Herkese merhaba sevgili dostlarım. Hayatımda benim ve özellikle biz insanlar için en önemli gördüğüm ve araştırdığım konuları kendi bloğumda yazmak bana müthiş keyif veriyor.
Bence herkesin bir blog sayfası olmalı. Çünkü herkes kendi ilgi alanı ve/veya uzmanlık alanını en azından bu ortamda sesini bilincimiz ve farkındalığımız açısından duyurmalı olduğunu düşünüyorum. Bugün sizlere özellikle okul eğitiminin neden gerçek hayatta işe yaramadığını ve tam olarak sağlıklı ne gibi uygulamalarda bulunabiliriz ondan bahsetmek istiyorum.
Ne dersiniz hadi başlayalım mı?
Geleneksel Sınıf
Öğretme ve öğrenme biçimlerimizin, bin yılda bir karşımıza çıkacak bir dönüm noktasına gelmiş olduğunu düşünüyorum. Geleneksel sınıf modeli değişen gereksinimlerimize artık uymuyor.
Temelde EDİLGEN bir öğrenme biçimi bu, oysa dünyada karşılaşacağımız tüm bilginin giderek daha da etkin bir biçimde işlenmesini gerektiriyor. Mevcut standart sınıf modeli, öğrencileri yaş gruplarına göre, bir araya toplamaya, HERKES İÇİN AYNI HIZDA İLERLEYEN DERS PROĞRAMLARI oluşturmaya ve öğrencilerin süreç içerisinde bir şeyler öğreneceğini UMMAYA dayanıyor. Yüz yıl önce bunun en iyi model olduğu varsayılsa da, en iyi olmadığını artık kesin.
Eski öğretme yöntemi ile yenisi arasında bir boşluk var ve dünyanın her yerinde çocuklar bu boşluktan düşüyorlar. Dünya hep hızlı değişiyor ama sistem ya hiç değişmiyor, ya da olduğundan çok yavaş ve çoğu zaman da yanlış hızda oluyor. Çocuklara öğretilen şeyler ile aslında öğrenmeleri gereken şeyler arasındaki boşluk her gün –her işlenen ders- büyüyor.
Bütün bunları yazıya dökmek gerçekten çok kolay. Herkes bu konunun uzmanı olsun veya olmasın bir şeyler söylüyor. Bazılarımıza göre, ders saatleri aza indirgensin, bazılarımıza göre belli formatta gitsin, bazılarımıza göre, ev ödevleri çok olmasın, bazılarımıza göre, konular biraz ağır olsun, bazılarımıza göre, “çocuklarımızı çok sıkı mı tutmalıyız, yoksa gevşek mi bırakmalıyız?” derdindeler.
Acaba çok mu fazla test yapıyoruz, yoksa yeterince yapmıyor muyuz? Test demişken, standartlaştırılmış sınavlar kalıcı öğrenmeyi mi ölçüyor, yoksa standartlaştırılmış sınava girme becerisini mi? İnsiyatif almayı, kavramayı, özgün düşünceyi mi destekliyoruz, yoksa yalnızca boş bir oyunu mu sürdürüyoruz?Biz yetişkinler bile bazen kendi adımıza da bu konularda endişe duyabiliyoruz. Resmî eğitim bittikten sonra öğrenme kapasitemize ne oluyor? Zihinlerimizi nasıl eğitelim ki, tembelleşip katılaşmasınlar? Halan yeni şeyler öğrenebilir miyiz? Nerede ve nasıl?
Eğitim hakkında bütün bu bahsettiklerim sağlıklı aslında, çünkü her şeyin birbirine bağlı olduğu günümüz rekabetçi dünyamızda, öğrenmenin ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu doğruluyor aslında. Sorun, bu konuların sağlıklı bir şekilde uygulamaya geçememesidir. Eylem olduğunda da, bu çoğu zaman hiyararşik bir şekilde yukarıdan aşağıya dayatılan ve yararı kadar zararı da olan politik şeklinde oluyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, her sene başka kitaplar değiştire değiştire yeni yöntemler sunduklarını söylüyorlar peki değişim sadece kitap ve okullara IPADlerle öğrenme uygulaması mıdır? Yoksa gerçekten öğrenmeyi “TAM” olarak hedef alınabiliniyor mu? “TAM” olarak öğrenmekten neyi anlıyoruz? Bu uygulamaları halen kuşkulu görmekteyim.
