeryüzünde yaşayan en bilgili insan olarak görmesi örneğinde olduğu gibi ileri bir noktaya gitmemiz gerekmez.
Hiç kuşku yok ki hayatta kesin olarak bildiğimiz pek çok şey vardır; yıldızlar esrarengiz görünseler de güneş batıp gece olunca gökyüzünde yeniden parlayacağını biliriz; neden olduğunu tam olarak bilmesek de yeryüzünde güneş ışığı, su ve hava olduğu sürece, ağaçların büyüyüp yeşermeye devam edeceğini gayet iyi biliriz. İnsanın ölümsüz olmadığı gerçeğini değiştiremesem de, şu anda yaşadığımı biliyorum —yaşadığım ânın kesin olarak gerçek olduğunu, tam burada nefes alıp verdiğim şu anda düşündüğümü, var olduğumu biliyorum.
Yaygın, ama seçici bilgisizliğimiz karşısında benimsenmesi gereken en sağlıklı yaklaşım, hayatta bildiğimiz ya da bilmediğimiz her ne varsa olduğu gibi kucaklamayı öngören gerçekçi bir bakış açısı geliştirmektir. Bilinmesi mümkün olan ve olmayan şeyi kabul etmemiz gerekir.
Sonra, günün birinde önümüzde duran iki farklı seçenekten birini tercih etmek zorunda kalacağımız bir yol ayrımına geldiğimizde —şimdi veya hayatımızın herhangi bir ânında— önümüzde, arkamızda veya yanı başımızda bizi nelerin beklediğini tam olarak bilmediğimiz durumlarda olaya belirsizliğin yarattığı korkuyla değil hayranlık duygusuyla yaklaşmak gerektiğini öğrenebiliriz. Nihayetinde hepimiz yaşayan bir mucize değil miyiz?
Sadece Yürümek
Hayatın hızını yavaşlatmak, dünyanın bize sunduğu zenginlikleri benliğimizde hissetmek, doyasıya tadını çıkarmak ve değerinin farkına varmak gibi düşünceler dışında hiçbir özel amacınız olmadan sadece dışarıda yürüyüş yapmak, şehrin nabız atışını, köyün sükûnetini, okyanusun uçsuz bucaksız sonsuzluğunu ya da ormanın size bahşettiği zenginliği ruhunuzun derinliklerinde hissederek hiç acele etmeksizin bu yürüyüşün doya doya tadını çıkarın. Sadece ama sadece yürüyüş yapmayı düzenli olarak yaptığınız bir faaliyet hâline dönüştürün.
Birisi ormanda uzun bir yürüyüşten yeni dönmüş olan bir arkadaşıyla ilgili bir olayı anlatır. O kişi arkadaşına yürüyüş esnasında etrafta neler gördüğünü sorduğunda, arkadaşı ona şöyle yanıt verir: “Önemli bir şey görmedim.” O kişi bakın bu konuda şunları yazıyor:
Ormanda bir saat boyunca yürüyüş yaparken dikkate değer hiçbir şey görmemek acaba nasıl mümkün olabilir diye düşündüm. Görme yeteneği olmayan ben böyle bir durumda anlatacak yüzlerce şey bulabilirim: Bir yaprağın zarif simetrisi, bir kayın ağacının pürüzsüz yüzeyi, bir çam ağacının sert, pütürlü kabuğu.
Görme gücünden yoksun olan ben, görme yeteneği olan insanlara bir tavsiyede bulunabilirim: Gözlerinizi sanki yarın kör olacakmış gibi kullanın. Seslerin melodisine, kuşların ötüşüne, adeta bir orkestra gibi çalan müziğin gücüne sanki yarın sağır olacakmışsınız gibi kulak verin.
Etrafınızdaki her nesneye sanki yarın dokunma duyunuzu yitirecekmiş gibi dokunun. Çiçeklerin güzel kokusunu sanki yarın koku alma duyunuz kaybedecekmiş gibi koklayın. Ağzınıza aldığınız her lokmayı sanki yarın tat alma duyunuzu yitirecekmiş gibi tadına vararak yemeye çalışın. Her duyunuzu mümkün olan en iyi şekilde kullanmaya gayret edin. Dünyanın size bahşettiği her şeyi, bütün zevkleri tadın; etrafınızdaki güzelliklerin doyasıya keyfini çıkarın.
