Duygular hayatımızın tuzu biberleridir.
Nefret duymayan bir insan tanımıyorum. Eğer tanıyorsanız hemen bana gönderin bir ayar yapayım. Açıkçası ben bir kişi tanıyorum. Bu kişi, Dalai Lama, Budizm’in kurucusu olan ve Shakyamuni’nin reenkarnasyon sürecini tamamlayarak, yeniden doğduğu düşünülen kişilere verilen isimdir. “Dalai” “engin deniz”; “Lama” ise “bilge” anlamına gelir. Rahipler reenkarnasyon sürecinin tamamlandığı düşünülerek 66 gün boyunca beklemektedirler.
“Mutluluğun Sırrı” adlı kitabını okuduğumda, neredeyse bir gün boyunca yoga yaptığı ve hiçbir insana karşı öfke ve nefret duymadığını dile getirmiştir. Beynimizde zihnin çok önemli olduğunu ve zihinle beynin geliştirebildiğini söylüyor. Gerçekte de bilim de bunu kanıtlamış ve savunmuştur.
Nefret, kendimize duyduğumuz yoğun öfkenin, başkalarına karşı yöneltilmesidir. Birilerinden nefret ettiğimizi söylüyorsak, o kişide kendimizde görmek istemediğimiz bir özelliğimizi olduğu için nefret ediyoruzdur. Bu özelliklerimizi videomuzda nasıl fark ederiz izleyebilirsiniz.
Üzüntü ise, biraz hayal kırıklığı, biraz pişmanlıktır birazda acı vardır. Ortaya karışık gibi oldu.
Üzüntünün verdiği bilgi bize artık bir şeyin bırakılması gerektiğini söyler. Üzüntü, kendine acımak değildir. Bu duygu içinden geçmeden içinde kalmayı seçersek, umutsuzluğa, karamsarlığa ve çaresizliğe sürükleyebilir. Bu duygu, kendimizi yenilemek için gelir ve gider. Bu duygular bize nasıl hizmet ediyor bi bakalım…
Depresyon (Çöküntü)
Hayatımızda Her 6 İnsandan 1’i Depresyona Giriyor.
Günümüzün en yaygın hastalıklarından biridir depresyon. Tıp biliminde bu hastalık beyinde kimyasal bozukluklardan ileri gelip, bir biyolojik hastalık olduğunu savunurken, başka bilim olan psikoloji literatüründe daha çok psikolojik olduğu ileri sürülmektedir. Ben de bu iki görüşe dayanarak, zihinsel olarak olumsuz düşüncelerimizin fazlalığının, beyin yapısını nöroloji açıdan bozduğuna inanıyorum.
Depresyona kadınlar, erkeklere göre iki kat daha fazla girme eğilimindedirler. Bunlar tabii ki kadınsal hormonların, adet dönemlerinde oluşan hormonal dengelerin bozulmasından ileri gelmektedir. Kadınlarda fazla görülmesinin diğer bir nedeni de ebeveynleri tarafından yetiştirilme tarzı veya kültürüdür. Bu kültürün erkek egemenliği olduğu sürece, evin temizliği, çamaşırı, ütüsü, çocukların tüm bakımı, kocalarını hoş tutmaları ve bu da yetmez bir işte çalışmaları ve bu da yetmez özellikle fakir kesimin, tüm sülalece aynı evde bir odada kalmaları, kadınlarımızın daha fazla sorumluluk üzerlerine yükleniyor. Kanımca bu kadar fazla sorumluluk almaları, yeterince fiziksel güce sahip olamadıklarından dövülme korkusu olabilir.
Depresyon bir üzüntü değil, beyinde oluşan kimyasal bozukluktur- Dç. Doktor Orhan Tan
Beyin, serotonin, adrenalin ve dopamin salgısı üretir. Bu salgılar azaldığında depresyona, aşırı yükseldiğinde ise manik depresyona yol açıyor. Açıkçası halk arasında sezgilerime dayanarak söylemeliyim ki, bu hastalığın bir akıl hastalığı olduklarını varsaymaları gibi geliyor. Gerçekte depresyon bir akıl hastalığı değildir.
Depresyon belirtileri, ki ben de yaşamış biri olarak söylemeliyim,
Kol ve ayak eklem yerlerimiz ağrıdığında,
Hayattan zevk alamama; daha önce zevk aldığınız aktivitelerinizden bile keyif alamıyoruz;
İsteksizlik; işe gitmeyi hatta ev işlerini bile yerine tam getiremiyoruz,
Yorgunluk; biraz fazla merdiven tırmandığımızda hemen yoruluyoruz,
İştahsızlık; eskisi gibi fazla yemek içinizden gelmiyordur,
Unutkanlık; konuşmalarımızda gecikme yaşıyor, isimleri hatırlayamıyor ve konsantre olamıyoruz,
Cinsel isteksizlik; neredeyse hiç partnerinizle beraber olmak istemiyorsunuz.
