Farkındalık

Sorularla Güçlü Bağlar Kurmak

Güçlü sorularla güçlü ilişkiler kurmak

Gazeteci-yazar Malcolm Gladwell, ünlü Outliers (Çizginin Dışındakiler) kitabına, Amerika’da kurulmuş olan küçük İtalyan kasabası Roseto’nun hikâyesini anlatarak başlar. Kitapta anlatıldığı gibi bu İtalyan kasabasının özelliği, burada yaşayan insanların çok sağlıklı ve uzun yaşamalarıdır. Dahası, bu kasabada intihar, alkol veya madde bağımlılığı vakalarına pek de rastlanmaz.

 

Bu durumu ilk fark eden, psikosomatik tıp alanında yaptığı çalışmalarla tanınan Dr. Stewart Wolf olmuştur. Wolf, ekibiyle birlikte bu küçük kasabanın sağlık üzerine bir araştırma yapmaya karar verir ve ilk önce kasabada yaşayanların beslenme alışkanlıklarını araştırır. Tahmin ettiğinin aksine, yemeklerinin yüzde 41 ‘i hayvansal yağlardan oluşmaktadır. Yani beslenmeleri çok da sağlıklı değildir. Üstelik kasabada obezite sorunu da vardır.

 

İnsanların egzersiz yapma alışkanlıklarının olduğu da söylenemez. “Acaba sağlıklı olmalarının sebebi genetik etkenler mi?” diye de düşünür. Bu soruyu yanıtlamak için Roseto, insanların başka şehirlerde yaşayan akrabalarını inceler. Gerekçenin genetik olmadığını da görür, çünkü farklı bölgelerde yaşayan akrabalarının sağlık sorunları bulunmaktadır. Kısacası, Rosetoluların sağlıklı ve uzun ömürlü olmalarında genetik, beslenme veya egzersizin etkisi tahmin edilenden daha azdır. Acaba bir insanı sağlıklı yapan en temel unsur nedir? Dr. Wolf, araştırmasında hangi bilinmeyen gerçeği ortaya koymuştur?

 

Şimdi düşünün ki sizi bir odaya alıyorlar, Karşınızda da tanımadığınız birileri oturuyor. Sizden istenen şey çok kişiyle 45 dakika sohbet etmeniz. Sohbetinizi kolaylaştırmak için de size bazı sorular veriyorlar. Birbirinize bu sorulan soruları sorarak sohbet edeceksiniz. Sohbet bittikten sonra dışarı çıkıyor ve başka bir odaya geçiyorsunuz. Orada da tanımadığınız başka birileri var. Onunla da 45 dakika sohbet ediyorsunuz. Orada da size bazı sorular veriyorlar. Ama bu defa sorular, ilk odadaki sorulardan tamamen farklı. Aynı şekilde o sorular üzerinden sohbet ediyorsunuz. Sonra çıkışta soruyorlar: “Hangi odadaki kişiyi daha çok sevdiniz?” Hiç düşünmeden, “İkinci odadaki kişi” diyorsunuz. Acaba neden ikinci odadaki kişiyi daha çok sevdiniz? Bunun size verilen sorularla ilgisi olabilir mi? İlgisi varsa bunlar acaba nasıl sorular?

Cambridge Üniversitesi’nde tip okuduktan sonra psikanalize merak saran John Bowlby Londra’da Child Guidance Clinic’te göreve başlıyor. John Bowlby, ilk olarak hırsızlık yapan çocuklarla çalışıyor. Bu çocuklarla çalıştıkça onların ortak bir özelliğini gözlemliyor: Çocukların neredeyse yüzde 40’ı 0-5 yaş arasında ailesinden uzun süre ayrı kalmış.

Hırsızlık yapmayan çocuklara baktığında ise bu oranın sadece yüzde 4 olduğunu görüyor. Çocukların bu kadar uzun süre ailelerinden uzak kalmaları, yani aileye bağlanamamaları, onları suç işlemeye itmiş. Her zaman söylediğim gibi hayatından bir şey çalınan çocuk da başkasından bir şey çalar.

