Kendi Üzerinde Çalışma
Tek taraflı çalışma, çapraz alıştırma pratikleri içerisinde diğer önemli unsurdur. Yaşamda, sürekli bizi rahatsız ve yetersiz hissettiren insanlar ve durumlarla uğraşır dururuz ve tek taraflı çalışma, duygularımızın sıkışıp enerji alanımızı zehirlememesi için bize yardım eder.
Tek taraflı çalışma bizi sadece çıkmaza girmekten kurtarmaz, ayrıca kapasitemizi daha fazla gösterebilmemiz için bizi hareketlendirir. Tek taraflı çalışma sadece şudur: Kendimiz için çalışmak. Bu şu demek oluyor;
1) Neredeysek oraya bakmak
2) Olmak istediğimiz yer ile ilgili amaçlar belirlemek
3) Oraya nasıl ulaşacağımıza dair yol haritası belirlemek.
Arkadaşım Ceren hayatındaki engelleri şöyle aşmıştır:
Ceren, 25 yaşında evlenmiş, 42 yaşında üç çocuk annesidir. Kocasıyla tanıştığında aerobik eğitimcisiymiş, fakat Hukuk Fakültesi’ne başlar başlamaz bunu bırakmış ve çalışması askıda kalmış. Yıllar geçtikçe, Ceren egzersiz yapmayı bırakmış ve çocuklarının okulu ve ev işlerinin içinde kaybolmuş.
Kocası, onu bırakacağını söylediğinde de Ceren yıkıldığını hissetmiş. Zona olmuş, ıstırap veren cildinin durumu stres getirmiş, endişesini azaltacak tıbbi ilaçlara bağımlı hale gelmiş ve vücudunda garip şişlikler meydana gelmeye başlayınca kanser olduğuna inanmış.
Ceren, ağlaya sızlaya kocasının başka bir kadın için kendisini nasıl bırakıp gittiğini ve kendisine ne kadar kötü davrandığını anlatmış, öfke ve umutsuzluk içinde arkadaşlarına dönmüş. Günlerini onu dinleyecek insanlara ne kadar yanlış yaptığını anlatarak ve daha sonra gecelerini de birkaç kadeh şarap içerek ve kafa uyuşturan televizyonu izleyerek geçirmiş.
Bu noktada, Ceren’inin bu kötü durumunu görebiliyordum fakat bu üzücü durumda beklemekten dolayı sıkışıp kalmıştı. Şimdi, beni yanlış anlamayın; üzgün ve kızgın olmak için yeterince sebebi vardı ama koşulların neden olacağı hislere onun izin vermiş olması önemlidir.
Fakat Ceren sorumluluk almak ve onu güçsüzleştiren yaşamında kendini bir şeylere adamak zorundaydı. Ne bedensel olarak ‘iyiydi’ ne de duygusal ya da ruhsal olarak iyi durumdaydı. Benim Ceren’e tavsiyem biraz tek taraflı çalışmaya başlamasıydı: Eğer hayatının bu tatsız safhalarını atlatmak istiyorsa, hayatında bazı sorumluluklar almak zorundaydı.
Ben ona önce durumu analiz etmesini ve onun bu duruma gelmesinde nelerin rolünün olduğunu kendisine itiraf etmesini söyledim, böylelikle farklı bir başlangıç yapmak için gereken gücü bulabilecek ve yeni bir gerçeklik elde edebilecekti.
Ceren’inin yapması gereken ilk şey bir iç gözlemle uğraşması ve bazı önemli sorular sorması gerektiğiydi:
- Şu an tam olarak ne hissediyorum?
- Bu hisse ne kadar aşinayım?
- Herhangi bir şekilde, yaşamım boyunca bunu hissetmiş miydim?
- Bu hisler nerede ortaya çıktı?
- Zihnimin hangi yönü, bu durumun bilincime işlemesine neden olacak kadar rahatsız edici?
