Farkındalık

Parasal Sistemi Anlamak-2.Bölüm

Parasal Sistem

 

2. Bölümümüzde bir ülke nasıl sömürülür ve bunun için ekonomik tetikçiler neler yaparlar bunlardan bahsedeceğiz.

Bir ulusu fethetmenin ve köleleştirmenin iki yolu vardır. Biri kılıçla. Diğeri ise borçla.-John Adams -1735-1826

 

Bir Ekonomik Tetikçinin İtiraflarıJohn Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” adlı kitabını da okumanızı tavsiye ederim. Bu kitapta bazı önemli konulara değineceğim ve kendisi şunları anlatmaktadır.:

Biz ekonomik tetikçiler aslında bu ilk gerçek küresel imparatorluğun kurulmasından sorumlu kişileriz ve çeşitli çalışma yöntemlerine sahibiz.

 

Ancak bunların en yaygını şöyle işler: Petrol gibi şirketlerimizin ilgisini çeken kaynaklara sahip bir ülke belirleriz ve sonra dünya bankası ya da ilgili alt kuruluşlardan bu ülkelere yüklü borçlar ayarlarız. Ama para tam anlamıyla o ülkeye gitmez.

 

Bunun yerine bu ülkede altyapı projeleri yürütmeleri için büyük şirketlerimize gider. Bunlar enerji santralleri, sanayi parkları ve limanlar gibi şirketlerimizin yanı sıra bu ülkedeki bir avuç zengine fayda sağlayan şeylerdir ama halkın büyük kısmına fayda sağlamaz. Ancak bu halk ve ülkenin tamamı büyük bir borca girmiş olur.

 

Bu borç öyle büyüktür ki ödeyemezler ve ödeyememeleri planın bir parçasıdır. Bir noktadan sonra biz ekonomik tetikçiler onlara gider ve “Bakın bize çok borçlusunuz ve bunu ödeyemiyorsunuz, bu yüzden petrolünüzü ucuz fiyata petrol şirketimize satın. Ülkenize askeri üst kurmamıza izin verin. Irak gibi yerlerde birliklerimize destek olacak askeri birlikler gönderin ya da bir sonraki Birleşmiş Milletler oylamasında lehimize oy kullanın deriz veyahut elektrik şirketlerine ve su ve kanalizasyon sistemlerini özelleştirerek bunları Amerika ya da çok uluslu başka şirketlere satmalarını sağlarız.” deriz.

 

Yani ortada zincirleme bir etki var. IMF ve Dünya bankası işte bu şekilde çalışıyor. Bir ülkeyi borca sokuyorlar ve öyle büyük bir borç oluyor ki ödeyemiyorlar. Sonra bu borcu finanse etmeyi(ödemeye) önerip daha da fazla faiz istiyorlar adına şartlılık ilkesi veya iyi yönetimde denen karşılıklar talep ediyorlar; bu kaynaklarını satmak zorunda anlamına geliyor. Bu da sosyal, kamu, okul sosyal ceza-infaz ve sigorta sistemlerini yabancılara satmak demek. Yani bir verip iki hatta üç-dört alıyorlar.

 

Ekonomik tetikçiler ilk olarak 1950 lerin başında ortaya çıktı. O zamanlar İran’ın başında demokratik yollarla seçilmiş Muhammed MOSSAD vardı. Orta doğu ve dünya genelinde demokrasi için bir umut olarak görülüyordu. Time dergisinde yılın kişisi seçildi. Ancak gündeme getirip uygulamaya çalıştığı konulardan biri de yabancı petrol şirketlerinin İran’dan aldıkları petrol karşılığında çok daha fazla para ödemeleri ve İran halkının kendi petrollerinden daha çok faydalanması gerektiği fikriydi.

 

Tuhaf bir politikaydı. Bu hoşumuza gitmedi tabii. Ama normalde yaptığımız gibi ordu göndermekten korkuyorduk. Bunun yerine Tedy Roseveltin akrabası olan CSI ajanı olan Kelbirt Roosevelt’i gönderdik. Kelbirt cebinde birkaç milyon dolarla gitti ve çok ama çok etkili çalışarak kısa süre içinde Muhammed MOSSAD’ı indirip yerine petrol konusunda eli açık olan İran Şahını getirmeyi başardı. Ve bu çok işimize yaradı. Bu da ülkeleri manipüle etmek, imparatorluklar kurup yeni bir ordu kurmanın yoluydu.