Bowlby bir şey daha gözlemliyor: Duygularını ifade edemeyen 14 çocuğu derinlemesine araştırıyor; bunlardan 12’si (yüzde 86) yine ailesinden uzak kalmış. Bowlby sorunların temelinde yatan asıl nedeni buluyor: aileden uzak kalmak.

O sırada İkinci Dünya Savaşı başlıyor ve çocuklar ailelerinden alınıp Londra dışına yerleştiriliyor. Bowlby de ayrılıkların sonuçlarını bildiği için bu uygulamaya karşı çıkıyor. “Çocukları ailelerinden ayırırsanız, çocuklar sevgisiz büyür ve bu da onlarda travmalara yol açar” diyor. Savaş sonrasında ailelerinden ayrılmak zorunda bırakılan çocukları incelediğinde, ayrılığa bağlı birçok (gelişimsel) travma gözlemliyor. Yani, Bowlby haklı çıkıyor.

Duygusal ya da fiziksel doyum

Fiziksel mi yoksa Duygusal Beslenme mi?

Bowlby’nin fikirleri o zamanlar çok da kabul görmüyor. Düşünsenize, davranışsal psikolojinin en gűçlů olduğu dönemde, Bowlby, çocuklardaki sorunların temelinde yatan şeyin “sevgi” olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Bowlby gözlemlerini daha bilimsel bir kurama oturtmak için etolojiye (hayvan davranışları bilimi) başvuruyor.

Bu araştırmalar sırasında Harry Harlow’un ünlü maymun deneyiyle karşılaşıyor. Stanford Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan Harry Harlow, 1930’da Wisconsin Üniversitesi’nde maymunlar (rhesus macaques) üzerinde araştırmalara başlıyor. Harlow ve ekibi annesinden ayrı büyüyen maymunların, annesiyle büyüyenlerden psikolojik olarak çok daha farklı olduğunu gözlemliyor.

Annesiyle bağ kuramayan bu maymunlar tuhaf davranışlar sergiliyor, izole yaşıyor ve sosyal becerileri de gelişmemiş oluyor. Yine o dönemde davranışsal ekol, bebek ile anne arasında bağı kuran eylemin emzirme olduğunu savunuyor. “Bebek anneye emzirme aracılığıyla bağlanıyor çünkü bebek sütle ödüllendiriliyor” diyor. Ama Harlow, bu tezin doğru olmadığını öne sürüyor, yeni bir tez ortaya atıyor. Tezini ispatlamak için de bir deney yapıyor.

Harlow, yavru maymunları bir kafese koyuyor ve onlar için kafesin içine, telden yapılmış iki tane yapay anne maymun maketi bırakıyor. (Aşağıdaki resimde görüldüğü gibi)

Harlow deneyi maymun duygusal ve fiziksel bağlılık

Şekil:1 Harlow’un maymun deneyimine konu olan telden yapılmış anne maketleri

Araștırma sonucunda Harlow, öngörüsünde haklı çıkıyor. Yavru maymunlar sadece beslenmek istediklerinde süt veren anneye gidiyor ama zamanlarının çoğunu kumaş kaplı anneyle geçiriyorlar. Kumaş kaplı anneye sarılıyorlar; kumaşın verdiği! O yakınlık ve sıcaklık hissini yaşamak istiyorlar. (Bu arada Yale Üniversitesi’ nde yapılan bir araştırmaya göre, kendini yalnız hisseden insanlar, insan sıcaklığını alamadığını düşündüğünden sıcak suyun sıcaklığını hissetmek için duşta daha çok vakit geçiriyorlar. Buradan yola çıkarak Harlow, bebek ile anne arasındaki güçlü bağın sebebinin sadece bebeğin beslenmesi değil, bu beslenme sırasında gerçekleşen fiziksel temas olduğunu da söylüyor. (Bu arada Harlow, baba ile çocuk arasındaki temasın da önemli olduğunu söylüyor.)

Görüldüğü üzere, çocuğun beslenmesi fiziksel olarak yaşamda kalması için önemli ama psikolojik olarak var olabilmesi için bağlanması daha da önemli. Bu arada Harlow bu çalışmalarına “sevgi çalışmaları” adını veriyor.

