Kabuklarımızın Arkasına Sığınmak
Hiç, bir toplum içinde, kendi benliğimizin tüm özelliklerimizi başkalarına %100 gösterme cesaretinde bulunabildik mi? Bu özelliklerimiz aslında, bizim saklamaya ya da yadsımaya çalışmış olduğumuz tüm o yanlarımızı içerir. O dostlarımız, ailemiz tarafından ve en önemlisi de kendimiz tarafından “KABUL EDİLEMEZ OLDUKLARINA İNANDIĞIMIZ” o karanlık yönlerimizde gizlidir.
Bu kabul etmediğimiz karanlık yanlarımızı, başkaları görmesin diye, çok derinlere tıkıştırdığımız, kendimizden ve diğerlerinden gizlediğimiz kabuğumuzun-bilinçaltımızın- içindedir sürekli. Burada saklı olan şey açıktır aslında; “Ben sevilebilir değilim, ben uygun bir insan değilim, bende yanlış bir şey var, ben hak etmiyorum, ben sevgiye layık değilim” mesajları yatmaktadır.
Farkında olalım ya da olmayalım çoğumuz bu kabul edilmeyen inançları sahiplenmişizdir, . Çok daha derinlere bakarak orada korkunç bir şey bulacağımıza inanırız. İçimizdeki istenmeyen şeyle beraber yaşayamayacağımız bir şeyi keşfetmekten korktuğumuzdan, onu ayrıntılı incelemeye direniriz. Aslında biz, tüm benliğiyle saf olan KENDİMİZDEN KORKARIZ.
İçimizde bastırmış olduğumuz her düşünce ve histen korkarız. Çoğumuz bu korkularımızla bağlantıyı öylesine yitirmiştir ki, onu ancak inkar ederek görebiliriz. Bu korkularımızı, dış dünyada bulunan ailemize, dostlarımıza, komşularımıza veya yabancılarımıza YANSITARAK ancak GÖREBİLİRİZ.
Korkularımız o kadar büyüktür ki, onunla başa çıkabilmemizin tek yolu onu gizlemek ve reddetmektir. Böylece kendimiz ve başkalarını aldatan “MASKELERLE” dolaşmayı öğrenmiş oluruz. Bunda o kadar başarılı oluruz ki, maske taktığımızın bile farkına bir müddet varamayız. Çünkü kendimizi kandırma konusunda herkesten çok daha ustayızdır. Bunu da kendimize hikayeler anlatarak yaparız.
Başarısız ilişkilerle, kariyerlerle, diyetlerle ve hayallerle geçen yılardan sonra bile, bu rahatsız edici içsel sesleri bastırmaya devam ederiz. Kendimize iyi olduğumuzu ve her şeyin giderek çok daha iyi olacağını tekrarlar dururuz. Yarattığımız bu içsel seslerden kurtulmak için, ballandıra ballandıra kendimize ve başkalarına hikayeler anlatır dururuz. Bu sesleri artık biliyoruz: “Ben hak etmiyorum, ben sevgiye layık değilim, ben kusurluyum…” gibi. (Artık sizin değersizlik ve yetersizilik inancınızda ne varsa)
Karanlık yanımızı bastırmaya çalışmak yerine, YÜZLEŞMEKTEN EN ÇOK KORKTUĞUMUZ şeyleri ortaya çıkarıp “SAHİPLENMEMİZ” ve “BENİMSEMEMİZ” gerekir. “Sahiplenmek” derken, o kişilik özelliğin size ait olduğunu kabul etmenizden bahsediyorum; aptal yanınızdan, çirkin taraflarınızdan, öfkenizden, bağırmanızdan, olabilecek toplum tarafından kabul görülmeyen taraflarınızdan bahsediyorum.
Aslında değişim dediğim şey öncelikle kendi bilinçaltımızdaki birçok kişiliğimizin tüm özelliklerini kabul etmekle başlayacağını söyleyebilirim. Karanlık yanımız bizim KİMLİĞİMİZİN ÖZÜNÜ barındırır. Eğer görebilirsek, o bizim EN DEĞERLİ ARMAĞANIMIZIDIR. Evet yanlış duymadınız; en değerli armağanlarımızdır.
Eğer içimizdeki bu karanlık yanlarımızla “BARIŞMAYI” öğrenirsek, işte o zaman özgürlüğün tadına tam olarak varmış olacağızdır. Tüm benliğimizi kucaklayıp benimseyerek bu dünyada yapacağımız şeyi seçme özgürlüğünü elde etmiş oluruz. İçimizde her ne varsa onu gizlemeyi, maskelemeyi ve dışarıya yansıtmayı sürdürdüğümüz sürece, “OLMA” ve “SEÇME” özgürlüğüne sahip olamayız.