- Bu durumu iyileştirmek için yapmam gerekenler nedir?
Tüm bunlar ilk bakışta cevaplaması yeterince kolay sorular gibi görünebilir, fakat, oldukça ciddi bir toplumsal çatışmanın ortasında, hastalığın dönüm noktasında ya da hatta sadece sürekli devam eden bir depresyondaysanız, iyileşmeye ihtiyacı olan yaralarınızın nasıl iyiye gittiğini göreceksiniz.
Bazı yönlerden, hepimiz yaralıyız. Hepimizin kutsal, saf noktaları var. Bazıları için bu bir hastalık, bazıları içinse ilişkilerimizde kalıcı bir dramadır. Yaşamımızın farklı dönemlerinde, uğraşmayı gerektiren birçok şey olacaktır. Fakat benim gördüğüm kadarıyla, yaşamımızın amacı, içimizde tohumları olan güçlü kapasitemizi geliştirmek, ortaya çıkarmak ve en kutsal görevimiz de kendimizi sıkışmış hissettiğimiz yerden kurtulmaya odaklanmaktır.
Ceren için, evlat edinilmiş bir bebek gibi hayatının izlerini sürmek ve terk edilmiş olmak, öfkesine dokunan bir şeydi. Bağlantı kurar kurmaz, kavramanın tıkırtısını hissetti. Geriye dönemeyeceğine ve geçmişi değiştiremeyeceğine rağmen —doğum olayı ya da kocasıyla ayrılmasını— Ceren’e acısıyla oturmasını ve duruma merhamet göstermesini önerdim.
Gözlemin ve bağlantı kurmanın bu ilk adımından sonra, Ceren kendisi için amaçlar oluşturmaya başladı: Kendisini güçlü ve bağımsız hissetmek istedi, sağlıklı olması kocasının bakımı ve desteğinde (ya da onun olmaması) olası değildi. Sabah uyandığında kendisini enerjik hissetmek ve bu enerjisini hedefle birlikte ve barış içinde geçireceği gününe taşımak istiyordu.
Ceren sağlıklı bir beden ve mutlu bir görünüm istiyordu. Bunlar büyük amaçlardı ve stresin içerisine batmış bir insan için imkânsız görünebilirdi. Fakat o bunları kâğıda döktü, kendini ortaya çıkarırsa nasıl hissettirebileceklerini düşündü ve gidişatını planlamaya başladı.
Bu noktada, Ceren benim ‘hepsini bir kaba at’ yaklaşımını benimsedi. Dua etmeye, meditasyon yapmaya ve sağlık ve neşe dolu bir yaşam canlandırmaya başladı. Bir restoran işletmesinde servis için anlaşma imzaladı (restoran mutfaklarının hızlı enerjisini ve sahnenin arkasında olanları hep sevmiştir) ve aynı zamanda yerel bir eğlence yerinde garson olarak işe başladı.
Ceren, antidepresan ilaçlarını (ve şarabı!) azalttı ve duygularını yönlendirebilmek amacıyla benzer düşünen, iyileşme odaklı bir öfke grubuna katılmayı seçti. Grup ücretsizdir (yardımlarla ödeniyordu), bu yüzden Ceren ekonomik bir zorlanma yaşamadı. Kendine acımasının içinde boğulmasına izin vermeyecek, sağlıklı, destekleyici arkadaşların etrafında olmayı seçti.
Fakat yaptığı en önemli şey kendine nasıl hissettiğini sormaya devam etmesi, incindiği yerlere merhamet göstermesiydi. Ve daha sonra, istediği yaşamı yaratmanın ileriye dönük adımlarını uygulamaya yöneldi.
Ceren’inin mutlu olarak boşandığını, ekonomik olarak rahat olduğunu ve onu şimdiye dek hiç görmediğim kadar sağlıklı olduğunu bildirmekten dolayı çok mutluyum.
