En tanınmış başarılı kişiler, Atatürk olsun, Mozart olsun, Gandi olsun her zaman kendilerini yönete bilmiş insanlardır.
Bu kişiler belki bizlere göre istisnai insanlar olarak görünebilir ve sıradan insanların sınırlarının üstünde yetenekleri olduklarına inanabilirsiniz de…
Fakat şu bir gerçek:
Bir konuda ne kadar çok alıştırma yaparsak, o kadar çok yeteneğimizin arttığını görebilirsiniz. Kendimizi yetiştirmek zorundayız sevgili okurlar. Kendimize bir sözümüz var: “Kim olmayı seçiyorsunuz bu hayatta?” Bunu yerine getirmek için öncelikle kendimizi yakından tanımalıyız. Her şeyi yaparım bakışıyla, ORTALAMADA kalmaya ne kadar devam edebiliriz?
Gelin öncelikle biraz kendimiz nasıl tanıyabiliriz bundan bahsedelim ne dersiniz?
Başlıyorum, kemerlerinizi bağlayın lütfen!
Güçlü Yanlarım Neler?
Çoğumuz belki de belli bir konuda iyi olduğumuzu sanabiliriz. Genelde de bunda yanılırız. Her birimiz hangi konuda iyi olmadığımızı iyi bilirken, iyi olduğumuz şeyler konusunda şöyle bir beş dakikayı kendimize ayırıp düşünmeyiz. Çünkü iyi yaptığımızı düşündüğümüz şeylerin herkes tarafından yapıldığını varsayar ve bu konu üzerinde derinlemesine düşünmeyi bırakırız. Ama şunu söylemeliyim ki, insan ancak güçlü yanlarını iyi bilirse bir işi en iyi halde yapabilir ve zayıf yanlarına dayanarak performans gösteremez.
Bir kere nereye ait olduğumuzu bulmak ZORUNDAYIZ. Bunun için öncelikle güçlü yanlarımızı keşfetmekle yola çıkmamız gerekir. Size şirketlerde yapılan en büyük hatayı söylemek istiyorum: Zayıf olduğumuz bir konuda eğitim veriliyor. Bu okul hayatında da çok görülüyor.
İlkokul zamanlarımı hatırlıyorum da “Matematiği sevmiyorum” diye ailem zorla problem çözdürürlerdi bana. Hatta üniversitede bir arkadaşım o kadar çok konuşurdu ki, bir hocam, “Bu dünyaya sen okumak için gelmemişsin, KONUŞMAK için gelmişsin” dediğini hatırlıyorum. Ve bu kişi bir radyoda “Geveze” programını sunan kişidir. İstemediğimiz her şey oluyor, ama istediğimiz kişi olmaktan korkuyoruz. Bir gün hayatımız son bulduğunda, bu çıkaramadığımız potansiyellerimiz ileride inanın suçluluk hissettirecektir.
Güçlerimizi ortaya çıkarmamızın tek yolu, “Geri Bildirim” yani, olaylardan DERS almamız gerekiyor. Şöyle söyleyeyim: Bir şeyi yapmaya karar verdiniz ya da bir eyleme geçtiniz varsayalım. Sonuçta NE BEKLEDİĞİMİZİ (BAŞARDIĞINIZI NASIL ANLADIĞINIZI) bir kenara NOT etmenizi istiyorum.
Örneğin ben lojistik işinde TÜM giren ve çıkan malzemelerin DOĞRU sayılması, benim için BAŞARILI bir iş olacağı anlamına gelir her zaman için. Ve bunu en az 1 ay için dener ve sonucunu, beklediğim DOĞRU sayıyı, ay sonunda hem fiziken sayar hem de liste kayıtlarıyla doğrularım. İŞTE bu benim kendimi başarılı hissetmem konusunda ve ayrıca YÖNETME konunda bir alıştırmamdır. Çünkü yaptığım işten keyif alıyorum. Belki sizin beklentiniz benimki gibi sonucu hemen alacak bir süreç olmayabilir bu bir yıl da sürebilir ama sonuçta Ne üretiyoruz ve buna bağlı ortaya Ne ürünü çıkıyor bunu görebilmek önemli.
Yani kendimizi birazda olsa deneye tabii tutuyoruz.
Bu basit yöntem tutarlı bir biçimde devam edilirse, oldukça kısa bir sürede GÜÇLERİNİZİN nerede yattığını keşfedebilirsiniz. Bu yöntemle, yaptığını ve yapmakta başarısız olduğunuz şeyleri, güçlerimizin tüm faydalarından yoksun kalmamıza sebep olan şeyleri ortaya çıkaracaktır. Özellikle de yetersiz olduğumuz şeyleri ortaya çıkaracaktır.