 

Guatemala

Jacobo Arbenz GuzmanRoosevelt’le ilgili tek sorun tescilli bir CIA ajanı olmasıydı ve yakalanması halinde çok ciddi sorunlar çıkabilirdi. İşte bu noktada paranın Dünya Bankası, IMF ya da benzeri kurumlar aracılığıyla aktarılması ve işe benim gibi özel şirketler için çalışanların dahil edilmesi için özel uzmanların kullanılması kararlaştırıldı.

 

Böylece yakalanmamız dahilinde bunun hükümet için bir seviyesi olmazdı. Guatemala’nın başında Jacobo Arbenz Guzman başkanı olduğu zaman ülke, büyük bir uluslararası şirket olan United Fruit Company ‘in etkisi altındaydı ve Arbenz toprakları tekrar halka vermek istediğini belirtip duruyordu. Yetkiyi aldığı andan itibaren tam olarak bu dediklerini gerçekleştirecek politikalarını izlemeye başladı.

 

United fruit bundan pek hoşlanmadı. Bir hakla ilişkiler firmasıyla anlaşıp Amerika’da büyük bir kampanya yürüterek Amerikan halkını Amerikan basınını, Amerikan senatosunu, Arbenz’in bir Sovyet kuklası olduğuna, o konumda müsaade edilmesi halinde Sovyetlerin bu yarımkürede de bir ayağın olacağına ikna etmeye başladı.

 

O dönemde herkesin aklında Kızıl Terör, Kominist Terör korkusu vardı ve uzun lafın Komünist halkla ilişkiler kampanyası sonucunda bu adamı indirmeleri için CIA ve orduya yetki verildi. Ve sonunda indirdik de. Uçaklar, askerler, ajanlar yolladık. Onu indirmek için ne var ne yok yolladık ve bunu başardık. Arbenz devrilince yerine yeni biri geçti ve United Fruit gibi uluslararası şirketlerle işleri tekrar eski seviyeye taşıdı.

 

Jaime_Roldós_AguileraEkvador

1981 de Ekvador uzun yıllar boyunca Amerikan yanlısı ve çoğunlukla gaddar yanlılar tarafından yönetildi. Sonra gerçek anlamda demokratik bir seçim yapmaya karar verdiler. Yönetimi Jaime Roldos Aguilera aldı. Ve Ekvatorun kaynaklarının insanlara yardım etmek için kullanılacağıydı.

 

Ekvatorda daha önce görülmemiş bir oy çoğunluğuyla başkan seçildi. Petrolden gelen gelirin insanlar için kullanılması amacıyla bu politikalarını uygulamaya başladı. Biz Amerika’dakiler bundan hoşlanmadık. Jaime Roldos u değiştirip uzlaşmalar için görevlendirilen ekonomik tetikçilerden biri de bendim.

 

Görevimiz oyunumuzu oynarsa kendisi ve ailesinin çok zengin olacağı ama vadettiği politikaları izlemeye devam ederse başkanlığının biteceğini anlamasını sağlamaktı. Bizi dinlemedi. Suikasta kurban gitti. Uçak düşer düşmez tüm bölge güvenlik alanına alındı. Bölgeye sadece yakın Amerikan üstünden gelen askerler ve az sayıda Ekvador askeri alındı.

 

Soruşturma başlatıldığında 2 önemli tanık şahitlik edemeden önce araba kazasında öldü. Olaya bakan çoğu kişi bunun bir suikast olduğunu anlıyordu ve bir ekonomik tetikçi olarak ben de Jame’nin başına bir şeyler geleceğini biliyordum. Ya darbe olacaktı ya da suikast… Emin değilim ama bir şekilde indirilecekti çünkü yozlaştırılamıyordu. Onu istediğimiz şekilde yoldan çıkarmamıza izi vermiyordu.

 

1981 Panama başkanı Omar Torrios en taktir ettiğim insanlardan biriydi. Ülkesine gerçekten yardım etmek istiyordu. Ona rüşvet verip yoldan çıkarmaya çalıştığımda bana dedi ki: “Bak john paraya ihtiyacım yok. Asıl ihtiyacım olan şey, ülkeme adil davranılması. Amerika’nın burada tüm yıkımın karşılığı olarak halkıma ödemesine ihtiyacı var.