Tek taraflı çalışma her birimiz için farklı yollarla yapılabilir. Bazen derin düşünmeye ihtiyaç duyarken, bazen de çeşitli özgül eylemlere yatırım yapmaya ihtiyaç duyarız. İyi sonuçlar, büyük olasılıkla hedefi tüm açılardan vurarak gelecektir. Burada, bazı tek taraflı çalışma adımları size rehberlik edecektir.
1. Nerede olduğunuza bakın ve koşulların getirdiği hislere izin verin,
2. Yara aldığınız yerlere eğilim gösterin,
3. İleriye dönük adımlar atarak, iyileşmeye doğru yönelin.
Ruhsal Alıştırmalar
Belirli ruhsal yönelimimize ve dinsel tercihlerimize bakmaksızın, tek taraflı çalışmamızda özümüz, ruhumuz ve onları beslemek için ne yaptığımız (ya da yapmadığımız) hakkında düşünerek kendimize geliriz. Ruhsal alıştırmalar bize neyin önemli olduğunu hatırlatır.
Dindar olmadıklarını söyleyen insanlar bile, bazı türden derin ve birleşmiş kaynağa ya da bundan böyle Ruh olarak bahsedeceğim şeye, bağlandığımızı kabul ederler.
Webster sözlüğüne göre, ibadetin orijinal anlamı şudur: ‘Özün durumu ya da koşulu.’ İbadet ettiğinizde, amacınız gerçek özünüze sarılmak olacaktır: İçinize yerleşen ilahi mükemmellik. Hiçbir din ya da inanç elbette tek başına bunu sağlayamaz. Hangi ruhsal yönelime sahip olursanız olun, sadece bazen uygulamalarını yaparak bunu inşa ettiğinizden emin olun.
Kendi hayatımda ve işimde, tekrar tekrar fark ettim ki, herhangi bir ruhsal yönelimim olmadığında, egom ele geçirmeye ve dünyadan kopuk, bağlantısız olduğumuzu düşündürtmeye eğilimli oluyor. Ruhsal alıştırmalarsa, daha büyük bir şeyle bizi kendi kimliğimize geri getiriyor. Hem kendimize hem de diğer insanlara karşı nazik olmak ve onları için kapasitemizi artırıyor. Her şeyden önemlisi, içimize (kendimizi sevmeyi öğrenmek) ve dışımıza (diğerlerini sevmeyi öğrenmek) yönelmektir.
Ruhsal uygulamalar aracılığıyla ister camiye düzenli bir şekilde gitmek olsun ya da bir felsefe ya da geleneğin izinden gitmek olsun— ‘ben ve benim’in dar anlamını ne kadar aşarsanız, oluşturduğunuz düşünme çemberiniz o kadar genişler.
Budist keşiş ve filozof olan Thich Nhat Hnah’ın dediği gibi ‘ruhsal boyut olmadan, güçlüklerle yüzleşmek, güçlükleri dönüştürmek ve yaşama yeni bir şey önermek için gereken güce sahip olamayız. Ruhsal yönü olmayan bir insan karanlıkta yürüyen insandır. Bu yönle, artık ne korkarız ne de endişe duyarız.’
Muazzam bir değişikliğin eşiğinde olan dünyamızda, bunun korkusu içinde yaşayıp korku içinde hareket eden yeterince insan var. Ve daha önce anladığım kadarıyla, herhangi bir ruhsal uygulamanın amacı, her birimiz ve dünyamız için akıntının yönünü korkudan sevgiye, duyarsızlıktan merhamete doğru değiştirmek olmalıdır.
İçimizdeki ışığı beslediğimizde, bunu dünyaya doğru yansıtabiliriz. İnançla ilerlediğimizde, hatta bu sadece gözün gördüğünün ötesinde yaşam olduğunu kabul etmek anlamına gelse bile, kendimizi daha rahat ve amacımıza daha yönelmiş olarak buluruz ve daha yüce bir aklın rehberliğine ve desteğine güvenebiliriz.