Tam olarak becerimize uygun olmayan şeyleri keşfettiğimizde bunların üzerinde defalarca çalışmaya gerek kalmayacaktır. Çünkü asıl amacımız güçlü yanlarımız üzerinde defalarca odaklanıp, en iyi olabilmeyi ve hayattan tatmin olmayı sağlayacaktır. Bu yöntemin sevdiğim yanlarından birisi de beklentilerle edindiğimiz sonuçları KARŞILAŞTIRARAK ne YAPMAMAMIZ gerektiğini de gösterecektir. Sizden bir ricam olacak! Becerimizin olmadığı yerlerde çalışmayı bırakalım. Sadece becerimizin olduğu alanları keşfedip, bunun üzerine gidelim.
Kendimizi yönetme konusunda ikinci yaklaşımımız,
Bir Şeyi Nasıl Öğreniyorum?
Bazılarımız belki de çoğumuz nasıl öğrendiğimiz konusunda çok düşünmediğimizi düşünüyorum. Bir şeyi öğrenmeniz için yazarak mı daha iyi öğrenirsiniz, yoksa görerek mi, yoksa dinleyerek mi, yoksa tüm vücudunuzu çalıştırarak mı? Bunu bir düşünün lütfen!
Okul arkadaşlarınıza hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum ama ben dikkat ederdim. Çünkü hocamın söylediği her şeyi (şu an akıllı telefonlar var ama) yazardım. Hem de her şeyi. Ve bu benim büyük bir zamanı mı alırdı. Evde derslerime çalışırken hep yazarak çalışırdım. Okulda bir arkadaşım vardı. Adı Süleyman. Kendisi hiçbir şey yazmaz ama iyi bir dinleyiciydi. Benden daha iyi notlar alırdı.
Herkes bana “Okan bu kadar çok çalışıyorsun, şaşırtıcı puanlar alıyorsun” derlerdi. Ben de “Kendime şaşıyorum” derdim her seferinde. Bilime merakım olduğu için, sonradan anladım ki, görerek ve yaparak beyindeki nöronların, kulaktaki nöronlara oranla bilginin kaydedilmesi ve hatırlanması konusunda çok daha uzun yol aldığını, bundan dolayı da kulağa gelen bir sesin, görüntüden çok daha kısa tepki verdiği anlaşıldığını okuyunca, olayın sadece bir BİYOLOJİK bir şey olduğunu anlamam beni birazda olsa “Aptal” olmadığım konusunda rahatlatmıştı.
Demek istediğim şu: Kendimizi keşfetmeniz için, Takım çalışmasıyla birlikte olmaktan mı daha iyi performans gösteriyorsunuz, yoksa bireysel çalışmaktan mı?
Eğer spora ilginiz varsa ve takım çalışması size göreyse, bu; futbol, basketbol, voleybol veya takım gerektirecek herhangi bir sporda uğraş gösterebilirsiniz. Yok ben bireysel olmaktan daha iyi sonuçlar üretirim diyorsanız, bu masa tenisi olabilir, yüzme olabilir veya tek başınıza yapacağınız bir spor dalı olacaktır.
Buna bağlı, öğrenme biçiminiz, konuşarak olabilir, yazarak olabilir veya dinleyerek olabilir; bunlardan hangi yöntemi daha ağırlıklı kullanıyorsanız ona göre bir iş dalı seçmeniz sizin için daha sağlıklı olacaktır. Eğer konuşarak öğreniyorsanız, bir öğretmenlik mesleğini seçebilir, eğer daha çok dinliyor ve daha az konuşuyorsanız, bu insan ilişkileri gerektirecek bir satış danışmanlığı olabilir. Bu kararı verecek tek kişi sizsiniz. Bir başkası olamaz.
Ben konuşarak ve yaparak daha iyi öğrendiğimi fark ettim. Dinlemek bana göre değil.
Üçüncü keşfimiz ise,
Değerlerimi Biliyor muyum?
Değerlerimiz nereden gelir derseniz, İNANÇLARIMIZDAN.
Bugün birçoğumuz, inanın neye değer verdiğimiz konusunda da çok kafa yormadığımızı söyleyebilirim. Ama çarpıcı bir gerçek, bizi yöneten HEP DEĞERLERİMİZ olmuştur. İşin gerçeği değerlerinizi bilirseniz, ona göre de hayatımıza daha sağlıklı bir yol çizebiliriz. Değerlerimiz fiziksel hayatta SOMUT olarak kendini göstermek zorundadır.
Birisine göre en önemli değer hayatında para kazanmaksa; gerçek hayattaki somut şeyi, “ÇOK ÇALIŞMAK ve ÇOĞU ZAMANINI ÖĞRENEREK” geçirecektir. Çünkü en çok değer verdiği şey budur. Benim içinse bir iş hayatında özellikle, karşılıklı saygı çok önemli olduğundan, ben bunu kanıtını başkalarına daha nazik yaklaşımda buluyorum. Kendime nasıl davranılmasını istiyorsam ben de insanlara öyle davranmalıyım.
Yaşadığım iş deneyimlerimden benim için paranın çok önemli olmadığını (önemli ama ilk sırada değil) iş ortamının beni daha motive ettiğini öğrendim. Bu size göre tam tersi olabilir. Bizzat yaşamış biri olarak satış danışmanlığını yaptığım bir şirkette ödül olarak, belli bir kotayı tutturursak, bize hafta sonu lüks bir araba kiralanacağını öğrenmiştik. Ama bu ödül benim ve bazı arkadaşlarım için çok önem teşkil etmiyordu. Benim için fazladan iki gün tatil verseler çok daha iyi olabilirdi.