Sonuç Olarak,
Tanrım, bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etmek için sükûnet, değiştirebileceğim şeyleri değiştirmek için cesaret ve bu ikisi arasındaki farkı anlamam için akıl ve sağduyu ver – Reinhold Niebuhr
Adım Okan. Ben mükemmeliyetçi bir insanım.
Mükemmeliyetçi olma özelliğimin her zaman hayatımın bir parçası olacağını kabul etmek beni çok rahatlatıyor. Çelişkili bir durum gibi görünse de sürekli mükemmeli arayan yanımın hiç yok olmayacağını bilmek, gerçekçi iyimserlik anlayışını benimseme yolunda beni daha fazla teşvik ediyor.
Geçmişte hep umut ettiğim gibi, hayatta bir an için bile mükemmeliyetçi anlayışı terk edip gerçekçi iyimserlik anlayışını benimseyerek, başarısızlığı, bize acı veren duyguları ve hatta bazen başarıyı reddetmekten tamamen vazgeçmek gibi bir tutum içine girmeyiz. Ancak, umduğumuz başarı düzeyine ulaşamadığımızı kabul ettiğimiz, incinmiş duygularımızı sineye çektiğimiz, elde ettiğimiz başarıların değerini bilerek tadını çıkarma olanağından kendimizi mahrum etmediğimiz anları çoğaltma gücüne sahip olduğumuza hiç kuşku yok.
Mükemmeliyetçilik ile gerçekçi iyimserlik anlayışını birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış, bizi “ya o ya bu” şeklinde bir tercihe zorlayan farklı varoluş tarzları olarak görmek doğru bir yaklaşım olamaz. Bunlar, aslında her insanda aynı anda var olan özellikler. Mükemmeliyetçilikten belli ölçüde uzaklaşarak gerçekçi iyimserliğe yaklaşmamız mümkün olsa da mükemmeli arama anlayışını tamamen terk edip önümüzde duran gerçekçi iyimserlik hedefine tam olarak ulaşmamız olanaksız. Gerçekçi iyimserlik denen ideal, varacağımızdan emin olduğumuz uzak diyarlardaki bir sahil değil, hiç ulaşamayacağımız, ancak bize yol gösteren uzaklarda parlayıp sönen bir yıldızdır.
Güzel yaşam bir varoluş hâli değil, bir süreçtir. Varmak istediğimiz yeri değil, hangi yönde ilerleyeceğimizi ifade eder – Carl Rogers
Mükemmeliyetçi olma özelliğimle mücadele etmeye ilk kez karar verdiğimden bu yana yaklaşık yirmi yıl geçti. Bu konuda verdiğim mücadele hâlâ devam ediyor. Ancak, bu uğurda gösterdiğim gayretler Sisyphus’un hiçbir fayda sağlamayan çabalarından çok farklı - Sonsuza dek ceza çekmek zorunda olan Sisyphus, bir taşı yuvarlaya yuvarlaya bir tepeye çıkarır, taş tam tepeye çıkmışken aşağıya yuvarlanır. Sisyphus her seferinde işe baştan başlar. – Yıllar içinde bu konuda ciddi ilerleme kaydettiğimi ve ortaya koyduğum mücadelenin nitelik olarak oldukça farklı bir mahiyet kazandığını belirtmeliyim.
Bugün artık bu maceralı yolculuktan eskisine göre çok daha fazla keyif alıyorum. Yaşadığım inişli çıkışlı olayları bu sürecin doğal bir sonucu olarak görüp kabulleniyor, hatta bazen olup bitenleri hayranlık duyarak izlemekten kendimi alamıyorum. Mükemmeliyetçilik, kişiliğimin ayrılmaz bir parçası; gerçekçi iyimserlik de öyle. Nitekim bugün, Aristo’nun çelişmezlik ilkesini ihlal etmeksizin rahatlıkla söyleyebilirim ki:
Adım Okan ve ben aynı zamanda gerçekçi iyimserlik anlayışını benimsemiş bir insanım.