Ruhsal alıştırmalar hayatın önemli gerçekleri olduğunu hatırlatır bize: Hepimizin bir olduğunu ve tek bir insana ya da varlığa ne yaptığımızı, kendimize ne yaptığımızı; tüm hayatın Ruhun bir yansıması olduğunu ve kendi doğruluğumuzda masum ve mükemmel olduğumuzu gösterir. Kulaklarımızda yankılanmaya başlamadan önce, bazen gerçeği binlerce kez ya da binlerce farklı yoldan duymak isteriz, fakat hâlâ gerçek gerçektir. Ve kendimizi sabit bir yetiştirme atmosferine soktuğumuzda —din hizmetlerine katılarak, grup ile ya da yalnız dua ederek— uyanıklığımızın hızı artacaktır.
Şu an ruhsal bir alıştırmanız yoksa öğretmen, filozof ya da ibadet yeri seçmek için bir çift önerim olacak:
1. Somutlaştırmayı öğrenmek istemenizin ilkelerini aklınızdan çıkarmayın.
2. Uzaklığı, yargılamayı ya da hastalıklı düşünceleri artıran her türlü düşünce kurumlarından uzak durun.
İyi bilinen ve yerleşik dinlerden birçoğu, yüce bilgelik öğretileriyle kucaklanmış mistik özlerini kaybetmişlerdir:
Merhamet, bağışlayıcılık, alçakgönüllülük, yardımseverlik, şefkat, kendini düşünmeme ve dürüstlük. Uygulamanın farklı şekillerinde, tüm insanlar için samimi ve genel bir sevgi hissetmiyorsanız, başka yerlere gitmeyi düşünün. Mucizeler üzerine Bir Ders’teki ruhsal gelişim sistemine göre, ‘sevgiyi solumayan bir cami ruhun kastettiği amaca hizmet etmeyen saklı bir mihraba sahiptir.’
İç sesinizi dinlemeye devam edin ve öğretilen şeyin iyiliğinizin esasını cezbedip etmediğine ya da korku temelli bir düşünmeyle yankılanıp yankılanmadığına karar verin. Ortada kesinlikle vaat edilmesi ya da sadece tek yerde kalması gereken bir şey yok; bilgeliğin külçeleri baktığınız her yerde, bu yüzden ilham aldığınız ve iç bakış kazandığınız zaman, farklı grupları keşfetmekten dolayı kendini özgür hissedeceksiniz.
Hizmet Etmek
Sekizinci temel unsur ise hizmettir. Hayatın küçük dramlarına kapılıp gitmek ve büyük resmi unutmak oldukça kolay ama bir insana ulaşıp ona yardım ettiğinizde, amaç ve görev duygunuzu hissedersiniz. Verdiğiniz zaman, yoksunluğun değil bolluğun kafa yapısını güçlendirirsiniz.Hizmet, iyi hissetmenizi sağlar. Yüksek karakteriniz için küçük kişiliğinizi aşmanıza yardım eder.
Ne zaman üzgün ve bunalımda hissetsem, kendime son zamanlarda başka biri için ne yaptığımı sorarım. Kendim üzüldüğüm neredeyse her zaman, başka bir insan için fayda sağlamak için bir şey yapma konusunda tembellik ettiğimi fark ederim; kendimi ve günlük işlerimi fazlasıyla ciddiye almaya başlarım.
Bir kere bazı şekillerde iade yaparsam, kendimi işe yarar ve verecek bir şeyim olduğu için müteşekkir hissediyorum. Neyin önemli olduğunu hatırlıyorum ve dikkatim çeken dünyevi şeylerdeki kontrolüm çözülüyor. Amacıma daha bağlanmış olduğumu ve benmerkezli uğraşıların içinde kaybolmuş olmadığımı hissediyorum. Hayatım boyunca sahip olduğum nimetler daha açık hale geliyor ve ulaşılamaz görünen bir şey için can atmaktan vazgeçiyorum.