 

Çünkü aslında çocuk fiziksel değil, duygusal olarak doyurulduğunda sevildiğini hissediyor. Harlow’un bu tür araştırmalarını derinlemesine inceleyen Bowlby, “Bağlanma Teorisi” ni ortaya atıyor. Çocukların ailelerinden ayrılması, onların yaşamla kurduğu ilişkiyi olumsuz etkiler. Asalında çocuklarda sorun yaratan tam olarak fiziksel ayrılık değil, fiziksel ayrılıkla gelen duygusal uzaklaşmadır.

 

Bowiby șunu da gözlemliyor: Bir çocuk fiziksel olarak ailesiyle beraber olsa bile duygusal olarak uzaksa, bu da onu olumsuz etkiliyor. O zaman bir ailenin yapması gereken çocuğuyla güvenli bağ kurmaktır. Bağlanma Teorisi’ ne göre bir ailenin çocuğu için yapabileceği en önemli şey budur.

Şimdi karşımıza kritik bir soru çıkıyor: Güvenli bağlanma nasıl sağlanır? Bu soruyu yanıtlamadan önce güvenli bağlanma nedir, kısaca değinelim.

Güvenli Bağlanma

 

Güvenli Bağlanma

Güvenli bağlanma teorik olarak anlatmanın birkaç yolu var ama ben aşağıdaki şekilde anlatmayı çok basit ve anlaşılır buluyorum

Bebek doğduktan sonra, anne çocuğun fiziksel ihtiyacın ve bakımını sağlıyor. Böylece bebek hayatta kalıyor ama bağlanmayı sağlayan mekanizma, annenin ve daha sonra babanın çocuğun duygusal ihtiyaçlarına “tutarlı” şekilde karşılık vermesi.

Aile çocuğun duygusal ihtiyaçların karşılamazsa kopuk bağlanma, tutarlı karşılarsa güvenli bağlanma, karşılarsa ama “tutarsız” olursa kaygılı bağlanma ortaya çıkıyor.

Kopuk bağlanmada, aile çocuğun duygusal ihtiyaçlarına karşılık vermiyor. Bu durumda bir süre sonra çocuk duygularını ifade etmeyi bırakıyor çünkü duygularının önemsiz olduğunu düşünüyor. Bu düşünceyle de duygularını bastırmaya başlıyor, hatta duygularını yaşamayı bırakıyor. Bu tür insanlar daha çok mantıksal veya ruhsal (spiritüe) dünyada yaşamayı tercih ediyorlar. Duyguları ifade etmenin zayıflık olduğunu düşünüyorlar. İlişkilerine genellikle duygusal yatırım da yapmıyorlar. Duygusal yatırım yapmadıkları için, çocukluklarına dair hafızaları da zayıf oluyor.

 

(Duygular hafızaların çimentosudur.) Üst seviyede üzüntü veya mutluluk yaşamıyorlar. Hayatlarını daha çok utanç ve gurur duygulanım yönetiyor. Bu insanların hayatını yöneten cümle şu oluyor: “Asla reddedilme.” Çünkü anne ve baba iyi niyetli de olsa, çocuk aileden duygularına karşılık bulamayınca reddedildiğini düşünüyor. Peki, aile çocuğun duygularına “tutarlı” karşılık veriyorsa ne oluyor? O zaman güvenli bağlanıyor. Yani sevgiye inanıyor, güven hissiyle büyüyor, insanlara güveniyor, dünyanın sevgi dolu bir yer olduğunu düşünüyor.

 

Peki, aile çocuğun duygularına karşılık veriyor ama bunu “tutarsız” uyguluyorsa, ne oluyor? O zaman da “kaygılı bağlanma” ortaya çıkıyor, Bu çocuklar da sevginin ne zaman geleceğinden emin olamadıkları için (çünkü aile tutarsız), kaygılı büyüyorlar. Kaygılı yetişen insanların en büyük korkusu “terk edilmek” oluyor. Onun için bu insanlar genelde ilişkilerinde çok verici oluyor, sevildiğini duymaya karşı tarafla kimliğini birleştirmeye ihtiyaç duyuyor ve çoğu zaman karşı tarafı test ediyor. Peki bunlar neden yapıyor? Karşı taraf onu terk etmesin diye. Kısacası, aile çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karlamazsa çocuk kopuk, tutarsız karşılarsa kaygılı, tutarlı karşılarsa çocuk kendini güvende hissediyor. Güvenli bağlanmanın temelinde güçlü kurulan ilişkiler vardır.