Karanlık yanlarımız bize yol göstermek ve tüm benliğimizi vermek için mevcuttur. Bu makalemizde yapacağımız şey, bizim bu karanlık yanlarımızı çıkarıp araştıracağımız bir kaynak yeri olacaktır. Bastırmış olduğumuz hislerimiz bir BÜTÜN OLMAK için bizimle her defasında bir iletişim kurmaya başlayacaktır. Sizin öfke tarafınızı veya niteliğinizi bir şekilde saklayıp, bu özelliğiniz ortaya tüm çıplaklığıyla insanlara gösterene kadar, size hep öfkeli ve ters insanlara denk gelmemiz tesadüf olmayacaktır. Çünkü bu yanınız özgürleşinceye kadar hayat size bu anları tekrar tekrar, bir kısırdöngü şeklinde size yaşatacaktır ki siz iyileşene kadar da durmayacaktır.
Bu kabullenilmeyen kişilik yanlarımız bastırıldıklarında çok daha zarar verici olurlar ve en uygunsuz anda ortaya çıkıverirler. Bir anda kendimizi işimizi kaybetmiş, eşimizden boşanmış veya oldukça fazla borç altında bulabiliriz. Bu durumlar hayatımızın her evresinde çıkıp pusuya yatmış bir kaplan gibi zayıf noktamızdan vurmaya çalışırlar.
Bizler karanlık yanlarımızla barıştığımızda yaşamınızda bambaşka şeye dönüşmüş olacaktır. İşte o zaman tırtıl harika bir biçimde bir kelebeğe dönüşecektir. O zaman artık “OLMADIĞINIZ BİRİ GİBİ GÖRÜNMEK ZORUNDA OLMAYACAKSINIZ.” Karanlık yanımızı benimseyip kucakladığımızda, artık korku içinde yaşamak zorunda olmayacağız. Bu istenmeyen özelliklerimizin “ARMAĞANLARINI” keşfedip, o zaman en sonunda gerçek benliğimizin tüm güzelliğiyle mutlu olabiliriz.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Tüm insani varsayılan ayarlarımızın hepsini bir bebek ya da çocukta görebilirsiniz. Biz doğduğumuzda kendimizi sever ve olduğumuz gibi kabul ederiz. Hiçbir inancımız daha tam oluşmamıştır. Hangi yanımızın iyi ya da kötü olduğunu yargılamayız. Varlığımızın Bütünlüğü içinde olur, anda yaşar ve kendimizi sınır tanımadan ifade ederiz. Büyüklerimiz bize nasıl davranacağımızı, ne zaman eve geleceğimizi, nasıl oturacağımızı, ne zaman uyuyacağımızı söylerler ve biz artık belli inançlara sahip olmaya başlarız.
Hangi davranışlarımızın kabul gördüğünü, hangileri reddedildiğini öğrenmiş oluruz. Sırf onların sevgisini alabilmek için çabalar dururuz. Çevremizdeki kişilere güvenmeyi ve onlardan korkmayı öğreniriz. Hatta öğrenilmiş çaresizliğin ne demek olduğunu da… Tutarlılığı ya da tutarsızlığı da öğreniriz. Etrafımızda hangi “KİŞİSEL ÖZELLİKLERİMİZ” kabul edilebilir, hangileri kabul edilemez olduğunu da… Tüm bu şeyler bizi andan uzaklaştırır ve kendimizi özgürce ifade etmemizi engeller.
Her zaman kendimizi olduğumuz gibi, tümüyle kabul etmemize izin veren masumiyetimizi, o deneyimi yeniden yaşatmamıza izin vermemiz gerekir. Tam bir insan olabilmek için tüm benliğimizi kabul etmemiz şarttır.
Bizi bu hayatta tutan tek şey “SEVGİDİR.” Her insan sevilmek ister. Hem de her canlı. Başkalarını sevmediğimizde aslında kendimizi sevmediğimizi de fark edebilirsiniz.
Ben iyi olmak yerine, bütün olmayı tercih ederim – Psikolog James jung
Aramızdan kaçımız iyi olabilmek, kabul edilmek için KENDİ NİYETLERİMİZİ TÜM ÇIPLAKLIĞIYLA ortaya koyabilmiştir?
Açık söylemem gerekirse, her birimiz “İYİ ve KÖTÜ” niteliklere sahip olduğumuz inancıyla büyütüldük. Ve insanların sevgilerini alabilmek ve kabul edilebilmek için, tüm o istenmeyen kötü kişilik yanlarımızı saklamak zorunda kaldık.
Bu inanç, bizi BİREY olmaktan uzaklaştırdı. Aslında hepimiz birbirimizin bir parçasıyız. Aslında bizim gerçekten iyi ya da kötü yanlarımızın olup olmadığını sormamız gerekir. Çünkü nefreti bilmeden, sevgiyi nasıl bilebiliriz? Peki korkuyu bilmeden cesareti nasıl anlayabiliriz? Hayatımız zıtlıklardan ibarettir ve her iki şeyin de birbirinden farkı olmadığı sürece, farkı göremeyeceğimiz gerçeğidir aslında.