Bir başka arkadaşım için ise para önemliydi. Başka bir arkadaşım için de hediye çeki önemliydi. Ama bu değer bizim yöneticimizin değerini yansıtıyordu. Onun için değer kavaramı, “Lüks ve Saygınlık” gösterisiydi. Yan, değerlerimizin fiziksel dünyada bir ölçütü olmak zorunda; saygınlığa önem veriyorsanız bunun fiziksel dünyadaki örneği ya para ya statü ya lüks bir araba veya ev gibi…
Bana göre en önemli aşama Aitlik
Nereye Aitim?
Doğamız gereği biz insanlar sosyal varlıklarız. İletişim kurmaya ihtiyaç duyarız. İletişim olmadan varlığımızın da bir anlamı olduğuna inanmıyorum çünkü bu hayata sadece bir şey yaratmaya gelmedik, yarattığımız şeyi de başkalarıyla paylaşmaya geldik. İşte bu en büyük motivasyonun kaynağıdır bana göre. İçinde hizmet olmayan bir başarı, BOŞ bir başarıdır. Hizmet etmek için buradayız almak için değil.
Size yedi yıl bir şirkette çalışıp, tamamıyla kültürel ve dünya görüşlerimizin zıttı olduğu bir ortamda çalıştım dersem ne dersiniz? Bana göre tam bir hapishane gibiydi. Kurduğum iletişimden hiçbiriyle doyum almıyor daha doğrusu “ANLAŞILMIŞ” hissetmiyordum. Bir şeylerden bahsediyor, ama beni dinleyen bir kişi bile zor buluyordum. Sanki duvara konuşuyor gibiydim.
Bir insanın bana vereceği en büyük armağan, “Beni dinlemesi” olacaktır. Ama bu tabii ki monolog (tek kanallı) değil. Karşılıklı bir şekilde. Aitlik hissi bende o kadar zayıflamış ki, sırf bu eksikliğim benim öz güvenimi zedeleyip, depresyona girmeme bile neden olmuştu. Evet beni kabul eden bir ortam çalışmayı inanın çok daha fazla istiyorum. İŞTE BU BENİM DEĞERİM. Bana aitlik hissini verdiği ortamda aldığım maaşın 5 katını verseler bile, aitlik hissi vermeyen hiçbir yerde çalışmam, çalışamam sevgili dostlar. Kendime duygusal iyiliğim olamaz.
Bir iş görüşmesine gidiyorsanız, size birçok soru soruluyorsa lütfen sizde ortamın nasıl olduğu konusunda soru sormaya çekinmeyin. Sorun. Ortamda sürekli robotvari bir şekilde hep mi çalışılıyor? İşi öğretme konusunda meslektaşlarımın yaklaşımı nasıl? Bunları daha kibar bir biçimde sorun tabii ki. Benim en çok ihtiyaç duyduğum değerdir bu. Belki sizde tamamıyla farklı olacaktır. En azından değerlerinizi öğrenebilirsiniz.
Ve en son keşif,
KATKIMIZ NE OLMALI?
Kim ister her sabah işe başarısız olmak için gitmeyi? Hayatta İzleyici mi olmaya geldik, yoksa Oyuncu mu? Hayatın içine girin, öğrenin, başarısız olmaya istekli olun LÜTFEN. Bunlar bizim dostlarımızdır. Onlarsız DOĞRUYU ben öğrenemezdim.
Açık söylemeliyim ki çok basit bir soru soracağım:
- Ne yapmak istiyorsunuz?
- Size parasal anlamda %100 geçim garantisi verilseydi, şu an ne yapmak isterdiniz?
- Amacınız tam olarak ne olurdu?
- Ve bunu bilseydiniz başardığınızı nasıl anlardınız?
Bu soruları seviyorum çünkü kendimi tanımam konusunda her halde yüzlerce kez sormuşumdur kendime bu soruları. Yani bir FARK yaratmak için hangi sonuçları yaratmalısınız? İşte bizi diğerlerimizden ayıracak en önemli adımlardan birisidir bu sorular.
GÜVENİN verdiği MONOTONLUĞU, Riskin verdiği DEĞİŞİME TERCİH Ediyoruz
Bugün Mozzila- Firefox internet tarayıcısını yaratan kişiler, hiçbir para almadan geliştirdiler ve bu tarayıcı, birçok başka tarayıcılarında gelişmesine katkıda bulundu. Peki internet Explorer’ı yaratan Microsoft’a ne demeli? Tam bir fiyasko. Bu konuyu “Motivasyonu Tavan Yapacak 9 Strateji” makalemde daha ayrıntılı okuyabilirsiniz.
Beni okuduğunuz için size çok teşekkür ederim. Umarım ufakta olsa hayatınızda bir fark yaratabilmişimdir.
Tekrar görüşmek umuduyla.