 

Dr. Wolf, Roseto kasabasının sırrının da tam olarak bu olduğunu keşfediyor; yani güçlü ilişkiler. Roseto’da üç jenerasyon aynı evde yaşıyor. Yemekler beraber yeniyor. Herkes birbirini tanıyor ve gün içinde insanlar birbirleriyle sohbet ediyor. Tüm kasaba adeta tek bir aile gibi yaşıyor; yaşlılar inanılmaz saygı görüyor, herkes birbirine her konuda destek oluyor. Gladwell, bu durumu şöyle özetliyor: “Güney İtalya’nın kültürünü Doğu Pennsylvania dağlarına nakleden Rosetolular kendilerini modern dünyanın baskılarından soyutlayan güçlü, koruyucu bir sosyal yapı oluşturmuş.”

 

Düşünün, bir insanın sağlıklı ve mutlu yaşamasında en büyük etken, ilişkiler. 70 yıl süren ünlü Harvard araştırmasını hatırlayın. Araştırma da aynı sonucu gösteriyor: Mutlu insanları mutsuz insanlardan ayıran en önemli etken, güçlü ilişkilerdir. Bu arada araştırmanın başka bir bulgusu da çok önemli. Çocuklukta annesiyle sıcak ve güçlü ilişkisi olanlar hem daha mutlu hem de daha başarılı.

 

Güvenli bağlanma sadece ruh sağlığımızı değil, beden sağlığımızı da doğrudan etkiliyor. Sosyal bağlar ve bu bağların kalitesi de aynı şekilde sağlığımızı ve iyileşme süreçlerimizi doğrudan etkiliyor. Zayıf veya yüzeysel sosyal bağlar; dolaşım, bağışıklık ve endokrin sistemlerinin fonksiyonlarını olumsuz etkiliyor. Ayrıca, yalnız kişilerin, psikolojilerini toparlama ve koruma konusunda daha etkisiz oldukları, yaralarının daha yavaş iyileştiği ve uyku kalitelerinin kötü olduğu görülüyor.

 

Sevdiklerimizle kurduğumuz güçlü sosyal bağların pek çok faydası var; örneğin gribe yakalansak dahi duygusal olarak destekleyici bu ilişkiler sayesinde iyileşme süreci çok daha kolay hale geliyor. Dünyanın en iyi iki bilim dergisinden biri kabul edilen Science ‘ta yayımlanan bir meta analize göre sosyal ilişkileri zayıf kişiler yaşıtlarına göre çok daha erken ölüyor.

 

Peki güvenli bağlanmayı ve güçlü ilişkiler kurmayı sağlayan önemli mekanizmalar nelerdir?

 

Sohbet Etmek İşin Anahtarı

Güvenli bağlanmanın ve ilişki kurmanın tabii ki birçok yolu var. Ama önemli yollarından biri sohbet etmek. Peki, sohbet etmeyi kolaylaştıran en güçlü mekanizma nedir? Tabii ki sorular,

En iyi sohbetler, iyi bir soruyla başlar. Ama her soru aynı derecede sohbeti kolaylaştırmıyor. Hatta ileride göreceğimiz gibi bazı sorular sohbeti başlamadan bitiriyor.

Yukarıda bahsettiğimiz senaryoyu hatırlayın. “ikinci odadaki kişiyi daha çok seviyorsunuz” demiştim ve “Bunların sorularla ilgisi olabilir mi?” diye sormuştum. New York Stony Brook Üniversitesi’nden Prof. Arthur Aron ve meslektaşları tam olarak bu deneyi yapıyor. Grupları odaya aldıktan ve farklı sorular aracılığıyla sohbet ettikten sonra keşfediyorlar ki ikinci grup sorular soran denekler, birbirlerini çok daha yakın hissediyor ve daha güçlü ilişki kuruyorlar. Peki, soruların fark nedir?