Depresyon üzerine yapılan bir araştırmada, üç gencin bir üniversite yurdunda kalması ve içlerinden birinin depresyonda olması ve bu kişinin diğer iki kişiyi etkileyip etkileyemeyeceğini gözlenmek istediler. Yaklaşık bir hafta içinde diğer iki kişi de depresyona girme eğilimi gösterdiği ortaya çıktı. Asıl ilginç olan bir yurtta üç kişinin iyi olma ruh haline rağmen birbirlerini daha iyi hale getirmediği ortaya çıktı. Olumsuz duygular, olumlu duygulardan daha baskın olduğu ortada. Yanılıyor olabilirim. Bu olumsuz duyguların ağır basması, önceden hücrelerimize kazınmış veya programlanmış olmasından dolayı, bizi hayatın belirsizliklerinden veya tehlikelerinden koruması için bu hislere daha duyarlı kılmasıdır.
İnsan kendini depresyonda hissetmeye görsün. Canı çıkası seni.
Suçluluk ve Utanç
Suçlasak Suçlasak Kimi Suçlasak? Bu Senin Ayıbın.
Bu kimin suçu oynayalım mı biraz; ilk aklınıza kim geliyor? Benim aklıma patronlarım geliyor, sonra ailem, sonra eşim ve sonra diğerleri. Hayatımda ilk işe girdiğimde, benden o kadar çok isteği vardı ki patronumun, ailem bu kadar şey istememişti. Sudan çıkmış bir balık gibiydim adeta. Başladım bir bir suçlamaya; “Bu patronum da ne anlamaz adam, bu yolda ne sıkıcı, müşteriler de ne anlayışsız insanlar, nereden geldim buraya, keşke annem-babam da beni adam gibi bir yere yerleştiremedi, bu işi yapmak zorundayım çünkü eşimle de kavga ederim niye ayrıldın bu işten diye” şikayetlerim suçlamalar bir türlü bitmek bilmiyordu. Ne kendime faydam vardı, ne başkasına.
Hayatımı hep sorgulardım “Niye geldim bu hayata, amacım nedir, ben kimim?” diye. Size şunu söyleyebilirim: İnanın bu kimsenin suçu değil sizin de değil. Tek bir şartla; kendimizi tanımak için çok çalışmalıyız ve kendimizi tek bir işte kısıtlamak zorunda da değiliz. Çünkü isteklerimizin oluşması için, istemediğimiz birçok şeyle karşılaşmak zorundayız. Ve suçlama huyumuzun da yavaş yavaş kaybolacağına tanık olacaksınız. Bundan dolayı da kendimizden utanmamızda olmayacak.
Başkalarını suçlamak ve utandırmak kolay olduğu halde, kendimizi suçlu ve utanç hissetmek o kadar kolay olmuyor. Hatta dikkat ettiniz mi konuşmalarımızda bile örnekler verirken “Sen” zamirini kullanırız. Bu hisler bize acı veriyor. Bundan dolayı da bu hisleri diğerlerinde olduğu gibi bastırıyoruz.
Bu iki duygu bize harika bir hizmet veriyor aslında. İnsanoğlu sosyal bir varlık ve iletişim kurmadan bir hayat bizi depresyona sürükler. Bu ihtiyacımızın giderilmesi için insanlarla sağlıklı iletişimler kurmamız gerekiyor. İşte bu iletişim arasındaki ayarı da suçluluk ve utanç duyguları yapıyor.
Ne kadar çevremi suçlasam da hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum. Sanırım değişmeyen tek şey değişimdir.
Panik ve Kızgınlık
Panik Yapmayın Her Şey Yolunda; Kızanlar Yan Kapıya
Trafik kazlarında hiç dikkat ettiniz mi, insanlar şoka girmiş bir şekilde eli ayağa tutmaz. Bir anda “Bütün elim-ayağım boşaldı.” deriz. İşte bu, panik duygusunun bir göstergesidir. Dürtüsel olarak bizler savaş ve kaç tepkisiyle donatılmışızdır. Ani bir durumda, enerjisel olarak, bir şeyden kaçar, ya da savaşırız. Panik ise bu dürtünün tam ortasında kalıyor, yani tehlike anında bedenin kaç ya da savaş dışında verdiği üçüncü tepkidir; donup kalmaktır. İçgüdüsel koruma yollarından biridir. Panik halinde bir insan bedeninde yüksek miktarda adrenalin ve endorfin (Ağrı kesici) salgılanır. Ve zangır zangır titreriz.