 

Bizleri sömüren siz Kuzeylilerden kurtulmaya ihtiyacı var ülkemin. Panama kanalının, Panama halkının olmasına ihtiyacım var. Bunları istiyorum bu yüzden o yüzden beni rahat bırak. Rüşvet vermeye kalkma” 1981 yılının Mayıs ayıydı ve Jaime Roldos a suikasta uğramıştı ve onlarda bunun farkındaydı. Omar Torrios ailesini toparladı ve onlara dedi ki:”Muhtemelen sıra bende ama sorun değil, yapmak istediğimi yaptım.

Panama Kanal anlaşmasını

Kanal anlaşmasını yeniledim (Panama Kanalı, Orta Amerika’nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alır ve Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birbirine bağlayan su kanalıdır) Kanal artık bize ait olacak. Aynı yılın haziran ayında yani birkaç ay sonra o da bir uçak kazasında öldü.

 

Bu kazanın da CIA in desteğiyle ayarlandığı barizdi. Bulunan deliller Toriosun korumalarından birinin uçağa binmeden hemen önce ona ufak bir kaset çalar verdiğini ve bu kaset çaların aslında bir bomba olduğunu gösteriyor.

Venezualla
Venezualla 2002

Bu sistemin yıllarca aynı şekilde işlemiş olması beni hep şaşırtmıştır. (Uğruna verdikleri bir yolculuk, insan ya rüşvetle ya da öldürmekle tehdit ediliyor. Ama halkı için bir şey yapmaya çalışan devlet adamları öldürülüyor.

 

Halkın bir şey kazanmasını bu sistem istemiyor. Sadece biz orta ve fakir kesim insanlar köle olursa onlara bir şey yaptırabiliriz mantığı var. Modern dünyada bunu borç oluşturularak yapılıyor. Rahatlığa alıştırılıyor, Aşağılık kompleksi oluşturuluyor, rekabet kızıştırılıyor, eksiklik hissi yaratılıyor, değersizlik oluşturuluyor ve para yüzden açgözlü insan grubu meydana geliyor.) Ancak ekonomik tetikçiler kendilerini sürekli geliştirdiler.

 

Hugo ChavesSonra üzerinde az zaman geçmiş olan Venezuela olayları başladı. 1998 de yıllarca süre gelmiş ve ülke ekonomisini mahvetmiş, yozlaşmış başkanların ardından yine bu tür rakiplerin arasından Hugo Chavez başkan seçildi.

 

Caves Amerika’ya karşı durdu. Venezuela petrolünün (Vikipedia: Dünyanın bilinen en büyük petrol rezervlerine sahiptir ve önde gelen petrol ihracatçılarından biridir. Önceleri ülkenin ana ihracat kalemini kahve ve kakao gibi işlenmemiş tarım ürünleri oluşturuyorken petrol kısa sürede liderliği ele almış ve devlet gelirlerinin büyük bölümünü oluşturmuştur.) Venezuela halkına katkı sağlayacak şekilde kullanılmasını savundu. Bu bizim hoşumuza gitmedi tabii. O yüzden 2002 de bir darbe tasarlandı ve benimle çok sayıdaki insanın emin olduğu şekilde arkasında CIA vardı.

 

Darbenin uygulanma şekli Kermet Roosevelt’in İran’da uyguladığı yöntemlerle benzeşiyordu. Sokaklara çıkıp isyan etmeleri, protesto etmeleri,  Chavez’i itibarsızlaştırmaları için insanlara para verilmişti.

 

Bunu yapacak birkaç bin kişi ayarlarsanız televizyonlar sanki tüm ülke böyle düşünüyor gösterilebilir ve zincirleme etki başlardı. Buna algı yönetimi diyoruz. Ancak bu çaba işlemedi. Zeki bir adamdı. Arkasında sağlam bir halk desteği vardı. Böylece bunu atlattı. Bu Latin Amerika tarihinde en harika olan olaylardan biridir.

 

Irak 2003

2003 Irak tüm bu sistemin nasıl çalıştığı konusunda mükemmel bir örnektir. Biz ekonomik tetikçiler il savunma hattıyızdır. İçeri gireriz. Hükümetleri yoldan çıkarmaya ve sonradan onlara sahip olmak için koz olarak kullanacağımız BÜYÜK BORÇLAR ALMALARI İÇİN İKNA ETMEYE ÇALIŞIRIZ.