 

Birkaç örnek soruya bakalım:

İlk gruba verilen sorulardan bazı örnekler

  • Hangi kitapları okursun?
  • En son ne zaman luna parka gittin?
  • Sence bir sınıfta olması gereken ideal öğrenci sayısı ne olmalıdır?
  • En son doğum gününde ne hediye aldın?
  • En iyi arkadaşını anlatır mısın?

İkinci gruba verilen sorulardan bazı örnekler

  • Annenle ve babanla nasıl bir ilişkin var?
  • Yaşadığın en güzel anını anlatır mısın?
  • Hayatında neler için minnettarsın?
  • Hayatında sevgi nasıl bir rol oynuyor?
  • Çocukluğunla ilgili bir şey değiştirmiş olsaydın bu ne olurdu? Neden?

Görüldüğü üzere iki soru grubu çok farklı. İlk grup daha çok bilgi alışverişine, ikinci grup yakınlık kurmaya dayanıyor. Yakınlık ne demek? Yakınlık, insanın iç dünyasının anlaşılması, onaylanması ve bununla ilgilenilmesidir.

İkinci soru grubu daha duygu odaklı ve kişilerin kendi iç dünyalarını paylaşmasını teşvik ediyor. Bu sorular daha samimi bir sohbet ortamı yaratıyor. Bu araştırma doğru sorularla güçlü bağlar kurabileceğimizi net olarak gösteriyor. İşte bu makalemiz tam da bunun üzerine kurulu.

Bu makalenin amacı, ailelerin çocuklarını keşfetmesi ve onlarla güçlü ilişki kurabilmesi için soru sormanın öneminden bahsetmek ve ilişkileri güçlendiren soru türlerini sizlere sunmak.

Bu makalede şu sorulara yanıt arayacağız:

  • Sohbet etmek neden önemlidir?
  • Sohbet olmazsa ne tür sıkıntılar ortaya çıkar?
  • Bir konuşmayı sohbet yapan nedir?
  • Aileler nasıl sorular sormalı ki çocuğunu keşfetsin?
  • Ne tür sorular sohbeti bitirir?
  • Daha güçlü bağlar kurmak için sorular nasıl olmalıdır?

Özetlersek:

  • Uzun ve sağlıklı yaşamanın sırı zannedildiği gibi genetik beslenme veya egzersiz değil, sevdiklerimizle güçlü sosyal bağlar kurmaktır. Ailemize, yakınlarımıza doğru sorular sormak, onlarla ilişkilerimizi geliştirmenin ve güçlü sosyal bağlar kurmanın en güzel yollarından biridir.
  • Ailesinden uzak kalan çocuklar kendilerinden bir şey çalınmış gibi hissederler ve hırsızlık gibi suçlar işleyerek aynı şekilde başkalarından bir şeyler çalma eğilimi gösterirler. Ailesinden aynı, sevgisiz büyümek bir çocukta travmalara yol açar. Çocuklardaki sorunların temelinde sevgisiz büyümeleri yatar.
  • Bir çocuk için ebeveyniyle duygusal bağ kurmak, beslenme gibi fiziksel ihtiyaçlardan bile daha önemlidir. Çünkü çocuklar, fiziksel olarak doyurulduğunda değil, duygusal olarak doyurulduğunda sevildiklerini hissederler. Ebeveyniyle güvenli bağ kuran çocuklar sevgiye ve insanlara güvenirler: ebeveyniyle güvenli bağ kuramamış insanlara göre göre çok daha mutlu, sağlıklı, başarılı ve uzun bir hayat sürerler.
  • Güvenli bağlanmanın ve ilişki kurmanın en iyi yollarından biri de sohbet etmektir, Sohbet etmeyi kolaylaştıran en güçlü mekanizma ise güçlü sorular sormaktır.
  • Güçlü sorular yakınlık kurmayı amaçlar, yani karşımızdakinin iç dünyasını anlamayı, onaylamayı ve onunla ilgilenmeyi. Bu sorular, karşımızdakini iç dünyasını paylaşmaya teşvik eder ve samimi bir sohbet ortamı yaratır.

 

Kaynak: Özgür Polat