Hayvanlara dikkat ettiniz mi hiç, nasılda korktuklarında ölü taklidi yapıyorlar. Elinizle bazı böceklere özellikle Uğur böceğine dokunduğumuzda hiç kımıldamıyor. Bazı örümcekler de öyledir değil mi? Nazilerden hayatlarını kurtaranların bazıları da ölü taklidi yaparak kurtulmuşlardır.
Hiç kızgın olduğunuzda aynada kendinizi gördünüz mü? Kaşlar çatık, gözleri sabit bir yere bakarak kendimizi görürüz ve kendimizden rahatsızlık duyarız. Ama kızmanın bile bir anlamı olmalıdır. Sonuçta Allah bu hisleri boşuna içimize koymadı. Kızgınlık, bireyin kendi sınırlarını koruması için iyi bir duygudur. Birileri bizim hakkımızı ihlal ettiğinde, kızgınlığımızı hemen gösteri veririz. Ama nedense sanki kızgınlık şiddet içeriyor gibi çoğumuz da bu duyguyu çok gösterme taraftarı değildir. Açıkçası bu duygu bize “Hayır” diyebilme gücü verir. Kızgınlığını açık bir şekilde ifade etmeyenler de tiroit bezlerini bozulduğu görülmüştür. Boğazımız kendimizi ifade etme merkezidir. Kızgınlığımızı açık bir dille ifade edilmemesi, korkularımızdan kaynaklanır ve bu korkularımız da çoğunlukla onay ve reddedilmeden ileri gelir. Kanser hastaların bazıları da belki de çoğu duygusal durumların bir sonucudur.
Korku ve Endişe
Bana Korkunuzu Söyleyin Size Kim Olduğunuzu Söyleyeyim
Kendimizin aptal olduğuna inanıyorsak hayatımızı nasıl yaratırdık? Bunu gerçekten düşünmenizi istiyorum. Bana korkulanızı söyleyin sizin kim olduğunuzu söylemekle bunu dile getirdim.
Doğduğumuzdan bugüne kadar bize doğru ve yanlış olan şeyler anlatılmasaydı, biz nasıl doğruyu ve yanlışı bilebilirdik? Çok uzaklara gitmeye gerek yok. Her birimizin sağlam donatılmış bir duygular sistemi vardır. Sistem diyorum çünkü bu sistem bize birçok bilgi veriyor.
İngilizce’ de “Emotion” kelimesi, “Duygu” olarak tanımlanır. Ama Latincede e-motion olarak ayrılır ve “E” harfi “Enerji” anlamına gelirken, “Motion” ise “hareket” anlamındadır. Yani Enerji hareketidir. Vücudumuzda bir enerji hareketi olması ve bu enerjinin özgür bir şekilde serbest bırakılmaması, bizi hastalıklara boğabiliyor. Özellikle de depresyona neden olabiliyor. Bundan dolayı olumlu veya olumsuz olsun her bir duyguyu hissetme konusunda hakkını vermemiz gerekiyor. Bundan dolayı hayatı anlamlı yaşamak istiyorsak hayatınızı nedenlerle doldurun; neden bunu gerçekten çok istiyorsunuz? Eğer güçlü bir duygu olmazsa siz harekete geçemeyeceksiniz.
Hayatımızdaki verdiğimiz kararlara hiç dikkat ettiniz mi? Neye göre Nasıl kararlar veririz? Size bir vagon hikayesinden bahsetmek istiyorum. Farz edin bir tren yolunda kontrolsüz bir tren geliyor ve bizde tam bu rayların yönünü değiştirecek makas manivelasının tam olduğu yerde duruyoruz. Ama durun aryalarım bir yanın da 4 işçi çalışıyor ve makasın diğer tarafında da başka bir tane de işçi çalışıyor. Siz bu kontrolsüz gelen treni hangi yöne yönlendirirdiniz? 4 işçinin ölmesine mi göz yumacağız, yoksa 1 işçinin ölmesine mi? Tabii ki 1 işçinin öyle değil mi. Burada verdiğimiz karar’ 1’in 4’ten küçük olduğunu mantıksal zekâmız bilip, mantıksal bir karar vermeyi seçerdik. Şimdi şartların hepsi aynı, ama sadece makasın diğer tarafındaki bir işçinin yerine bir kardeşiniz, anneniz veya en yakınınız olsaydı kararınız yine aynı yönde mi olurdu? Tabii ki öyle olmayacaktı. Burada da duygusal bir karar söz konusudur. İşte içimizde bu iki ezeli savaştan biri kazanıyor genellikle.
Sizin dünyanızda en çok duygu mu ağır basıyor yoksa mantık mı? Yorumlarınızı bekliyorum canlar. Hayat paylaştıkça güzeldir.