Yıllar önce bir arkadaşım vardı. Müzik yeteneğini göstermeyen ya da duyuramayan bir müzisyendi, kadınlar bir gün bile zaman ayırmazlardı ona ve bir hastalıktan diğerine geçer gibi görünürdü. Yaşamının gidişatının gelgitlerini düzeltmek için arkadaşımın ne kadar çabaladığında bir sorun yoktu, yapılacak bir şey yok görünüyordu. Özgüveni dibe vurmuştu.
Ona, son zamanlarda birine yardım edip etmediğini sorduğumda, bana sanki delirmişim gibi baktı. ‘Bir insanın istediğini verebilecek neye sahibim?’ diye sordu bana, samimiyetle.
Ona söylediğim şuydu, nazikçe ve cesaretlendirecek, hiçbir zaman ne yapabileceğini tabii ki bilemezsin! Verirken içinde değerli bir şeyler bulacağını biliyordum ve dışarıya çekilmek onu bu sıkışmış yerden de çıkardı.
Arkadaşım, gençlik merkezlerinde müzik öğretmeye tekrar başladı. Hiçbir müzik aletiyle tanışmayan ya da bu aletleri öğrenme şansının hiç verilmediği ne kadar çok çocuk olduğunu gördükçe şaşkınlığa uğruyordu.
Hatta çoğu çocuk hiç ilgi göstermiyor ya da problemli davranışlar sergiliyor olsa da içlerinden birkaçı arkadaşım ve onun enstrümanları sayesinde müziğe merak duyuyorlardı. Etrafında onu dikkatle izleyen yüzleri tam zamanında yakalayıp onlara baktığında, yüreğinin görevini bulduğunu biliyordu.
Arkadaşımın daha ileri gitmeye başladığını fark etmem çok uzun zaman almadı; tamamen farklı olan kendisi hakkında bir havası vardı. ‘Şansı’ iyiye doğru ciddi bir dönüş yapmıştı. Kazançlı bir işe başlamış ve kendisine oldukça yakın hissettiği bir kadınla tanışmıştı.
Sağlığı da müthiş bir ilerleme gösteriyordu, içsel bir direnme gücüne ya da yeterince kullanmadığı bir iç rezerve sahip olduğu için, belki de sadece kendine dikkat etmeye özen gösterdi. Mesele şu ki, başkalarına hizmet etme arkadaşıma yeterince iyi hizmet etti.
EGO
Bizim kültürümüz zevkin, mal ve mülkte olduğuna ya da güçlü pozisyonlarda bulunduğuna inanmamız için bizi ikna etmeye çalışır. Mutluluğumuz için, daha büyük evlere, daha iyi arabalara ve daha çekici arkadaşlara bakarız. Ve ne kadar para biriktirdiğimiz ya da ulaşmaya çalıştığımız basamağın ne kadar yüksekte olduğu sorun değil, daima isteriz. İşte bu egoya giden yoldur. Fakat elbette, bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz şey asla yalanmış gibi görünmez.
Hiç gerçekten kötü olan bir şey istediniz mi ve bir kere onu elde ettiğinizde ya da başardığınızda, hayal kırıklığına uğradınız mı? Bir şeyi elde etmek duruma göre ani değişim yaşayan bir şey değildir ama maddi şeyler de gerçek değeri taşımazlar. Birinin patronu olmak ya da birine üstün olmak ruhun da istediği bir şey değildir. Bu ‘kazançlar’ egomuza çekici gelir, fakat benliğimize değil.