Daha da kötüsü, çoğumuzun bu eğitim çatlağıyla ilgili temel problemi görmüyor olmamız. Mezuniyet notlarıyla ve test puanlarıyla ilgili bir problem değil tam olarak, bunların insan yaşamının gidişatında NE ANLAM İFADE ETTİĞİYLE ilgili bir problem.
Bu uygulama politikasında şunu sormaya ihtiyaç duyuyorum: Ekonomi pastasını büyütmek için çocuklarımıza gereç veya sağlıklı bir ortam sağlanamadığından potansiyellerini ziyan mı edecekler ya da tehlikeli yönlere mi kaydıracaklar? İzlediğim bir film vardı; “The Tall Man” bu film tam olarak istismar edilen çocuklarımızın potansiyellerini kullanılamadığını anlatıyor.
Bu soruların hem pratik hem de ahlakı yönleri var. Bence hepimizin doğru ve tam olarak eğitilmesi, her birimiz için önem taşıyor. Dehanın nerede ve ne zaman ortaya çıkacağını kim bilebilir? Hindistan’da küçük bir köyde yaşayan kızın, kanseri tedavi etmesi konusunda dünyaya büyük katkısı olabilir.
Ozon tabakasının delinmesi konusunda iyileştirmeler atabilecek dünyanın çeşitli yerlerinden birileriçıkabilir. Bu, sizde olabilirsiniz. Onların yeteneklerine ziyan olmasına neden izin verelimi ki?
Çoğumuz harekete geçmek yerine ufak değişiklikler hakkında konuşmayı seviyoruz. Ya hayal gücümüzün yetersizliğinden ya da ortalığı karıştırmamak için, konuşmalar genellikle temelli bir SORGULAMANIN çok gerisinde kalıyor, onun yerine TEST PUANLARI ya da MEZUNİYET RAKAMLARI gibi tanıdık ama yersiz takıntılara odaklanıyoruz.
Bunlar elbette boş endişeler değil. Ama yine de asıl mesele, sonraki kuşaklarımız içinde dünyamızın daha güçlü, üretken, tatmin olmuş, potansiyelini tam anlamıyla kullanan ve gerçek demokrasinin sorumluluklarını anlamlı bir biçimde üstlenebilen bir toplum olup olmayacağıdır.
Sizi bilmiyorum ama, benim en çok eğitim konusunda düşündüren birkaç soru olmuştur: insanlar gerçekte nasıl öğreniyorlar? Standart bir sınıf modeli, okulda herkese ortak bir ders evde tek başına bir ödev halan anlamlı mı?
Öğrenciler, ÖĞRENMİŞ OLMALARI GEREKEN onca şeyi sınav biter bitmez neden unutuyorlar? Biz yetişkinler, okulda öğrendiğimiz şeylerle gerçek hayatta karşılaştığımız bilgiler karşısında neden bu kadar kopukluk hissediyoruz? Bu sorunların üstesinden gelmek sanırım o kadar kolay olamayabilir. Köklü bir değişim için en büyük değişim politik anlamda karar alıcılar tarafından olmaktadır.
Fakat değişim olmasını beklersek, çok geçikebiliriz. Yeni teknolojilerin sağladığı yaygınlaştırabilirlik ve erişebilirlilikle birleştiklerinde, bildiğimiz eğitimi sil baştan düşünebilme olasılığına dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunun en güzel örnekleri YouTube’u örnek verebilirim.
Sizin bir konuda gerçekten uzmanlığınızı konuşturabilir, hatta para dahi kazanabilirsiniz. Ama bizim önceliğimiz kesinlikle öğrenme ve öğretme olmalıdır. Matematik olsun, Fen olsun veya İngilizce olsun bu hangi ders olursa olsun herbir konuyu önünüze bir tahtaya yazarak anlatmaya başlayabilirsiniz. Yeterki değişmesini istediğiniz dünya siz olun. Bu uygulamaları sadece YouTube’la sanırlı kalmayabilirsiniz.
İyi bir web sayfası hazırlamayı bilen arkadaşınızdan kendi blog, ki bugün İnternette kendi blog sayfanızı açmak bu kadar kolayken yapabilirsiniz. Eğitimi sadece okullardan değil, internette udemy.com gibi birçok eğitim platformları var ve bunlar harika fark yaratıyor. Doğru bilgiyi doğru kişilerden aldığınız sürece gelişim daha yukarlara çıkacaktır.