 

Panama başkanı Omar Torriosa; Ekvatorda Jame Rodsa ya karşı gibi başkanlar karşısında başarısız olursak yani yoldan çıkmak istemezlerse 2. savunma hattı olarak ajanları göndeririz. Ajanlar yöneticileri ya aşağı indirir ya da öldürür. Sonrasında da yeni yöneticiler gelir ve her şey yoluna girmiş olur eğer yeni gelen kurallarımıza uymazsa başına ne geleceğini bilir. Irak konusunda bu 2 yaklaşım konusunda başarısız oldu.

 

Saddam HüseyinEkonomik tetikçiler Saddam Hüseyin’le anlaşamadı. Çok çabaladık. Sonra onu indirmeleri için ajanlar yolladık ama başaramadılar çünkü çok sıkı korunuyordu. Sonuçta zamanında CIA için çalışmış ve Irak’ın eski bir başkanın öldürülmesi için tutulmuştu. Bu görevi başaramamıştı ama sistemi anlamıştı.

 

Bizde 1991 yılında Ordu gönderip Irak ordusunu saf dışı bıraktık. Bu şekilde Saddam Hüseyin’in yola geleceğini düşünüyorduk. O dönemde onu indirebilirdik fakat bunu istemiyorduk çünkü tam istediğimiz gibi güçlü bir adamdı.

 

Halkını kontrol edebiliyordu. Kürtleri kontrol edip İran gibi kendi sınırlarında tutar ve bize petrol pompalamayı sürdürür sanıyorduk. Ordusunu ele geçirip “Yola gelir artık” dedik. Bu yüzden ekonomik tetikçileri tekrar gönderdik.

 

Yine başarısız oldular. Başarılı olsalardı Saddam halen ülkenin başında olurdu. İstediği uçakları ya da herhangi bir şeyi ona satardık. Ama başarılı olamadılar. Ajanlarda başarılı olamadı. Bizde tekrar ordu gönderdik ama bu kez kararlıydık ve onu indirerek bu süreçte oldukça karlı inşaat anlaşmaları yaptık.

 

Yok ettiğimiz bir ülkeyi yeniden inşa etmemiz gerekiyordu ve bu durum büyük inşaat firmalarına sahipseniz sizin için oldukça karlıdır. Irak’ta 3 aşamalı bir durum oldu: Ekonomik tetikçiler başarısız oldu. Ajanlar da başarısız oldu ve son yöntem olarak bizde orduyu yolladık.

 

Bu şekilde bir imparatorluk yarattık ama bunu son derece gizli kapaklı yaptık. Geçmişteki tüm imparatorlukların temelinde ordu vardı ve herkes onları yarattıklarının farkındaydı. Yani İngilizler bunu yaparken biliyordu.

 

Fransızlar, Almanlar, Romalılar, Yunanlılar bunu biliyordu ve bununla gurur duyuyorlardı. Her zaman medeniyeti yaymak dini yaymak gibi bahaneleri oluyordu ama bir imparatorluk yarattıklarını biliyordu. Ama biz bilmiyorduk. Amerika’da yaşayan halkın büyük çoğunluğu bu değirmenin soyunun gizli bir imparatorluktan geldiğini ve köleliğin en çok günümüzde yaşandığının farkında değildir.

 

Şu soru aklınıza gelebilir: Bu bir imparatorluksa imparator kim peki? (Küreselciler) Amerika başkanları değil elbette. İmparator dediğin seçimle gelmez kısa süreliğine görev yapmaz ve kimseye hesap vermesi gerekmez. İmparator gözüyle baktığımda bir oluşum var ve ben ona ŞİRKETOKRASİ diyorum. Şirketokrasi, en büyük şirketlerimizi yönetenlerin oluşturduğu bir gruptur ve bu imparatorluğun imparatoru gibi davranırlar; doğrudan satın alarak ya da reklamcılıkla medyamızı kontrol ederler.

Şirketokrasi

Siyasetçilerimizin çoğunu kontrol ederler. Çünkü ya şirketler ya da yine şirketlerden gelen kişisel katkılar aracılığıyla kampanyalarını finanse ederler. Seçilmezler, hizmet süreleri sınırlı değildir, kimseye hesap vermezler ve en önemlisi de bu kişilerin özel şirketlerde mi yoksa hükümet içerisinde mi çalıştığını anlayamazsınız.