Kendimizi ayrı olarak algıladığımızda (egonun bize yaptığı gibi) güvensiz, yalnız ve ‘dışarıdaki’ engin dünyaya karşı küçülmüş hissederiz. Bu yüzden elde edebildiğimizi ele geçirmeye çalışırız—bir şeyler elde ettikçe daha büyük, daha güvende ve evrene karşı daha güçlü olduğunuzu hissedeceğimizi düşünerek. Ego, yeterince tüketirse —maddesel olarak ya da pozisyonla ilgili ancak hiçbir şeyin olmayacağını düşünür.
Fakat bildiğiniz gibi, dünyadaki bütün paralar güvenliği satın alamaz. Ne kadar çok sahip olursanız, o kadar korumak zorundasınız. Ve işinizde tepeye ulaştığınız her an ya da ekonomik amaçlarınıza ulaştığınızda, ayak uydurmak ya da geride bırakmak zorunda olacağınız tamamen yeni bir grup insanla karşı karşıya geleceksiniz.
Ego, içinizde yaşayan bir bağırsak kurdu gibidir; her zaman daha fazlasını ister ama hiçbir zaman tatmin olmaz. Asla yeterince zengin ya da yeterince güzel ya da yeterince popüler ya da evrenin gücüne karşı koyabilmek için yeterince güçlü olamayacaksınız.
Eğer dünya ile bir olmak yerine ona karşı çıkan olursanız her şey yıldırıcı görünmeye başlayabilir. Neden bu kadar kaygılı olduğumuzu sormaya gerek yok!
Bu yüzden mutlu olmak istediğimizi fark ettiğimizde, tatmin olmuş hissetmenin farklı yollarını bulmak zorundayız. Maddeye bakmak yerine, Ruhun yollarını aramamız gerekir. Bu dünyadaki ihtiyaçlarınıza bağlılığınızın azalmasını sağlar sağlamaz (ve bu yaşam boyu süren bir çabadır, endişelenmeyin!) kendinizi daha hafif ve daha özgür hissedeceksiniz. Mutluluk eşyaları biriktirerek değil, onları hediye ederek gelir.
Gücünüz, insanlar üzerinde üstünlük dayatarak değil, başkalarının kendilerini iyi hissetmesine yardım ederek gelir.
Hizmet ettiğinizin farkına varır, böylece yükselirsiniz. Egomuzun büyük illüzyonu biz tek başımıza evrenin merkezindeyiz, aslında, bu bizim Tekliğimiz —eşitliğimiz ve birbirimize bağlılığımız— bu nihai gerçektir. Hizmet ederek, bakış açımızı küçük olan benden daha büyük Ben’e genişletmeye başlarız, diğerine karşı daha empatik olarak; kalbin içsel değişiminin bize daha geniş ve daha kapsayıcı bir dünya bakışını kazandırdığını fark ederiz—parçası olduğumuz şeyin bütünüyle daha doğru bir ilişkiye eşlik ederek.
Daha üst potansiyelimizi kavrayışımız, birbirimize son derece bağlılığımızın farkında oluşumuzu besler ve bu, bireysel ilgi alanlarımızı geliştirmektense, bizim ‘en zayıf halka’ yı yetiştirmek için en doğru merakımızdır.
Fazla tüketimin çare olmadığını fark ettiğimizde —hatta oburluğun gezegenimizdeki diğer canlı varlıklara zarar verdiğini fark ettiğimizde— daha özverili olabilmek için elimizden geleni yapmak isteriz. Ve böylelikle hizmet ederiz. Yardım ederiz ve vaktimizi gönüllü olarak sunarız, para veririz, kendi adlarına konuşamayanlar için konuşur ve etrafa zenginliğimizi —hangi şekilde olursa— yayarız.
Hepimizin bütün bir bilincin parçası olduğumuzu bildiğinizde, sırtınızı sıvazlayıp şöyle söylemezsiniz; ‘ben çok harikayım’; ayrıca şöyle düşünmezsiniz, ‘onun ihtiyaç duyduğu şeye sahip olduğum için ne kadar şanslıyım!’ ya da ‘şükür ki, tam zamanında geldim, bu zavallıyı ertesi gün yine sefalet içinde olmadan kurtardım.’