Pasif Ve Can Sıkıcı Ortam
Peki sınıflarda en sıkıcı olan şeyler nedir desem? Tam elli dakika hiçbir şey neredeyse söylemeyen ve sadece pasif bir şekilde kollarımızı birbirine bağlı –bugün buna kreşte çiçek olun dedikleri şey- dersi dinlemekten bıkan bizler olmadık mı? Bir sonraki sınavda iyi bir not almaktan daha kalıcı ya da anlamlı bir şey hedeflemeyen ezber ve hazır formüllere ne demeli?
Bir sınıfın veya öğretimin nasıl olması gerektiği konusunda çok uzaklara bakmamız gerekmiyor, hatta bu konuda uzman bile olmanız hiç gerekmiyor. Kendinizden biçin; nasıl bir öğrenme ve öğretme atmosferi olmalı?
Bu eskimeye yüz tutmuş geleneksel sınıf modeli yerine, öğrencilerin dersler arasındaki bağlantılarını ve ilerlemeyi görmesini yardımcı olmayı ve her seferinde bir KAVRAMIN içselleştirilmesiyle edinilen ham bilginin, bir konuya gerçekten hakim olma düzeyine yükseltilmesini sağlayacak şekilde içgüdülerini biçimlendirmek, derse olan ilgilerini coşturacak çağrışımlarla konuyu dile getirseydik nasıl olurdu?
Kısacası, GELENEKSEL MÜFREDATIN bazen İtaat Uğruna Yok ettiği heyecanı –öğrenme sürecini AKTİF KATILIMI ve bunun getirdiği doğal COŞKUYU- yeniden canlandırmak, biz değişimi isteyen insanlar için bir fırsat olduğunu düşünüyorum bugünün.
Geleneksel eğitim sisteminin bilimi hiçe saydığı şu çarpıcı gerçeğe ne demelisiniz:
Odak
Ders saatleri 50 dakika boyunca ve pasif (edilgen) bir şekilde oturarak sadece öğretmenin anlattığı şeyleri dinlemek. Tam bir CAN SIKINTISI. 2006’da Ulusal Öğretme ve Öğrenme dergisinde Indiana Üniversitesi ’inden Alan Kalish adındaki bir profesörün dikkat süresi konusunda araştırmasına dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ortalama bir insanın dikkat süresi en fazla 10-15 dakikası olduğunu gözlemlemiştir. Bir öğretmen dersi anlatmaya başladığı yaklaşık 15 dakikadan sonra, konu ne kadar ilginç olursa olsun öğrencilerin ilgisini toplaması gerçekte çok zordur. Ve kafaları büyük oranda başka yere kayacaktır. Geleneksel sınıf modelinde artık son iki derste bu dikkat en fazla 3-4 dakikaya iniyordu.
Yani siz ne kadar çok anlatırsanız anlatın işe yaramayacaktır. Hatta satış sektöründe çalışan birisi olarak söylemeliyim ki, ürün konusunu anlatmam gerektiğinde en fazla 5 dakika beni müşterilerim zor dinliyordu. Bir de sosyal medyada kendinizi düşünün.
Akış halinde sosyal platformlarda gezinirken firmaların reklamları dikkatleri çekmesi için bugün dikkat süremiz 3-4 saniye için de hızla kaybolmuş durumda ve çok daha dikkat arttırıcı iaddialı reklamlar yapılmaya başlanmış durumda. Bu ne kadar sağlıklı tartışılır.
Çok eskilere gidelim; 1985 yılında yapılan bir araşatırma, öğrencilerin 20 dakikalık bir sunum sonrasında bilgilerin ne kadarını hatırlandığını sınıyordu. Puanlama amacıyla araştırmacı sunumu 5 dakikalık dört sunuma ayırmıştı. Sunumun en sonundaki bölümle ilgili hatırlama düzeyinin en yüksek seviyede olması bekleyebilirsiniz. Ama araştırma bunun tam tersini gözlemlemiştir. Yani sunum sonunda hatırlama daha az, sunumun başındaki bilgileri hatırlama oranları daha yüksek çıkmıştır. Yani sunumun başlarına öğrenciler daha fazla şey hatırlıyordu.
Bu araştırma, insan dikkatinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bize. Neden halen eski geleneksel sistemi zorluyoruz? 10 dakika bir ders anlatımı için ideal. Hatta benim videolarımı izlediyseniz, en fazla 13 dakikaya kadar sınırlamışımdır. Bilimin bulduğu bulgularla, sistemin işleyişi arasında ne kadar büyük bir çatlak var ve halen kafamızı aynı duvara toslamamızın anlamı nedir?