Size şunu söyleyebilirim, hayatımıza giren tüm şeylerden biz, hem de %100 biz sorumluyuz desem. Ama dışarda olan şeyler sanki bizim dışımızda olduğu VARSAYIMI tam bir İLİZYONDUR. Demem o ki, eğer siz istenmeyen bir şey yaşıyorsanız, bu sizin içinizde oluyor, dışınızda değil. Birileri sizin sinirinizi bozuyorsa, bu o kişide gördüğünüz şeyin, sizin içinizdeki mevcut olan bir tarafınızı kabul etmediğinizin bir tepkisidir.
Dışarda olan şeyleri değiştiremeyeceğimiz ama, içimizde olan şeyler konusunda sorumluluk almak zorunda olduğumuzdur. Çünkü, hayatımıza giren insanlar bizi öfkelendirmek için geliyor ve taa ki siz kendi içinizdeki olumsuz tarafı kabul edinceye kadar da devam edeceği gerçeğidir bu. Bundan dolayı, biz dünya içinde yaşamıyor, bu dünyayı içimizde yaşatıyoruz.
Korkak ve cesur, aptal ve zeki, öfkeli ve şefkatli, bencil ve bonkör gibi tüm içimizdeki hareketsiz bulunan kişilik özelliklerimiz eğer tanınıp kabul edilmezse, birileri sizin yaranıza basıp öfkeleneceğinizin garantisini veriyorum. O kadar çok korkudan korktuk ki, korku bize kalın duvarlar örüp gerçekte kim olduğumuzu unuttuk. Açıkça ifade etmek istediğim şey, Karanlık yanlarımız; “öfke, kıskançlık, nefret, bencillik gibi” bizim olmamayı tercih ettiğimiz “KİŞİLİĞİMİZDİR.”
Biz ışığınızı ortaya çıkarmak için karanlığa girmek zorundayız. Biz herhangi bir hissi bastırdığımızda, onun zıt kutbunu da zedelemiş oluruz. Eğer çirkinliğimizi inkâr edersek, güzelliğimiz de azalır, eğer korkumuzu inkâr edersek, cesaretimizde azalır. Eğer açgözlülüğümüzü inkâr edersek, cömertliğimizde azalır.
Bu ve bundan sonraki yazacağım makalelerimde kabul etmediğimiz tüm olumsuz kişiliklerimizin nasıl barıştırılacağı konusunda olacaktır. Bu hayatta tüm benliğimize var olma iznini vermeyi öğrenmek zorundayız. Eğer özgürleşmek istiyorsak, önce “OLABİLMEMİZ” gerekiyor. Bu kendimizi yargılamaya son vermemiz anlamına geliyor. İnsan olduğumuz için kendimizi “BAĞIŞLAMALIYIZ.”
Kusurlu olduğumuz için kendimizi “BAĞIŞLAMALIYIZ”. Çünkü kendimizi yargıladığımızda otomatik olarak başkalarını da yargılamış oluruz. Ve başkalarına yaptığımız şeyi, kendimize de yaparız. Dünya içsel benliğimizin bir aynasıdır aslında. Biz kendi benliğimizi bir bütün olarak kabul ettiğimizde ve bağışladığımızda, otomatik olarak başkalarını da kabul eder ve bağışlarız. Bu hayatım boyunca benim için zor bir ders olmuştu.
Hayatımı kişisel gelişime adayıp, onlarca seminerlere katılıp, binlerce kitaplar okuyup, yüzlerce insanlarla konuşup görüşmeme rağmen, kendi içimde kabul etmediğim birçok şey bulmuştum. Tam iyileştim, artık her şeyi biliyorum diyorken, halen kabul etmediğim şeylerin çıkması beni hep rahatsız ediyordu. Sonra bir gün, bir seminere katıldım. Ve seminerdeki bayan bana ne derse beğenirsiniz? “Çok kıskanç bir insansın” demesi sanki tüm kaynar su başımdan aşağı dökülmüş gibi hissetmiştim.
Bunu nasıl anlamıştı ki? “Hayır! Kabul etmiyorum,” dedim. Kadın üzerime-üzerime gelince düşünmeye başladım. Aslında kıskanç bir tarafımı gizliyordum. Kadın yine şaşırtıcı bir şey sordu bana: “Kıskanç olmanın iyi bir tarafı var mı?” Aklıma bir şey gelmemişti o an. Ve kadın şöyle cevapladı: “Eğer kıskanç bir kişiliğin olmasaydı, bu kadar para kazanman veya herhangi bir istediğin bir şeyi alman konusunda senin için çok daha zor olabilirdi” demesi resmen afallamama neden olmuştu. İçimdeki kıskançlık duygusu veya siz buna özenmede diyebilirsiniz, her ne derseniz deyin, bu duygu benim daha rahat yaşamam konusunda itici bir güç olduğunu fark etmeme neden olmuştu.
Sizleri rahatsız edecen duygularınıza kulak verin ve biraz derinlemesine düşünün; “Acaba bu şey bana ne anlatmak istiyor, neyi göremiyorum, burada bir armağan varsa bu nedir?” şeklinde durup bir düşünün. Hemen geçiştirmeyin. Çünkü yarın yine o içinizdeki şey pusuya yatmış bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Kaçabilirsiniz ama saklanamazsınız – Okan Turan