Başkasının sefaleti bizim sefaletimizdir, çünkü kafamızın arkasında bir yerde, bunun bize de olabileceğini biliriz. Ya da önce bize oldu ya da bir gün biz de olacağız. Başkasının acısına inandığımızda, ihtiyaç duyduğumuz güveni inşa ederiz ve dünya bizi taşımak için orada olur.
Unutmayın ki, içimizde ne olduğunu dünyaya yansımasından görürüz. Bu yüzden, eğer gerçekten cömertsek, dünyanın bize karşı cömert olduğunu görürüz. Seviyorsak ve tutkuluysak, aşk ve tutku bize geri yansıyacaktır. Hareketlerimizin her biri —nazik ya da değil— dalgalanır ve etrafımızdaki insanları da etkiler ve bütün çabalarımız bize hayal bile edemeyeceğimiz bir şekilde geri döner.
Başka bir yaşamı daha iyi getirdiğimizde, kendi yaşamımızı iyileştiririz. Biz —ve her birimizin kurtarıcılarıyız… Eğer sahneye çıkmayı seçersek… Hizmet etmekte kendinizi ne kadar yüceltirseniz, kendinizi yalnız ve önemsiz hissetmeyi o kadar durdurursunuz ve genişleyen bilincinizin ve evrimin gücünün bir parçası olduğunuzun farkında olduğunuzda rahatlarsınız.
Kendimizden bir şeyler vermek bedenimizin de daha iyi olmasını sağlar. Coşkunun akışını hissederiz, daha sonra bunu sakinlik ve tatmin izler. Bu hücum duygusal olarak iyi hissetmeyi sağlayan endorfin salınımına eşlik eder. Dr. Wayne Dyer, “Amacın Gücü” adlı kitabında iyiliğin en basit eylemi başka birine yöneldiğinde bağışıklık sisteminin geliştiğini ve iyilik alındığında ya da kişi iyiliği yaygınlaştığı seratonin üretimini uyardığını söyler. Hatta daha hayret verici olansa bu tür iyilikleri gözlemleyen insanlar da aynı yararlı sonuçlar alırlar. Herkesi ilgilendirdiği üzere, iyilik genişlediği zaman, verici, alıcı ve gözlemleyici pozitif yollarla işe karışırlar.
Başlayın, henüz hazır değilseniz, en çok ilgili olduğunuzu hissettiğiniz şeyle başlayın. Örneğin, çocukken ihmal edildiyseniz, ihmal edilmiş ya da kötü muamele görmüş çocuklarla gönüllü olarak ilgilenin. Hayvanları seviyorsanız, hayvan sığınağında çalışın ya da bir hayvan hakları organizasyonunu arayın ve birlikte neler yapabileceğinize bir bakın.
Eğer çok zamanınız yoksa para verin. Kesinlikle, her ikisi de işe yarayacaktır. Ve çoğumuz, yerel ve ulusal politikalarla sıkışıp kalıyoruz. Temsilcilerinizin neler yaptığına ve uzun vadeli etkilerinin neler olduğuna daha yakından bakın. Konuları çalışın ve ne düşündüğünüzü bilmelerini sağlayın. Bir şeyi yapmayı kafasına koyduğunda tek bir insanın yapabilecekleri hayret vericidir. Bu dünyayı daha iyi bir yer yapabiliriz; sadece kalbimizi açmamız, hareketli ve cömert olmamız gerekli. İlgi, sevgi ya da tutkuyu gösterdiğimizde, ruhsal devlerin ayak izleriyle yürürüz; insanlar olarak içimizdeki en yüksek potansiyelimizi tatmin ederiz.
Ve unutmayın ki, önce belli bir yöne doğru amacınızı belirleyin, hayat sizi oraya ulaştıran bir yoldur.