Öğrencilerin dikkatlerini tekrar toparlamak istiyorsanız, verilen ders konusu dışında, başka aktiviteler yapabilir ve tekrar bir 10 dakika ilgili konuya dönülebilinir. Çok zor değil. Gayet basit ve net. Kendinizden biçin! Canımız sıkılınca ya sigara içer ya başka bir aktiviteyle uğraşır ve sonra tekrar döneriz değil mi? Vücudum aslında bana her şeyi nasıl yapacağımı söylüyor.
Üniveristede bir hocam, bir gün kendi Amerika’daki okul dönemine ait bir anıyı paylaşmıştı: “Sabah okula gidip, profesörün ders anlatmasını beklediğini” söylemişti. Ama öyle olmamış. Ders anlatımından çok tartışamaya ağırlık verilmiş.
“Öğrencilerin ders metnini önceden okuduklarını ve sınıfta tartıştıklarını, ayrıca “Profesörler orada tartışmaya hükmetmek için değil, kolaylaştırmak için bulunduğunu ekleyerek, burada önemli olan konuya atıfta bulunmuş ve fikirleriniz oluşmaya başlamıştır. Sınıfta kendi katkılarımızın olduğunu hissettiğimizde yani, konuyu sahiplendiğimiz zaman artık dikkatimizin dağılması da ortadan kalkacağıdır. Ve 2 saat boyunca hiç dikkatlerinin dağılmadığını” bizzat kendi söylemiştir.
En önemlisi, bizim ve arkadaşlarımızın birlikte ürettiği fikirlerin gerçekten kalıcı olduğudur.
Gravyer Peynir
Önemli bir konuya daha değinmek istiyorum: Tam Öğrenme; öğrencilerin -ki ben de dahilim- bir kavramı gerektiği gibi tam anlamadan önce daha ileri bir konu veya kavramı anlamalarını bekleyemeyiz.
Bunu herhalde en çok yaşayan ben diyebilirim. Özellikle matematik konularını. Sınıfta konular ileliyor, ben anlamayınca geç kalırım korkusuyla bir önceki özünü, bağlantısını anlamadığım bir formülü ezberliyor ve sonraki diğer konuyu anlamayı bekliyordum.
Benim için öğrenmek biraz zaman alan bir şeydi ve geleneksel sınıf modeli; müfredata ve özelikle zaman açısından bana yetmiyordu. Zaman telaşı beni hep ezberlemeye itmişti. Herhalde bunu telafisini en çok dershanelerle veya özel öğretmenler tutarak gideriyorduk.
Ama her çocuğun bunları yapabilme gücüde yoktur. Ve bu çocuklarımız için telafiyi yapabilecek şey genelde sınıftaki öğretmeni olsa da, onların yaklaşımı da “bir an önce söylede işim var” dermişcesi görünmeleri. Yani öğrenmek zaman ve sabır isteyen bir şeydir. Ben bunu gravyer peynirine benzetiyorum. Öğrenemediğimiz her şey, bu delikleri temsil ediyor; öğrendiğimiz ise tüm kaplı alanları. Biz bu delikleri onaramadığımız sürece konuları anlamada zorluk çekecez. En iyi öğrenme bağdaştırarak öğrenmedir.
Bundan dolayı bilmediğimiz bir konu çok çok geriye bile gitse, o konuyu tekrar açıp, tekrar özümseyerek ve anlayana kadar bıkmadan, usanmadan öğrenmek olacaktır. Ancak bu şekilde ilerleme sağlayabiliriz. Tabii ki bunların dışından birçok dinamik etkenler vardır.
Ben bu dinamiklerden önemli olanlarından bahsediyorum. Bundan dolayı da bu makalemde geleneksel sınıf modeline meydan okumak istiyorum; geleneksel modelde, bir şeyin öğrenme zamanı SABİT, ama konunun anlaşılma düzeyi DEĞİŞKEN. Ben bunun tam tersini savunuyorum; bir şeyin öğrenme zamanı değişken, anlaşılma düzeyi sabit. Çünkü tek bir konu var ve tek bir doğru var bu sabittir. Onu anlaşılmaya itecek ise zamandır.
Aynı ödev herkese veriliyor ve tek beden herkese uyar yaklaşımı maalesef eğitimimizin ilerlemesini engelliyor.
Evet sevgili dostlarım, eğitim konusuna devam edecem. Beni izlemeye devam edin lütfen….