 

Çünkü hep bu ikisi arasında mekik dokurlar. Yani biri büyük bir inşaat şirketinin ya da bir petrol şirketinin başkanıyken bir anda Amerika’nın başkan yardımcısı ya da başkanı olabiliyor. Yönetim kademesinde genelde böyle bir iklim hâkim.

 

Yönetimde demokratlar ya da cumhuriyetçiler olur ve bunlar sürekli değişip durur. Aslında hükümetimiz çoğu zaman görünmezdir ve politikaları şirketlerimiz tarafından uygulanır. Ve hükümet politikalarını hazırlayan da yine bu şirketokrasidir. Sonra bunlar hükümete sunulur ve hükümet politikası adını alır. Yani ortada çok yakın bir ilişki var. İşin içinde komple teorileri falan yok. Bu insanların tüm yaptıkları tek bir amaç uğruna çalışmak:

 

Bu amaçla toplumsal ve çevresel harcamalar ne kadar olursa olsun karı en üst seviyeye çekmek. Borç, rüşvet ve siyasi bozgunlar aracılığıyla gerçekleştirilen bu şirketokrasi manipülasyonuna küreselleşme deniyor.

 

Federel Rezervler Amerikan halkını devamlı borç, enflasyon ve faiz aracılığıyla nasıl köleleştiriliyorsa, Dünya Bankası ve IMF de bu yöntemi küresel ölçekte kullanıyor. Plan çok basit: Bir ülkeyi ya liderini yozlaştırarak (rüşvet vererek ve/veya makam da yükselterek) para kullanarak borca sokuyor. Sonra belirli şartlar ve yapısal düzenleme politikaları dayatıyor. Bunlar genelde şu şekilde oluyor:

 

Para birimi devalüasyonu: Bir para biriminin değeri düşünce değeri onunla ölçülen her şeyin değeri düşer. Bu da yerel kaynakların fırsatçı ülkelere daha düşükten satılmasına neden olur.

 

Devalüasyon ile ithal malları pahalılaşırken yerli malların fiyatı da aşağı çekilmiş olur. Kurların belli bir istikrar içerisinde olduğu ya da sabit kur sisteminin uygulandığı kurlarda herhangi bir değişme yapılacaksa bu hükûmet tarafından yapılır. Hiçbir devlet kendi parasının diğer devletlerin parası karşısında değerinin düşmesini istemez. Ama bazen siyasi sebeplerle de yerli para, yabancı para karşısında değer kaybeder. Bir ülkenin toplam ithalatı toplam ihracatından fazla ise ithalat azaltılır, ihracat artırılır. Çünkü böyle bir durumda ekonomide dış ticaret açığı ortaya çıkmış demektir.

 

Toplumsa programlarda büyük fon kesintileri: Bu genelde eğitim ve sağlık hizmetlerini kapsar. Toplumun sağlığından ve bütünlüğünden taviz verilince suiistimale açık hale gelir.

 

Devlete ait işletmelerin özelleştirilmesi: Bu toplumsal olarak önemli sistemlerin yabancı şirketlerce kâr amacı ile satın alınması demektir. Örneğin 1999 da Dünya Bankası Bolivya hükümetinden en büyük 3. şehrinin su sistemlerinin işletilmesini bir Amerikan şirketi olan Bechtel’e satmasını istedi. Bu gerçekleşir gerçekleşmez halkın zaten zar zor ödediği faturalar iyice yükseldi. Sonra geniş çapta bir ayaklanma gerçekleşti ve Bechtel’le yapılan sözleşme iptal edildi.

 

Ticaret serbestliği vard: Bu dış ticarete konulan sınırlandırılmaların kaldırılarak ekonominin rahatlatılmasıdır. Bu şekilde bazı zararlı ekonomik uygulamalara izin verilmiş olur. Örneğin uluslararası şirketler kendi seri üretimlerini getirerek yerel ekonomiyi mahvedebilir.

 

Bunun bir örneği Jamaika’da yaşandı. Dünya bankasından borç alıp şartlarını kabul ettikten sonra batı ithalatları karşısında en büyük ihracat pazarlarını kaybettiler. Bugün çok sayıda çiftçi çalışamıyor. Çünkü büyük şirketlerle rekabet edemiyorlar. Bunun bir başka çeşidi de ekonomik darlıklardan faydalanıp gizli, kaçak ve işçilere resmen zulm edilen iş yerleri açmak.

 

Ayrıca üretim delegasyonları yüzünden çevre sürekli kirletilmektedir. Çünkü ülkelerin kaynaklarından faydalananalar çoğu zaman duyarsız şirketlerdir ve bunlar çok sayıda çevresel atık oluştururlar. Delegelasyon Devletin, şirketlerin çalışma alanından denetimi tamamen kaldırılması demektir. Gelmiş geçmiş en büyük çevre davası 30.000 Ekvador amazonu halka adına Cevron’un sahip olduğu Teksoy’a dava açmıştır.

 

Tahminlere göre verdikleri zarar 18 katı bir zarar var. Ekvatordaki olay bir kaza değildi. Petrol şirketleri bunu kasten yaptı. Atıkları imha etmeyerek bu şekilde paradan tasarruf edeceklerini biliyorlardı. Dahası dünya bankasının kayıtlarına göz atıldığında görülüyor ki fakir ülkelerde yoksulluğa karşı mücadele ediyorlarmış gibi görünen kurumlar aslında karlarını arttırırken yoksulluğu ve gelir eşitsizliğini arttırıyormuş. 1960 yılında Dünyanın en zengin 5. halkıyla en fakir 5. halkı arasındaki gelir farkı oranı 30:1 (1/30) du. 1998 de bu oran 1/74 oranı oldu.

 

Küresel Gayri safi milli hasıla 1970 le 1985 arasında %40 artarken fakir ülkelerde bu artış %17 de kaldı. 1985 ile 2000 yılları arasında günde 1 dolardan az kazananların sayısı %18 arttı. Amerika Birleşik devleti meclisinin ekonomik komitesi bile dünya bankası projelerinin sadece %40’ının başarılı olduğunu kabul etti. 1960’ların sonunda dünya bankası Ekvador’a büyük borçlar yükledi. Sonraki 30 yıl içinde fakirlik %50’den %70’e işsizlik oranı %15’ten %70’e ve devlet borcu 240 milyondan 16 milyar dolara çıktı. Buna karşın fakirler için ayrılmış kaynakların oranı %20’den %6’ya düştü. Aslında 2000 yılında Ekvador ülkenin ulusal bütçesinin yarısı borçları ödemek için ayrıldı.

 

Şunu anlamak çok önemli Dünya bankası aslında Amerikan çıkarlarını gözeten bir dünya bankasıdır. Çünkü sermayeyi en büyük Amerika sağladığından kararları reddetme gücü vardır. Peki bu parayı nereden buldu? Doğru tahmin ettiğiniz. Kısmi Rezerv Bankacılığında YOKTAN VAR ETTİ.

 

Yıllık Gayri Safi Yurt içi hasılaya göre Dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51’i, şirketlerdir. Bunların 47 si Amerika Merkezli. Exxon Mobil, Ford Motor, General Motor, Wal-Mart DaimlerChrysler gibi firmalar ekonomik olarak daha üstün ve sınırlı ticaret ortadan kalktıkça para birimleri dalgalı piyasada manipüle edildikçe ve ülke ekonomileri rekabet ve küresel kapitalizmin lehine işledikçe imparatorlukta genişliyor. Uyanıp, 52 ekranlık televizyonunuza bakarsınız. Amerika ve demokrasiden bahsedenleri dinlersiniz. Ne Amerika var ne de demokrasi. Sadece IBM ve ITT var. Günümüzün ulusları artık bu ve benzer firmalar oldu.

 

Dünya, iş dünyasındaki bir avuç güç tarafından ele geçiriliyor. Ve bu güçler yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz kaynaklara hükmederken, bu kaynaklara ulaşmak için ihtiyaç duyduğumuz parayı da kontrol ediyorlar. Bu işin sonunda dünya tekelleşecek ve insan hayatına değil finansal ve tüzel güce dayalı hale gelecek. Bu eşitsizlik devam ettikçe haliyle daha çok insan umutsuz hale gelecek.

 

Buda bu düzende sisteme karşı gelen herkesle başa çıkmak için yeni bir yol bulunmasını zaruri kıldı. Böylece teröristler doğdu. Terörist, düzene karşı çıkmayı seçen herkes için tasarlanmış boş bir tabidir. Aslında 1980 yılında kurulmuş Amerika destekli mücahitlerden oluşan bir bilgisayar veri tabanının adı olan kurgusal El kaide ile karıştırılmamalıdır.

“Gerçek şu ki, El Kaide diye bir İslam ordusu ya da terör örgütü yok. Ve bunu her bilgili İstihbarat yetkilisi biliyor. Ama kimliği belli olan bir varlığın varlığına halkı inandırmaya yönelik bir propaganda kampanyası var…Bunun arkasındaki ülke propaganda ABD’dir- Robin Cook – Eski İngiltere Dışişleri Bakanı

2007 de savunma bakanlığı bu sözde terörizmle mücadele adı altında 161 milyar dolar bütçe aldı. Ulusal terörle mücadele merkezine göre 2004’te sözde terörist eylemleri yüzünden dünya genelinde ölen insan sayısı 2.000’dir. Bunlardan 70 tanesi Amerikalı. Bu sayıyı genel ortalama olarak kabul edersek ki bu sayı oldukça yüksek. 1 yılda fıstık alerjisinden ölen kişi sayısının terör saldırılarında ölenlerin 2 katı olduğunu görüyoruz.

 

Ayrıca Amerika’daki başlıca ölüm sebebi her yıl yaklaşık 450.000 kişiyi öldüren kroner kalp hastalığı. Lakin 2007’de hükümetin bu konudaki araştırmalara ayırdığı bütçe yaklaşık 3 milyar dolar. Bu demek oluyor ki Amerikan hükümeti 2007’de terör saldırılarını önlemek için yılda terörizmden 6.600 kat daha çok öldüren hastalığı önlemek için ayırdığı bütçenin 54 katını ayırmış.

 

Yine de terörizm ve El kaide tabirleri haber bültenlerinde Amerikan aleyhine olan her türlü eylemi ifade etmek için kullanıldıkça bu mitte giderek büyüyor. 2008 yılında Amerika Adalet Bakanı Amerikan Meclisinin bir fanteziye savaş açmış olduğunu resmi olarak beyan etti. Temmuz 2008 itibariyle Amerika’nın terörist izleme listesinde 1 milyondan fazla kişi olduğundan bahsetmeye gerek bile yok. Bu sözde terörle mücadele önlemlerinin elbette toplumu savunmayla bir ilgisi yok. Hem içeride hem de dışarıda Amerikan karşıtı düşünceleri bir düzene oturtmakla alakası var.

 

Bunun temelinde de dünyayı sömüren o gözü doymayan imparatorluğun büyümesi var. Dünyamızdaki gerçek teröristler gece yarısı bir rıhtımda buluşmuyor. Ya da terör saldırılarından önce “Allahu ekber” diye bağırmıyorlar.

 

Dünyamızdaki gerçek teröristler 5.000 dolarlık takım elbiseler giyip finans, hükümet ve iş dünyasında en üst pozisyonda çalışıyorlar. Peki ne yapacağız? Bu sistemi nasıl durduracağız? Sırf şirketokrasinin Wall Street’te kar etsin diye enerji kaynaklarını ve afyon üretimini kontrol etmesi için Irak ve Afganistan’da milyonlarca kişinin ölmesine göz yuman bu sapkın topluluğa nasıl engel olacağız?

 

Fakir insanları alışveriş kölesi yapan, manipülasyon uğruna terör saldırıları düzenleyen, temelinde istismar yatan toplumsal operasyonlara imza atan veya kişisel özgürlükleri sistematik olarak azaltıp, kendini kendi eksikliklerinden korumak için insan haklarını ihlal eden bu açgözlü ve yozlaşmış sistemi nasıl durduracağız?

 

Dış ilişkiler konseyi, üçlü komisyon, Wildenberg kurulu ve kapalı kapılar ardında yaşamlarımızın siyasi, finansal, toplumsal ve çevresel etmenlerini kontrol eden ve demokratik olmayan yollarla seçilmiş başka gruplar gibi çeşitli kuruluşlarla nasıl baş edeceğiz? Cevabı bulmak için öncelikle bunların altında sebebi bulmalıyız. Çünkü işin aslı bu bencil, yozlaşmış, tek umursadığı güç ve kar olan gruplar, sorunun gerçek kaynağı değil.

 

Evet merak ediyorsanız 3. Bölüme kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bakalım daha neler varmış?…